Sözlü Tarih: Dennis Rodman'ın Dallas Mavericks'le Geçirdiği Bir Ay

 


Ocak 2000 itibariyle Dennis Rodman, 38 yaşındaydı. Basketbolla neredeyse alakası kalmamıştı. Beşinci şampiyonluğunu kazanmasının üstünden iki yıl geçmeden, Chicago Bulls'un sıradışı üyesi, başka arayışlara yönelmişti. Carmen Electra ile evlenip boşanmıştı. Bir dizi filmde oynamış ve TV şovlarına katılmıştı. Amerikan güreşi müsabakalarına katılıyordu. Bir sporcudan kültürel bir fenomene dönüşmüştü. Nereye giderse, ne yaparsa yapsın, Solucan'a kimse karşı koyamıyordu. 

Bu, 10 yıldır berbat sezonlar geçiren ve ligin en iç karartıcı kulübü sıfatını taşıyan Dallas Mavericks'in durumu ile tam bir tezat oluşturuyordu. Jason Kidd, Jim Jackson ve Jamal Mashburn gibi genç yıldızlar, umutlanmak için iyi birer sebep olsalar da, 90'ların ortasındaki bu iyimserlik de fiyaskoyla sonuçlanmıştı. 1999 yılının sonunda bu oyuncuların hiçbiri artık kadroda değildi ve o sezonda oynanan 30 maçın yalnızca 9'unu kazanmıştı. Forvet Gary Trent'in süresiz olarak sakatlanmasıyla, kadroya bir ekleme yapılması gerekiyordu. Ve takım sahibi Ross Perot Jr., oyunculardan çok politikaya odaklandığından, pek bir şeyin değişmesi beklenmiyordu. 

Ancak o ay, adı pek duyulmamış olan bir teknoloji milyarderi ve sezonluk kombine sahibi Mark Cuban, takımı Perot'tan devraldı. Haftalar içinde, tişörtle dolaşan, alışılmadık bir küstahlığa sahip bu adamın, kulübü tekrar ileri taşımak için her şeyi yapacağı anlaşıldı. Ve zamanla, herkesin beklentilerini aşacak şekilde başarılı olacaktı. Ama takım sahibi olarak ilk ayında, çok daha temel bir sınavla karşılaştı: İnsanların bu perişan takımla ilgilenmesini sağlamak. Özellikle bir serbest oyuncu, bu konuda yardımcı olabilirdi.

Dennis Rodman, Mavericks'te neredeyse bir ay geçirdi ve serbest bırakılmadan önce, bu süre zarfında oynanan 13 maçın 12'sinde sahada yer aldı -- o kalan bir maçta da tabii ki cezalıydı. Ancak 20 yıl sonra dahi, hâlâ bu dönem hakkında konuşuluyor ve o süreç, Mark Cuban döneminin ilk günlerini ve sonrasında gelecek olanların öngörülemezliğini anlamak adına faydalı olabilir. Rodman'ın, tanıtıldığı basın toplantısında 69 numaralı formayla sunulması; Cuban'ın evindeki misafirliği ya da ani ayrılışı -- hepsi tuhaftı ve entrikalarla doluydu. Kameralardan ve manşetlerden uzakta yaşananlar ise daha da gerçeküstü sahneler içeriyordu. Kariyerinin son maçlarında bile Dennis Rodman, insanların dikkatini çekmeyi biliyordu. 


Mark Cuban (Kulüp sahibi, 2000-günümüz): On sezondur berbat haldeydik.

Jaime Aron (Associated Press muhabiri, 1991-2011): Her takım kötü bir onyıl geçirebilir. Mavs'inki, istatistik olarak, herhangi bir profesyonel spor takımının o güne dek yaşadığı en kötü dönemdi. 

Scott Roth (Asistan koç, 1996-2000): Cuban üstünde bir tişörtle çıkageldi ve hepimiz kalakaldık. Çok fazla ateş ve tutku ile geldi ve en başından beri, işleri tersine çevirme vizyonu vardı. Çok genç ve istekli olduğunu, hazır olduğunu görebiliyordunuz. 

Charlie Parker (Asistan koç, 1995-2005): 95'ten beri buradaydım ve Cuban geldiğinde etraftaki her şey değişmişti. Onun hayat tarzından dolayı herkes bunun olacağını biliyor gibiydi. Aynı zamanda onun şansını deneyeceğini, para harcayacağını ve bunun tamamen yeni bir ortam, yeni bir sahne olacağını biliyorlardı.

Roth: İşin ilginci, Perot'un, takımı her akşam bizden 5-6 koltuk ötede oturan kişiye satmasıydı. Onun tüm maçlara gelen, herhangi bir taraftar olduğunu düşünüyorduk. Çok genç olduğu için, aklımıza bile gelmezdi böyle bir ihtimal. Yeni takım sahibinin aslında sürekli bizi izliyor olması çok tuhaftı. 

Cuban: Sezona kötü başladık ama aslında iyi oynuyorduk. Playoff'a katılmak istiyorduk. "Bir şeyler yapmamız gerek" diyorduk.

Aron: Yaptığı hamleler, hiçbir şeyi doğru yapamayan bir kulübe doğru bir perspektif kazandırmak üzerineydi. 

Bruno Sundov (Pivot, 1998-2000): "Bir şov yaratmak istiyorum" diyordu. Dallas'ı görünür kılmak istiyordu.

Cuban: O noktada Nash, Fin ve Dirk ile elimizde aslında ne olduğunun farkında değildik. Daha iyi oynuyorduk ama kimse o sene playoff yapacağımızı düşünmüyordu. Herkes aynı zavallı Mavs'mişiz gibi bakıyordu.

Aron: İnsanlar Mavs'in playoff yapmasını çok istiyordu. Herkes takımın geri dönmesini istiyordu ve elbette bu, bir bebeğin yürümeyi öğrenme sürecine benzeyecekti. Düşmeye ve tökezlemeye devam ettiler, işler her seferinde daha kötüye gitti. Sonra Cuban geldi ve tam bir kasırga oluştu. Çünkü o noktada Mavericks, uzun zamandır yalancı baharlara alışmış durumdaydı. 

Cuban: Nellie'ye daha fazla ribaund almamız gerektiğini söylediğimi hatırlıyorum, çünkü ne zaman kaybetsek, konu bir şekilde ribaundlara geliyordu. O zaman niye Dennis Rodman'ı almıyorduk? Nellie şöyle demişti: "Şey, demek ki biraz başımız ağrıyacak." 


25 Ocak 2000'de, Dallas Mavericks, sezonun geri kalanı için Dennis Rodman'la anlaştı. Bu sıradan bir hamle değildi ve Rodman'ın gelişinin koşullarının gerçekte ne kadar sıradışı olduğunu yalnızca soyunma odasındakiler biliyordu. 





Cuban: Nellie takım içi oylamaya sunmuştu.

Damon Jones (guard, 1999-2000): Hiç böyle bir şey görmemiştim. Koç Don Nelson'ın herkesi tüm kararlara ortak etme niyetinden kaynaklanan bir şeydi.

Erick Strickland (guard, 1996-2000): Nasıl karşılayacağımı bilemiyordum. Bir seri yakalıyorduk, sonra bir sürü mağlubiyet alıyorduk, üstüne yine bir galibiyet serisi. Bir geri dönüşün eşiğindeydik, anlarsın ya?

Jones: Bazıları gelmesini istedi, bazıları ise takımın aynı kalmasını istedi.

Parker: Takımda Dirk ve Nash vardı. İkisi de gençti. Neler olduğunu anlamıyorlardı. Duydukları haricinde karakter özellikleri falan hakkında bir şey bilmiyorlardı. Gençler, tecrübelilerden daha fazla olumlu oy vermişti.  

Sarah Melton (halkla ilişkiler, 1999-2019): Dirk bir Bulls taraftarı olarak büyümüştü. Eminim ona saygı ve hayranlık duyuyordu. 

Parker: Gelmesini isteyenlerin başını Michael Finley çekiyordu. O bir Chicagoluydu ve Bulls etkisi altında büyümüştü. Rodman geldiğinde ligdeki 3 ya da 4. yılıydı. Chicago'da oynamış tüm oyuncuların hayranıydı. 

Chad Lewis (kondisyoner ve baş malzemeci, 1996-2002): Shawn Bradley çok dindar bir adamdı, eminim Dennis'in gelecek olması tüylerini diken diken etmiştir.

Parker: Shawn Bradley lige ilk girdiğinde Philadelphia forması giymişti. Rodman'a karşı oynadığı maçla ilgili bana şunları söylemişti: "Rodman beni, benim hakkımda konuşarak öldürüyordu; incitmeye çalışıyordu, iyi oyuncu olmadığımı söylüyordu. Birçok şekilde bana saygısızlık etmişti."

Strickland: Odaklandığı zaman her şeyini veren bir oyuncu olarak ona saygı duyardım. Ama bence şebeğin tekiydi. 

Jones: Herkes oy verdikten sonra "Evet" ve "Hayır"lar sayıldı ve ikisi çok yakındı. Herkesin onun gelmesini istemesi gibi bir şey yoktu. "Evet" kazandı.

Dwayne Wilson (asistan kondisyoner ve malzemeci, 1997-2004): Bence başlarda Nellie buna pek sıcak bakmıyordu.

Sundov: Cuban'ın koçların onayına ihtiyacı vardı. Ne diyeceklerdi? Yeni takım sahibi gelir ve bir şeyler yapmak ister; buna "Olmaz" mı diyeceklerdi? Ne cevap verirsen ver, koltuk riskte. Onlar da onay verdi, anladın?

Cuban: Bakın, biz daha fazla ribaund istiyorduk. O kadar uzun süredir kötüydük ki, nasıl kazanacağımızı bilmiyorduk. Bu yüzden de kazanmamıza yardım edecek her şeyi deneyeceğimi söyleyerek gelmiştim. Bitti, bu kadar. 

Aron: Sezonda 25 maç kazanan bir takıma iyi bir ribaundçu getirmek her şeyi düzeltmez.

Roth: Bence onu getirme sebeplerinden bir kısmı da reklam amaçlıydı -- ki Cuban'ın takımı daha ilgi çekici kılma amacıyla örtüşen bir şeydi.

Aron: Onunla, ilgi çekmek için oynamak hakkında konuştuğumu hatırlıyorum. Kendi antikalıkları sonucunda bile paratoner gibi oluyordu. Olay şundan ibaretti: "Benim hakkımda konuş, benim parıltım hakkında konuş, ama nihayetinde Mavericks hakkında konuşuyorsun ve sahadaki adamların üstündeki baskıyı alıyorsun, bu arada dikkat edersen, yıldızlara dönüşüyorlar." 

Roth: Mark takımı aldığında, takım hâlâ pek ilgi çekmiyordu. Cowboys'un gölgesinde kalmaya devam edeceklerdi. Bu muhabbet o ve Nellie arasında nasıl başladı bilmiyorum ama 24 ya da 48 saat içinde Dennis Rodman'ı idmanda gördüm. Şehirde onunla imzaladığımız söylentileri dolaşıyordu. Ve hikaye başladı. 

Wilson: Forma numarası hakkında Dennis'le konuşurken "69" dedi.

Lewis: Yapacak pek bir şeyim yoktu. O numarayı istediğini bana Mark söylemişti, ben de basın konferansı için hazırlamıştım. 

Wilson: Chad ve ben bunun olmayacağını biliyorduk.

Greg Buckner (guard, 1999-2002): Cuban, pazarlama konularında bir dahiydi. Bunun forma satışlarına katkı yapacağını biliyordu, tüm dünyada Rodman formaları satılacaktı. 69 numara? Dennis Rodman forması? Mağazalarda ve salonda daima satılacaktı. Onun kafasında bu vardı. Herhalde ben de bir tane alırdım.

Lewis: Basın toplantısı için bir tane hazırlanmıştı, o kadar. Eminim Mark'ta duruyordur ve başka örneği de yoktur.

Cuban: Lig kabul etmiyordu. Bense "Hay ben sizin... Peki" dedim. Büyütülecek bir mesele değildi.

Lewis: Televizyonda gördüklerinizden sonra bu adamın manyak, çılgın, kontrolden çıkmış biri olduğunu düşünüyordunuz. Başımıza neyin geleceğinden emin değildim.

Buckner: Kendimi neyin içinde bulacaktım? Neler görecektik? Deplasmanda seyirciler nasıl reaksiyon gösterecekti? Dennis Rodman'la otelde kalmak nasıl bir şeydi? Hangi ünlü kadınlar etrafımızda dolanacaktı? O zamanlar takımda bir süperyıldız yoktu. Dirk ya da Nash henüz o seviyede değildi, Michael Finley de.

Wilson: Michael Jordan ve Dennis Rodman o anda muhtemelen gezegendeki en meşhur iki basketbolcuydu.

Melton: Popüler kültürde yerini almış biriydi. Yalnızca harika bir sporcu değildi yani. Basketbolla alakası olmayan insanlar dahi onu tanıyordu. Tamamen alakasız bir kitleye etki edebildiğin zaman süperyıldız olmuşsun demektir. O bir süperyıldızdı. 





Rodman'ın ünü, kendisinden önce Dallas'a geliyordu: Geçinmesi zor, kavgacı, esrarengiz ve egzantrik. Bazı açılardan tam da tanıtıldığı gibiydi. Ama diğer hususlarda Rodman, Mavericks'in beklediği hiçbir şeye benzemiyordu. Birkaç hafta içinde, gerçek Dennis Rodman'ın, Dennis Rodman 'persona'sından ne kadar farklı olduğunu öğreneceklerdi. 


Parker: Nellie, onunla iletişim kurma konusunda bana güvenmişti. "Charlie, sence Dennis'le anlaşabilir misin? Ona yaklaşmaya çalışır mısın?" diye sormuştu. Ona şöyle demiştim: "Nellie, bilmiyorum. Bu tamamen farklı bir kişilik ve ben, genç ve iyi bir Hristiyanım. Ne yapacağımı kestiremiyorum." 

Lewis: Bence onun kamuoyundaki imajı, çokça onun sarhoş hâli ve parti yaptığı zamanlardan oluşuyor. Sanırım parti yaptığı zaman başka bir insana dönüşüyordu... Gerçek kişiliği dahilinde daha sessiz, içine kapanık biri. 

Sundov: Takım arkadaşlarına karşı kaba değildi. Hem de hiç değildi. Onun hakkında kötü bir şey söyleyemem. Çok sessiz ve bir bakıma tuhaftı. 

Buckner: Bir fare kadar sessizdi. İnanılmazdı. Onun ortaya çıkıp tüm ilgiyi üstünde toplayacak olan, idmanda tembellik yapan gürültücü adam olmasını bekliyorsunuz ama tam tersiydi. 

Sundov: Uçakta ya da otobüste bile kimseyle konuşmazdı. Ağzını açmazdı. Bir uçuşta, hangisi olduğunu hatırlamıyorum, onun da oynadığı filmlerden birini koymuşlardı ama "Kapatın şunu" dedi. Bu kısmı hatırlıyorum. "Hayır, hayır, hayır, hayır. Kapatın şunu." 

Parker: Uçağın arkasında basın mensupları ve koçlarla otururdu. Oyuncularla hiç oturmazdı. Onlarla paylaşacak bir şeyi yoktu. Emimin koçlarla da yoktu.

Roth: Size en içten şekilde söylüyorum, onunla en ufak bir temasım olmadı. Burnunun dibinde otursam bile kim olduğumu bilmezdi.

Wilson: Nellie'ye pek bir şey demezdi. Bir maçta Nellie ona talimatlar vermeye çalışıyordu, sonra bana baktı ve şöyle dedi: "Dee, ona perdeleri biraz daha farklı yapmamız gerektiğini söyler misin." Ve o anda Dennis karşısında duruyordu! Döndüm, Dennis'e baktım ve "Nellie perdeleri daha yukarda yapmamız gerektiğini söylüyor. Dirsekte olacaksın" dedim. Bana baktı, "Tamam, anladım" dedi. "Hay anasını" diyordum içimden. Güldüm, ne yapayım. 

Roth: Yönetilebilir durumda değildi. Konuşmaya niyeti yoktu. 

Buckner: Soyunma odasında kesinlikle kendine ait bir bölüm vardı ama ben bu durumu rahatsız edilmek istemediğine yordum. Sessizce durmak ve köşesinde oturmak istiyordu. 

Roth: Bu, takımla birlikte duş almamasına kadar ilerledi. Deplasman maçlarında ona özel soyunma odası ayarlamak zorunda kalıyorduk.

Keith Grant (yardımcı genel menajer, 1980-günümüz): Dürüst olmak gerekirse, takımdaki herkesin ismini biliyor muydu, emin değilim.

Roth: Phoenix'te oynayacağımız bir maçtan önce içeriyi kontrol etmek ve Nellie'ye bir bakmak için girdim. Nellie, havluya sarınmış halde oturan Rodman'a 2-3 adım uzakta bir sandalyedeydi. Bu durumun sebebi de, diğer oyuncularla aynı soyunma odasında bulunmak istememesiydi.

Buckner: Dennis Rodman işte. Biraz farklı olacak.  

Strickland: Beş yüzüğe sahip biri olarak, muhtemelen bize "Niye bu serserilerle aynı takımdayım ki?" diyordu. Böyle düşünüyordu herhalde.

Parker: Bence bu, kimsenin ona yaklaşmasına izin vermeyen ya da onun kimseye yaklaşmasına izin vermeyen bir nevi koruyucu cihazdı. Güven seviyesinin çok düşük olduğunu düşünüyorum. 

Wilson: Dennis o noktada, birileriyle tanışma ya da insanlara güvenme konusunda iyi durumda değildi.

Sundov: Ondan en fazla 20 kelime duymuşumdur. Dennis Rodman'a saygı duymanızı sağlayan şey nedir, bilmiyorum. Spotlar üstünden kalkınca bambaşka birisi oluyordu. Formayı giydiğinde ise tam bir şovmen. Bir düğmeye basıyor ve tamam: "Pekala, bu benim."

Lewis: Ben Rick Mahorn'la çok yakındım. Mahorn, Rodman henüz kendisi olmadan önce Pistons'ta onunla birlikteydi. Dövmeler falan yokken daha. Rick bana şöyle demişti: "Dostum, bu çocuk çok yetenekli ve bu kimliği Bad Boys olarak biz yarattık -- sert olmak ve bir kimlik yaratmak istiyorduk. Dennis o kadar utangaç ve kendi hâlindeydi ki, ona acırdınız. ona Amerikan Güreşi izlemesini söyledim, eğlenceli şeyler izlemesini. Bizim yaptığımız da sonuçta buydu -- insanları eğlendirmek." Sonradan Dallas'a gelince, bu konuda rol mü yapıyordu, yoksa gerçekten öyle biri miydi, emin değildim.


Rodman gerçekte kim olursa olsun, görünüşte Mavericks'in kazanmasına yardım etmek için getirildi. Bununla birlikte, efsanevi ribaund ve savunma zekasının yerinde olup olmadığının, takımın endişe edeceği şeylerin arasında en küçüğü olacağı çabucak ortaya çıktı. 





Roth: Dennis ilk gün geldi ve idmana çıkmadı. Hiç idman yapmazmış, sadece biraz bisiklete binermiş. "Ben şut çalışmam, yani antrenmana ihtiyacım yok."

Wilson: Özellikle basketbol zekası ve anlayışı açısından, Dennis hâlâ çok üst düzeydeydi. Oyunu okuyabiliyordu ve sahadakiler ne olduğunu çözemeden evvel ne yapacağını biliyor olurdu. 

Jones: Maç başlamadan 10-15 dakika önce gelirdi. Biz o arada çoktan, koçlarla hazırlığımızı yapmış olurduk.

Roth: Nellie konuşmaya hazır olurdu, o arada içeri girer ve duş alırdı. Duş alırken Nellie de ona sonraki maçın planından bahsederdi. 

Jones: Birkaç turnike atardı ve işte maça hazırdı. Sonra çıkar 15 ribaund alırdı. 

Parker: Gidip ona "Dennis, Nellie pick-and-roll'a saldırmamızı istiyor, arada tuzağa düşür ve penetre edeni kolla" derdim, o da yukardan bana bakıp hiçbir şey söylemezdi. "Anladın mı?" diye sorunca da, "Nasıl oynayacağımı biliyorum, adama nasıl yardıma gideceğimi biliyorum" derdi. 

Roth: Oyuncular zorluk çekti çünkü oyunu tamamen savunma odaklıydı. Oyun planına uymazdı ve bu tam bir hayal kırıklığıydı. 

Parker: Sahaya çıkar ve ne isterse yapardı. Nellie'yi delirtirdi bu. "Benden bu kadar" demişti Nellie.

Wilson: Bazen oyuna ilgisini kaybederdi. Ve bazen bu, tam da maçın ortasında olurdu. 

Cuban: Kings'le oynuyorduk ve Nellie ona Chris Webber'ı savunmasını söylemişti. Bir ara Rodman onu gösterip "Şut at. Sokamayacaksın" dedi. Chris de her attığını soktu. 

Parker: Bazen yarı sahayı geçmezdi bile. Hafif tempo koşardı. Takım arkadaşları hücum hâlindeyken, o da rakibin ribaund almasını beklerdi. Sahanın ortalarında durur, sonra geri dönerdi. Çünkü hücuma iştirak etmek istemezdi. Şut atmak istemiyordu, skor bulmak istemiyordu. 

Roth: Takımda Dirk, Nash ve Finley gibi paylaşımcı oyuncular vardı ve eğer hücumun bitmesine 6-7 saniye kala şut bulamadılarsa Rodman hep boştaydı. Topu ona çıkarırlardı, Dennis de topu 2-3 saniye kala onlara geri verirdi. Topu potaya yollamak istemezdi. 

Strickland: Boş adamı bulurduk. 

Roth: Oyunculara şöyle demeye başladık: "Ona pas vermeyin. Boşta olmasının sebebi var."

Parker: Ona "Dennis, hücuma nasıl gelmezsin?" diye sordum. Şöyle dedi: "Topu bana vermeyecekler ki!" Ekledi: "Eğer alırsam da birine pas vermekten başka bir şey yapmayacağım. Sahanın diğer yarısıyla ilgilenmiyorum. Beni savunmayacaklar zaten! Oraya koşarak boşa zaman harcıyorum."

Strickland: İyi bir oyuncu olduğunu bildiğiniz için üzgün hissediyordunuz. Ve potansiyelini ortaya koymadığını gerçekten biliyordunuz. Bir fırsatı harcamış oluyordunuz. Ardından da sinirleniyordunuz. Çünkü siz orada bir yerlerinizi yırtıyor, onun için de uğraşıyordunuz. Onun yapması gereken şeyler için de çaba sarf ediyordunuz. Sonra deliriyorsunuz tabii. Fakat çok ses çıkarmak da istemiyorsunuz, çünkü takımda kalmasını istersiniz. Onu sahiplenmeye devam ediyor, işinize bakıyorsunuz. O sahada olduğunda, sevgi ve nefret arasındaki ince çizgide dolaşıyordunuz.

Roth: Burası Chicago Bulls değildi ve onu gerçekten sorumlu tutacak kimse yoktu.





Bazı açılardan Dennis Rodman, sahada olma amacını yerine getirdi. Hâlâ tüm zamanlarda Dallas Mavericks'in maç başına ribaund lideri. Ama kendisi Dennis Rodman olduğu için, süreç baş ağrısız geçmiyordu tabii.


Parker: Eğer tek bir Dennis Rodman vukuatından bahsedeceksek, en çok hatırladığım şey, sahanın diğer tarafında serbest atış çizgisinin oraya oturup kalkmadığı zamandı. Ve sonunda onu oyundan attılar. 

Wilson: Normların dışında davrandığınızda, insanların dikkatini çekersiniz. Medya veya takım arkadaşları da onu bu konuda eleştirir. Yani o, bence şöyle diyordu: "Neyse ne, ben kimsem o olacağım ve benim olayım bu." Öyle de yapıyordu. 

Lewis: Karl Malone ile burun buruna geldiler, birbirlerini şöyle bir süzdüler ve Dennis gidip boyalı alanın ortasına oturdu. 

Parker: Faul çalmadıkları için delirmişti, o da gitti, yere oturdu. 

Melton: Bağdaş kurup serbest atış çizgisinin oraya oturdu.

Parker: Komik olan şey, oyunun devam etmesi ve oyuncuların onun etrafında koşturmasıydı. O hâlâ yerdeydi.

Strickland: "Ya sabır" dedim ve gözlerimi devirdim.

Parker: "Canım istemiyorsa kalkmam. Ne istiyorsam onu yaparım" dediğini hatırlıyorum. 

Melton: Koça bakıp "Ne yapacağız?" diye sorduğumu hatırlıyorum. 

Parker: Onun yanından geçiyorlardı, o ise oturmaya devam ediyordu. "Yok, bu kadar da olmaz. Bu çok fazla komik. Çok komik. Gördüğüm en komik şey" demiştim. 




Aron: Klasik Dennis. Her zaman ilgiyi çekmenin bir yolunu bulurdu. 

Buckner: Salondan ayakkabıları olmadan çıkardı. Dehşet içinde kalırdım. Kış vakti, ayakkabılar olmadan yürümek?

Cuban: Maçtan sonra duş almak yerine çalışmaya devam ederdi.

Lewis: Otobüs hareket edene kadar çalışırdık. Sanırım gittiğimiz şehirde duş alırdı. 

Jones: Maçın ardından eve üstünde formayla giderdi. Salonda duş almak istemiyor muydu, gidince mi duşa girerdi, bilmiyorum. Oraya en son giren ve ilk çıkan kişi olurdu. 

Lewis: İçerdeki maçlar için muhtemelen bu doğruydu. Deplasmanda son giren olurdu ama aynı zamanda son çıkan da olurdu. Yaşına göre acayip bir atletti. Sadece parti yapan ve olan-biteni hiç umursamıyor gibi görünen biri için, düşündüğünüzden çok güçlü ve iyi kondisyonluydu. 

Jones: Bir ay boyunca aynı eşofman altını giydi. "Başka eşofmanı yok mu bu adamın?" diyordum.  

Lewis: Sadece maç şortuyla kalır, terini siler ve çıkardı. 

Grant: Gerçekten tuhaf; bir süre Mark'ın yanında yaşadı. Mark'ın evinin sınırlarında misafirlere özel bir yer vardı ve orada kaldı. 

Jones: Cuban'ın ona bir limuzin teklif ettiğini duymuştum. 

Cuban: Ehliyetine el konulmuştu, biz de zaten sağa-sola arabayla gitmesinden endişe ediyorduk. Böylece sorun kalmadı. 

Sundov: Ortamlara akıp kendisini eğlenceye vereceğini umduk ama bu asla gerçekleşmedi. Yani dışarı çıkar mıydı, çıkmaz mıydı bilmiyorum. Dennis'in gece dışarı çıktığını duyduk, nereye gittiğini bulmaya çalıştık ama Dallas'ta bulunduğu süre içerisinde Mark Cuban'ın evinden ayrıldığını sanmıyorum. 

Roth: Onu evinin arkasındaki yere yerleştirerek hem gözkulak olacaktı, hem de gerektiğinde yardım edecekti. 

Grant: Lig yönetimi aradı ve "Bunu yapamazsınız, salary cap ihlali" dedi. O da toparlanıp çıkmak zorundaydı.  

Buckner: Cuban'ın arabası bendeydi. Yani ne zaman Cuban'ın misafir evinde başı belaya girse benim de Cuban'ın arabasıyla başım beladaydı ve ona bir araba almak zorunda kalırdım. 

Melton: Mark işte. O böyle yanlış olduğunu fark etmediği bir sürü şey yapar -- sadece uzlaşmacı ve nazik davranıyor ve kurallar ile düzenlemeleri anlamıyor. 

Buckner: Mark Cuban'ın misafir evi sanırım 450 metrekare falandı. Bana düşense bir arabaydı sadece. 


Olaylar artmaya devam etti ve Mavericks maçlarına pek görülmedik şekilde, basının daha fazla rağbet etmesine kadar vardı. Muhabirler, Reunion Arena'da soyunma odasından çıkarken Rodman'ın yolunu kesiyor, ondan manşetlik birkaç cümle ya da haber malzemesi koparabilmek için birbirlerini eziyordu. Bu esnada koçlar Rodman'ın varlığının ve beraberinde getirdiklerinin genç Dallas kadrosuna etkileriyle boğuşuyordu.

Elbet bir şeyler patlak verecekti ve Mart ayları başında Rodman'ın Associated Press'e verdiği dikkat çekici demeçle tansiyon zirveye çıktı. Bir gün sonra takım onu serbest bıraktı. 





Jones: Mark hakkında yaptığı, nasıl bir takım sahibi olması gerektiğini söylediği türden yorumlar şok ediciydi. 

Dennis Rodman (7 Mart 2000 tarihli Associated Press'ten alıntı): Cuban'ın koçmuş falan gibi oyuncuların etrafında dolanmasına gerek yok. Jerry Jones'un yaptığı şeyler bunlar, aptalca. Bu yüzden Cowboys düşüşte. Takım sahibi olmalı, geri çekilmeli ve takımı doğru yönlendirecek kişileri göreve getirmeli.  

Parker: En sonunda Mark'a onu serbest bırakması için kışkırtacak bazı şeyler söyleyeceğini ve yapacağını biliyorduk. Yaptı da. Şaşırtmadı yani. 

Wilson: Bence çoğumuz, en azından sezonu bitireceğini düşünüyordu. 

Cuban: Yorumlarını umursamıyorum. Yalnızca kazanmak umrumda. O zaman kaybediyorduk ve bu kötü bir örnek teşkil ediyordu. 

Jones: İlginçti çünkü dediğimiz gibi, Mark'ın misafir evinde kalıyordu ve Mark, Dennis'in rahat etmesi için mümkün olan her şeyi yapıyordu. 

Lewis: Bir araya gelmiş ve rotasyonu oturmuş, belli şeyleri yapmaya alışmış bir takıma uyum sağlamaya çalışmak, bazen işe yaramıyor. Bunun, kişisel olarak Dennis'in hatası olduğunu sanmıyorum. Sadece onun bulunduğu yerle takımın istikameti kesişmiyordu. 

Grant: Muhtemelen kariyerinin o aşamasında onun için doğru takım değildik. Başka bir takım için bir sorunu çözebilecek bir oyuncuydu belki ama, o zamanlar bizim takım, böyle özel durumlarla başa çıkılabilecek bir yer değildi. 

Melton: Dirk'ün 20 yaşındayken böyle biriyle oynadığını düşünebiliyor musunuz? Buna nasıl karşılık vereceğini bilmiyordu. Dirk pek ağzını açmazdı ve Dennis de öyleydi. 

Buckner: İlerde daha iyi bir kontrat almak için Dallas'a gelmiş ya da birkaç yıllığına kontrat almak için birilerini kafalamaya çalışıyor gibi hissettim  

Parker: Kendisini gerçekten yeniden yaratmak ya da bir takımın gidişatını değiştirmek istediğine inanmıyorum. Hep hâlâ oynayabildiğini kanıtlamak için bunu yaptığını hissettim. 

Buckner: O zaman yalnızca Dallas Mavericks'e gelmezsin -- oraya gelip şampiyonluk kazanmaya da çalışırsın. 

Wilson: Artık maçlara çıkmak istediğini sanmıyorum. Kafasında bitirmiş gibiydi. Asıl mesele buydu: "Basketbol işi benim için bitti." Ve bitmesini istedi. 

Jones: Belki de artık oynamak istemiyordu. Kapı dışarı edilmek için yapmanız gereken ilk şeyin, maaşınızı veren kişiyi eleştirmek olduğunu bilirsiniz. 


İronik bir şekilde, Rodman'ın ayrılışı Mavericks için onun katılmasından daha hayırlı oldu. Kalan 21 maçın 15'ini kazandılar, sezonu 9-1 ile bitirdiler. Skorlar açısından Dallas'ta geçirdiği süreç için başarısızlık denebilir. Yine de 20 yıl sonra, organizasyonun içindeki ya da etrafındaki herkes, bu altı haftayı unutmuş durumda -- genelde de yüzlerinde bir gülümsemeyle. Cazibe merkezi Dennis Rodman, tam da yapması gerekeni yapmıştı. 




Roth: Komik olan kısım şu ki, o gidince kazanmaya başladık.

Strickland: Dört maçla kaçırdık. Evet, Dennis takıma katılmasa playoff yapacağımız konusunda zerre şüphem yok. Yapardık. 

Parker: Bazı oyuncular soruyordu: "Tüm ribaundları o alırsa ben ne yapacağım? Bire beş mi savunma yapacak? O zaman bu takımdaki rolüm nedir?" Bence bu, oyuncular arasında kafa karışıklığı yarattı ve gidişinden sonra bir rahatlama yaşandı. Böylece oyuncuların rollerine yeniden odaklanması için de zaman kazandık. 

Melton: Bir süredir pek dikkat çekmeyen bir takım için, o zaman biraz dikkat çektiğimizin farkındaydık. Bunu sevmiştim. Ayrılmasından sonra galibiyet sayımız artmaya başladı. 

Parker: Gitmesi, durumun adını koymamızı sağladı: Şu anda sadece biz varız. Dennis Rodman yok, yeni deneyim yok. Bizim takımımız bu. Öyleyse bir araya gelelim -- dikkat dağıtan bir şey yok, hadi şu işi başlatalım... Neredeyse başarıyorduk. 

Lewis: Karakter açısından söylüyorum, o oyuncu grubuyla uyuşmamıştı. O takım, aslında uyumlu bir gruptu. 

Parker: Rodman olayının, o dönem için kötü geçse de, bizi bir araya getirmeye yardım ettiğine inanıyorum. Bu olan-bitenin ardından iyi bir şeyler yaşanacağını hep hissettim. 

Lewis: Onunla geçirdiğim zamandan keyif aldım. Keşke daha fazla dursaydı.

Buckner: Aslında o Denver'da basketbola dönmeye çalışırken karşılaştık, ben de Denver'daydım. Dennis Rodman gibi biri, sadece bir ay orada kalıyor ve sizi hatırlayıp hatırlamadığını bilmiyorsunuz. Ama Denver'da bana doğru gelip şöyle demişti: "Seni hatırlıyorum. Bence bu ligde başarılı olmak için bir şansın var." 

Strickland: Onunla sonradan yalnızca bir kere karşılaştık -- sevdiği bir şeyi yaparken onunla biraz vakit geçirmiş oldum. Texoma Gölü'ne gitmiştik, orada bir tekne kiraladık, o da bir tekne getirmişti ve takılıyorduk. Beni fark etmesi çok sürmedi. Ama sıkıntı çıkmadı. Sorun etmiyordu. Ben biraz daha farklıyım. Ben Dennis'ten biraz daha farklı davranırım. Yani ben de onun bu şekilde davranmasına izin verdim ve kendi işime baktım. 

Melton: Kısa süren bir deneyimdi ama eğlenceliydi. Kesinlikle taraftar kitlemizi canlandırdı.

Aron: Dennis Rodman'ın orada geçirdiği zamana geri dönüp bakınca herkesin hep söylediği şey, ne kadar kısa sürdüğü. Çok az sayıda maç oynadı ama insanlara daha fazlaymış gibi geliyor. 

Parker: Tayvan Milli Takımı'ndaki oyuncularıma bile bundan bahsediyorum. NBA'i çok az biliyorlar veya bu tip adamlardan haberleri dahi yok. Ne zaman bunları anlatsam ağızları açık kalıyor. "Nasıl ya, sahanın ortasında oturdu yani?" Şaştı kaldılar. Bu hikayelere bayılıyorlar. Bir gün bir oyuncum gelip "Koç, ara sıra seninle oturup sohbet etsek, bana Dennis Rodman hakkında her şeyi anlatır mısın?" dedi. Hepsini anlatmaya zaman yetmez. Herkesi büyülüyor. Acayip bir şey bu. 

Dennis Rodman, menajeri aracılığıyla bu çalışma için konuşma talebini reddetti. 





(Orijinali şurada.)

Yorumlar