Sözlü Tarih: Allen Iverson


(Not: Bu giriş mahiyetindeki ilk kısmı, yazının oluşturulduğu dönemle ilgili olduğu için atlıyorum.)

Allen Iverson: İlk aşkım Amerikan futboluydu. NFL'de oynamayı düşlüyordum. 8 yaşıma dek basketbol oynamamıştım. Bir gün annem, hocamdan beni basketbol antrenmanına götürmesini istemiş. Kapıdan çıkana kadar zırlamıştım.

Gary Moore (Iverson'ın menajeri ve eski Amerikan futbolu hocası): Size şöyle söyleyeyim, en iyi olduğu sporla iştigal ediyor bile değil. Muhtemelen gördüğüm en iyi futbolcu o. Ve ben Deion Sanders, Gale Sayers, Sweetness ve John Elway'i izledim.

Dennis Koslowski (eski futbol hocası, Bethel Lisesi): Lisede çok çelimsizdi --1.70, 65 kilo falan-- ama Deion Sanders tipi bir oyuncuydu, 'returning kick'lerde epey iyiydi. Bir maçta beş adam indirmişliği vardı ki, eyalet rekoruydu. Quarterback olarak ise topu 65 metreye kadar dikebiliyordu.

Rick Reilly (yazar, Sports Illustrated): Sixers'a geldikten sonra bir gün onun siyah Mercedes'iyle Philadelphia Eagles antrenmanına gittik. Bazısı 45 metreyi bulan güzel paslar verdi ve oyunu şekillendirdi. Koç "Aman tanrım, onunla şimdi sözleşme imzalarım" diyordu.

Iverson: Ülkedeki her okul beni Amerikan futbolu ve basketbol takımları için almak istiyordu. Ama sonra başıma bazı olaylar geldi ve bu konuda elim-kolum bağlandı.

Jim Spencer (köşe yazarı, Denver Post): 1993 yılının Sevgililer Günü'nde Iverson, her ırktan insanın bulunduğu orta sınıf bir semtte, arkadaşlarıyla bowling oynamaya gitmişti. Bir grup beyaz genç de oradaydı. İnsanlar bira içiyordu. Siyah gençlerden bir tanesi, beyazlardan birinin kendisine 'Zenci' diye seslendiğini söyledi. Kavga patlak verdi. Kırılan kemikler, hunharca dövülen insanlar. Genç bir beyaz kadına sandalye denk gelmişti ve kafasına dikiş atılmıştı. Bunu Iverson'ın attığına dair tartışmalar vardı.

David Teel (köşe yazarı, Hampton Roads Daily Press): Çete ile birlikte suç işlemekten suçlu bulundu. Bu, en acımasız ironilerin linçleri önlemek için kitaplara konduğuna dair bir yasaydı. 15 yıla mahkum edildi. 10 yılı kesildi. 5 yıl. 17 yaşındaydı. Sadece bir kavga yüzünden!

Moore: Allen yanlış bir şekilde itham edilmişti. Olay gerçekleştiğinde oradaydı ama herhangi bir şeye karışmamıştı.

Teel: Bence saçmalıktı. Allen'ı ölümüne seven bazı kişiler bile buna inanmıştı. Allen ve arkadaşları yanlış kişilerle kavgaya tutuşmuştu, bazı nüfuzlu kişilerle. Şehir hapishanesinde bir karavanda kalmış ve fırında çalışmıştı.



Dwight Riddick (Gethsemane Baptist Kilisesi pastörü): Halk onun haksız bir ceza aldığını düşünüyordu. Yürüyüşler, mitingler yapıldı. Avukat tutup ona yardımcı olmak için para topladık.

Moore: Allen valiye mektup yazıp, suçlandığı şeyle ilgisi olmadığını ve ona fırsat verilirse durumu açıklayabileceğini söyledi.

Douglas Wilder (dönhemin Virginia valisi): Mahkumiyet için kullanılan yasa eskiydi. O yaşta birisi için böyle bir ihlalin nasıl olup da hayat boyu iz bırakacak bir cezaya dönüştüğüne anlam veremedim. Dört ay sonra Noel'de ondan özür diledim. Bunun yüzünden epey bir laf yedim tabii. [Iverson'ın mahkumiyeti sonradan iptal edildi.]

Jessie Iverson-Bowman (Iverson'ın halası): Dışarı çıktığında, bir hafta evden ayrılmadı. Yüzünde, orada kaldığı süre zarfında deneyim kazandığına dair bir ifade vardı. Gözlerimi yaşartan kısım, biz orada otururken içerde olanlar hakkında hiçbir şey söylememesiydi. İleride olacaklarla ilgili konuşuyordu.

Iverson: Koç Thompson beni oradayken ziyaret etti, ben de kendisine, eğer dışarı çıkarsam beni takıma almayı düşünür mü diye sordum. Şanslıyım ki aldı. Futbol programları da vardı, bir gün ona futbol oynamamla ilgili ne hissettiğini sordum. Cevabı burada söyleyebileceğimi sanmıyorum. O günden sonra futbolu aklımdan çıkardım.

Brendan Gaughan (Georgetown'dan takım arkadaşı): İdmanda onu savunmak benim işimdi. Her gün onun görüntülerini izlerdim. Bilirsiniz, sahada beni görünce korkar. Bir keresinde Playofflar sırasında sırf onu savunmak için 10 günlük kontrat teklifi aldım. Ama kabul etmedim, o benim arkadaşım.

Iverson: Beni asla durduramaz. Pinokyo olmasa veya dünyadaki en uzun burna sahip olmasa memnun olurdum.

Gaughan: Georgetown'da maç başına sayı rekoru onundu, sonra ikinci yılında NBA'e geçti.

Pat Croce (76ers eski başkanı): 1996 Draftı'nda ilk sıra bizimdi. Dört adayımız vardı, ama nereye gitsem, "Iverson'ı seç Pat!" diye haykırışlar duyuyordum. Herkes onu seçmemizi istiyordu. Onun geçmişini araştıran dedektifler tutmuştum. Gelen raporlar, bir disiplin ihtiyacını işaret ediyordu. Aynı zamanda, koltukları dolduracak birini arıyordum.



Brad Grenberg (76ers eski genel menajeri): Konuştuğumuz oyuncuların çoğu menajerleri tarafından yönlendirilir. Fakat Allen kendine hastı. Bir kaza yaşadığını, geleceği olmayan ve onunla aynı şeyleri önemsemeyen bazı arkadaşlara sahip olduğunu konuştuk. Şöyle dedi: "Bak Brad, eğer ben çuvallarsam, bu benim yüzümdendir. Başkasının değil."

Larry Platt (Philadelphia Magazine editörü): Büyüme sürecinde, bazıları sabıkalı olan arkadaşlarıyla bir anlaşma yapmıştı: Onlar rapçi olacaktı, kendisi de basketbolcu. Kim başarırsa da, diğerleri onunla beraber olacaktı. Bir noktada olay öyle bir seviyeye gelmişti ki, arkadaşları ve yakınlarından 35 kişiye mâli anlamda destek oluyordu.

Iverson: Herkes sana geliyor, senden bir şeyler koparıyor, bir şeyler istiyor. Çekiştirip duruyorlar. Çok zordu. Parayı nasıl idare edeceğini bilmiyorsun, hayatın boyunca paralı olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmemişsin. Zor tarafı buydu. Ama zaman geçtikçe, alışıyorsun.

Iverson-Bowman: Tüm arkadaşları, eğer onun için ufak bir şey yaptılarsa, hemen yüzüne vuruyorlardı: "Sen büyürken biz arkanı kolladık!" Bir sürü insanın derdini dinliyordu: "Elektrikler kesilecek, arabamı çaldılar, bana biraz çıkma yapsana?"

Iverson: Para kazanmaya başladığımda, istediğim dövmeleri yaptırdım. Sonra bağımlılık yapmaya başladı. Kendi istediğim kıyafetler, istediğim görünüşle, kendi stilimle ortaya çıktım.

Dave Coskey (76ers eski başkan yardımcısı): Draft için takım elbise giymişti. Sanırım onu bir takım elbiseyle gördüğüm son andı.

Henry 'Que' Gaskins (Reebok global eski başkan yardımcısı): Reebok beyaz, kurumsal bir marka; bir kadın markasıydı. Aerobik akımı başladığında çıkışımızı gerçekleştirmiştik. A.I.'ın bize yardım edebileceğini düşündük. Çocuklar "Be like Mike" muhabbetinden bıkmıştı. Tapacakları değil, ilişki kurabilecekleri birini arıyorlardı. Allen Iverson, döneminin en sahici sporcusuydu. Daha lige gireceği belli değilken onun için bir ayakkabı tasarlamıştık. Sezon başlangıcında ayakkabının hazır olması, elimizdeki tek şanstı.

Iverson: Bana özel yapılmış bir ayakkabıya sahip olmayı hep hayal etmiştim. Nasıl göründüğü önemsizdi; o ayakkabı benim için güzel görünecekti. İlk ayakkabımdı. Mükemmeldi. Benimdi.

Gaskins: İki yıl içerisinde sıfırdan 200 milyon dolara çıktık. İlk beş yılda, telefonuma çıkmayacak olan sadece ABD başkanı vardı sanırım. Herkes onun etrafında olmak istiyordu.

Lang Whitaker (gazeteci): Bence birçok çocuk onun süslenmiş, yapay bir süperyıldız olmadığını anlamıştı -- bu gördükleri gerçek, kusurları olan bir insandı.

Spencer: Çaylak sezonunda bir gün yerel mahkemede otururken, kayıtlara bakıyordum. Birisi "Iverson burada!" dedi. Ailesine yakınlığı bulunan birine tanıklık yapmak için geldiği o davaya ben de girdim. Dağıtım suçundan oradaydı. Kokaindi sanırım. Iverson jüriye "Lütfen onu içeriye atmayın. Ona bakacağım" diyordu. Etrafındakiler böyle kişilerdi ve o, bu insanlara çok sadıktı.

Todd Boyd (Young, Black, Rich and Famous isimli kitabın yazarı): Çaylak sezonunda Allen, Jordan'a karşı şu meşhur crossover'ı yapmıştı. Tepede, Allen ilk hareketi yaptı, ikinci, sonra Jordan orada kalakaldı. İnanılmazdı. Kimse Jordan'ın uzun süredir öyle küçük düştüğünü görmemişti. Oyunun gördüğü en büyük isim, bir çaylak tarafından alt edilmişti.



Bobbito Garcia (Bounce dergisi kurucularından): Jordan'ı zaten ilk harekette geçmişti, ama sonra yine pozisyon alıp daha keskin şekilde hareketi yaptı. Bunu ancak sokakta görebilirsiniz -- hakimiyeti pekiştirmek için aslında gereği olmayan hareketler.

Gaskins: Jordan maç boyunca trash-talk yaptı: "Bak genç adam, bize saygı duymalısın." Bulls şampiyonluklar kazanmıştı. Allen da Jordan'a "Kimseye saygım yok" çekiyordu.

Iverson: Mike ile ilk tanışmam, çaylak sezonumdaki maçta, sahada oldu. Mike benim favori oyuncumdu. Çocukken onun resimlerini çizip dururdum. Basketbol oynamayı istememi sağlayan kişi o. Gözüm korkmuş muydu? Hayatta. Ben sahadayken, dünyadaki en iyi oyuncuymuş gibi hissederim.

Greenberg: Çaylak sezonunda üst üste beş maçta 40 ve daha fazla sayı attığı bir seri olmuştu, ama insanlar hâlâ onu eleştiriyordu: "Ama çok bencil." Dalga mı geçiyorsunuz?

Phil Jasner (muhabir, Philadelphia Daily news): O maçların hiçbirini kazanamadılar. Larry Brown sonraları Allen'a neden bu kadar çok top kullandığını soracaktı, cevap da şöyleydi: "Koç, diğer elemanlar beceriksiz."

Greenberg: O sezon pek kimseye güveniyor muydu, emin değilim. Bence olan biteni çözmeye çalışıyordu: "Neden sevilmedim? Sağlam oynuyorum, elimden geleni yapıyorum. Kazanmak istiyorum. İnsanlar bunu göremiyor mu?"

Coskey: Çaylak sezonunda bir maçın ardından basın toplantısında bere gibi bir şey takmıştı. O zamanlar bu pek görülmezdi. Lig yönetimi bu konuda endişelerini dile getirdi.

Chris Sheridan (muhabir, ESPN): Başkan Stern, Pat Croce ile kendi ofisinde görüşmüştü ve "Iverson'ın basın toplantısında o bereyi takmasını sevmedik. Güvenlikten sorumlu kişiler bunun bir çete simgesi olduğunu söyleyecek" dedi. Croce gülsün mü ağlasın mı bilememişti, ama şöyle dedi: "Yanılıyorsunuz. o bir Reebok beresi, çeteyle alakası yok; modayla alakası var." Lig yönetimi Iverson'ın lige getirdiği imaja şüpheyle bakıyordu.

Platt: Yeni hip-hop kültürünün NBA'deki yüzü gibiydi. Onun dövmelerini görmeden o maçı kapatamazdınız.



Whitaker: NBA, resmî dergisinin kapağında onun boyun dövmelerini silmişti.

Iverson: Ben başlattıktan sonra herkes yapmaya başladı. David Stern'ün bundan hoşlandığını sanmıyorum.

Kozlowski: Bazen Reebok'ın, onun bu imajını korumasını sevip sevmediğini düşünüyorum. Ayakkabılarını farklı yerlerdeki fakir insanlara satmak.

Reilly: Her zaman Stern'ün getirdiği kıyafet kuralının istemsizce ırkçı olduğunu hissetmişimdir. Ama bunu Allen Iverson'ın 500.000 dolarlık mücevher, yeni bir Yankees şapkası, yüz dolarlık bir tişört, 500 dolarlık kot, ne bileyim, pahalı Timberlandlerle geldiğinde fark ettiğini sanmıyorum -- bu bir giyim şeklidir. Vibe Ödülleri'ne böyle giderler mesela. Grammyler'e de. Stern'ün, Iverson'ın iyi görünmeye çalıştığını anladığını sanmıyorum.

Iverson: Benim giysilerim, diğerlerinin giydiklerinden daha pahalıya patlıyordu. Bütün parayı bunlara döküp, sonra da giyemeyeceğim? Bence takım elbise insanlara yakışıyor. Ama ben eşofman gibi olmadıkça bir takımla rahat edemiyorum.

Spencer: Çaylak sezonunda 21 yaşına girdiğinde, kendisine bir silah almıştı. Sizi bu adamla ilgili çıldırtacak şeylerden biriydi. Toplum onu sevmeyi istiyordu, ama o sonra gidip kendisine bir silah alıyor ve gece 1.30'da ot içip araba kullanırken yakalanıyordu.

Croce: Bir de rap albümü vardı. Her zaman lafı geçerdi. Bence bir kaos yaratmak istiyordu. Gayet de işe yaradı; hem saha içi, hem saha dışında. Saha içinde kaotik bir durumda, kendi yolunda devam edebilirdi. Saha dışındaki durum ise sanırım yetiştirilme şeklinden kaynaklanıyordu. Daha hırçın olmaya ihtiyacı vardı.

Reggie Miller (bir dönemin Indiana Pacers guardı): Philadelphia'daki üçüncü sezonunda ilk kez Playoff görecekti ve bize karşı oynuyorlardı. Onları darmadağın ettik. Ama o, harika bir seri geçirmişti. Kenara gelirken suratında bir havlu, ağladığını hatırlıyorum. Dedim ki, bu çocuk özel biri. Çünkü bize karşı hiç şansları yoktu, ama o yapabileceklerini hissetmişti. Tüm hakiki sporcular kendilerini durdurulamaz hisseder.

Howard Eskin (radyocu): Gittikçe ismi daha da büyüdü ve sonunda organizasyon ona "Hayır" deme yetkisi verdi. Ne zaman bir şeyi yapmak istemese, ses çıkarmıyorlardı. Onlara 'Göz yumanlar' diyordum.

Croce: Alakası bile yok. Onu düzene sokmuştum. Bir keresinde bana sinirlenmişti, çünkü tayfasının onunla uçağa binmesine izin vermemiştim. Bunu yapmak benim işim değildi ama, Larry Brown 'kötü adam' olmak istemiyordu. Bir ara ikisi epey kavgalıydı. Kenara alınınca Allen sürekli Larry'ye bakardı. Aralık 99'da tesislerdeki bir odada buluştuk. Larry benden sonraki gün Allen'ı yollamamı istiyordu, Allen da o gün Larry'yi kovmamı. Direkt konuya girdim:

"Larry, Allen seni bir gardiyan gibi görüyor."
"Allen, kenara alındığında Larry'ye ana-bacı gitmen hakkında ne düşünüyorsun?"

Şu destek konuşmaları gibiydi. Sonunda Allen kalkıp Larry'nin yanına gitti ve sarıldılar. Takım için dönüm noktası o andı.

Jasner: Larry'nin dehası, Allen'ı önceliği skor olmayan dört kişiyle çevreleyip, kazanmak için ne gerekirse yapmasındaydı. Bu şekilde 2001'de Lakers'a karşı finalde oynadılar.

Aaron McKie (dönemin 76ers forveti): Bir tane esas oğlanınız var, diğerleri de düşen rol neyse onu yapmak zorunda.

Tyronn Lue (dönemin Lakers guardı): İlk maçta, üçüncü çeyreğin bitimine 6 dakika vardı, A.I. şimdiden 40 sayıyı falan bulmuştu. 15 sayı öndelerdi. Benim görevim, topun ona gelmesini engellemekti. Oyuna girmemin ardından en az 10 sayı falan attı.

Boyd: Lue son çeyrekte onu yakın savunuyordu. Sonra uzatmada o üçlüğü soktu, Lue yere düştü, Allen da üstünden geçti. NBA tarihindeki en ikonik anlardan birisi.

Lue: Biraz kafasının bozulduğunun farkındaydım, bana karşı bir şeyler yapmak istiyordu. Malum, işe yaradı, sonra da herkes bunun hakkında konuştu. Seri devam ettikçe gerginlik de devam etti. Birbirimizi pek sevdiğimiz söylenemezdi.

Rick Fox (dönemin Lakers forveti): Dördüncü maçı almamızın ardından onu bir golf arabasıyla basın odasına giderken görmüştüm --  ki kısa bir mesafedir. Bir düşünün: Ligde MVP olmuşsunuz, ölümüne mücadele etmjşsiniz, öyle ki, soyunma odasından basın odasına gidemiyorsunuz. İşte gerçek bir savaşçı.

Lue: Sonraki sezon da olayımız devam etti. Ona gidip "Nasıl 50 sayı attığınla ilgili zırvalayıp duracaksın -- hadi şerefsiz, buradayım." O ise "Seni tanımıyorum bile. Kimsin sen?" diye cevap verdi. Ben "Geçen sene şampiyon olan kişiyim" dedim. İlk pozisyonda sayıyı bulduktan sonra bağırdı: "Hadi bakalım, bütün gece bunu yapabilirim." Ben ise "Çok geç ama. Bunu Finaller'de yapmalıydın" dedim. Bunların ardından daha çok konuşur olduk, şimdilerde iyiyiz.

Iverson: Benim sorunum, oynamaktan korkanlarla. Tyronn Lue bunu bir meydan okuma olarak ele alıyordu, delikanlı gibi.



Karen Frascona (76ers eski iletişim direktörü): Sonraki yıl, Finaller'e ulaşmamızın ardından Allen ve Larry yine kavga etti. [Brown, Iverson'ı idmanları ciddiye alma konusunda kötü örnek olmakla itham ediyordu.] Ama Playofflar'ın ardından işleri yoluna koyduklarını bildirme gereği duydular. Her şey çok hızlı olmuştu. Kendimi bunun için suçlamıştım.

Eskin: Basın toplantısında Allen biraz keyifliydi. Daha fazla bir şey söylemek istemiyorum.

Coskey: O gün işten biraz erken çıkmıştım. Eve geldiğimde eşim televizyondaki Allen'ı izliyordu. Sadece "Aman tanrım" dedi. Sonra da aramalar gelmeye başladı.

Iverson (7 Mayıs 2002'deki basın toplantısında): Kulübün yüzü olmam gerekiyor ama ben burada antrenmandan bahsediyoruz. Yani, bakın: Antrenman hakkında konuşuyoruz. Bir maç hakkında değil. hayır. Antrenmandan bahsediyoruz.  Bir maç değil. Çıkıp ölümüne oynadığım, son kez oynuyormuşum gibi ter döktüğüm maç değil. Maç değil. Antrenmandan bahsediyoruz dostum. Yani, ne kadar saçma, değil mi? Antrenmandan bahsediyoruz... Örnek olmam gerektiğini biliyorum... Ama antrenman hakkında konuşuyoruz abi. Ne hakkında konuşuyoruz? Antrenman? Antrenman hakkında konuşuyoruz dostum. Antrenman hakkında konuşuyoruz. Antrenmandan bahsediyoruz. Maç hakkında konuşmuyoruz. Antrenman hakkında konuşuyoruz ya. Salona gelince beni oynarken görüyorsunuz, değil mi? Her şeyimi verdiğimi görüyorsunuz, değil mi? Ama şu anda antrenmandan bahsediyoruz... Ama antrenmandan konuşuyoruz dostum... Antrenmandan bahsediyoruz.

Frascona: Basın onu neredeyse kışkırtıyordu. Onu yönlendirmeye çalıştım ama çok duygusaldı. Olay onun antrenmanla alay etmesine geldi ama mevzu bu değildi.

Greenberg: Şunu demek istiyordu: "Sezonu yeni bitirdik. Bir sürü sayı attım, sıkı oynadım, sakat sakat sahada kaldım. Ve bana idmana geç kaldığım için daha başarılı olamadığımızı mı söyleme cüretinde bulunuyorsunuz?"

Platt: Tam da Celtics'e Playofflar'da elenmelerinin ardındandı. Eric Snow yüzde 25'le falan şut sokmuştu, Dikembe Mutombo topu bile tutamıyordu. Ama Allen her zaman takım arkadaşlarına karşı sadık olmuştu.

Croce: Hiçbir zaman bir oyuncu hakkında kötü konuşmadı. Asla. Bunu yapmazdı.

Eskin: Bunu anlamıştık. Ama "Takım arkadaşlarımı antrenmanla nasıl daha iyi yapacağım?" dediğinde gülmeye başladım. Ne zaman "İdman yapamayacağım" dese ona müsade ederlerdi. Sonra bunun üstünü örttüler. Bir keresinde antrenmanın neredeyse yarısını kaçırmıştı. Hiçbir şey demediler. Bir kere bunu yaparsan, kontrolü ona verirsin.

Reilly: Dr. J ve Malone da her zaman idman kaçırırdı. Iverson muhtemelen NBA tarihindeki herkesten daha fazla sakatlık yaşamıştır.

Miller: Eğer gerçek bir liderseniz, erkenden gelmeli ve en son çıkan olmalısınız. Eğer kaytarıyorsanız, aynı hakkı arkadaşlarınıza da vermiş olursunuz; çünkü en iyi oyuncu bunu yapıyorsa, ben neden yapamayayım?

Jasner: 2004'te, yeni hoca Chris Ford bazı kurallar koymuştu: Eğer bir oyuncu geç kalırsa, kendisini bizzat araması gerekiyordu. Maça çıkardınız, ama yedek başlardınız. Allen bir gün sakattı, ısınmaya çıkmıştı ve ekipman sorumlusuna oynamak istediğini söylemişti. Chris bu konuda tavizsizdi. "Kural neyse o" demişti. Allen kızmıştı: "Ben ilk 5 oyuncusuyum!" Ve maç için hiç soyunmadı. Bunun yerine bençin en ucunda Kareem formasıyla takıldı. Bir ara nacho yiyordu hattâ. Kulübü küçük düşürüyordu.

Eskin: Sonra 2006 yılında bir taraftar organizasyonundan kaçtı. İnsanlar gitmesi gerektiğinin farkındaydı.

Kozlowski: Kaybetmekten bıkmıştı. Çünkü yeterince destek almıyordu. Ve buna müsamahası yoktu.

Croce: Sayı kralı olmuştu. MVP ödülünü kazanmıştı. Yılın çaylağı olmuştu. Milli takımla bronz madalya. Kazanamadığı tek şey, şampiyonluk yüzüğüydü. Size söyleyeyim, aklında sadece bu vardı.

Patrick Saunders (gazeteci, Denver Post): 19 Aralık 2006'da Iverson, Denver Nuggets'a takaslandı. İlk maçından evvel büyük bir kar fırtınası yaşanmıştı. Kimse maçın oynanıp oynanmayacağından emin değildi. Yalnızca beş dakika ısınmıştı. Salon yıkılıyordu.



Carmelo Anthony (dönemin Denver Nuggets forveti): Elway'in Super Bowl'u kazanmasından beri buralardaki en büyük olaydı.

Saunders: İlk 5 başlamadı, ama oyuna girdiğinde hepimiz kopan gürültüden sağır olduk. Alkışlara yanıt vermek için elini kaldırmıştı.

Steve Hess (dönemin Denver Nuggets kondisyoneri): İki haftadır maç yapmamıştı; sadece arka bahçesinde şut falan atmıştı. İlk maçında 35 dakika falan süre alıp 20 civarı sayı atmıştı.

Saunders: O zaman cezalı olan Carmelo maçı evinde izliyordu. Ayaktaydı ve oturamıyordu. Iverson bir takım arkadaşına pas verdi, Carmelo sanki ona gelmiş gibi davrandı. Oturma odasında Iverson ona bir asist vermiş de şutu kullanıyor gibi hareketler yapıyordu. Delirmişti, en sonunda Range Rover'ına atlayıp maç bitiminde Iverson'ı yemeğe götürdü.

Anthony: Bir hayranı gibiydim. Ona diğer bütün oyunculardan daha fazla bağlıydım. Onu açık mavi formayla görmekten ötürü çok mutluydum.

Saunders: Maçtan sonra medyaya da bir 20 dakika ayırdı. Şöyle düşünüyorduk: "Bir dakika, bu bizim bildiğimiz Allen Iverson değil." Olan bitenden zevk alıyor gibi görünüyordu. Rahatlamış falan gibiydi.

Platt: Barkley'nin kariyerini çok fazla hatırlatıyordu: Philly'den ayrılıp Phoenix'e gitmesi ve orada MVP olup Finaller'e ulaşması. Belki Allen da aynı şeyi yapar.

Iverson: Artık bir takımın yükünü tamamen taşımayacak olmanın rahatlaması söz konusuydu. Her gece her gece, 40-50 sayılar atıp yine de kaybetmek. Şimdi ise başta Carmelo, bir sürü kişi var. Aslında buraya geldiğimde, artık Philly'de olduğu gibi savunmanın tüm dikkatini üstüme çekmeyeceğimi hissettim. Benim için en büyük sürpriz buydu. Bence bu oyunuma karşı bir saygı duruşu.

Linas Kleiza (dönemin Denver Nuggets forveti): Basın onun bir serseri olduğunu, sürekli koçlara karşı geldiğini söylüyordu. Bir de şu 'Antrenman' muhabbeti. Ama o şimdiye dek gördüğüm en iyi takım arkadaşıydı.

Croce: Koç Karl'a tavsiyem şuydu: "A.I. çizgiyi geçtiğinde, parmağını kırar." Eğer birisi ona "Hayır" demezse, o da gider yapar. Sonra ne olur, biliyor musunuz? İnsanlar ona "Hayır" demekten sıkılır. Onunla ters düşmek istemezsiniz.

Jerry Schimmel (Denver Nuggets yayıncısı): Bakışımız şöyleydi: Bu adamın gelişi bize şampiyonluk yolunu açabilir. Daha önce böyle bir şey aklımdan geçmezdi.



Sheridan: Bir keresinde bana "Tüm hayatım boyunca yanlış anlaşıldım" demişti. Mezar taşına yazılsın istediği söz buydu: Yanlış anlaşılmak.

Gary Smith (yazar, Sports Illustrated): Neredeyse gerçekliğin, olduğundan daha gerçek olmasını istiyordu. Aynı büyüdüğü gibi; kafan karışık, ve doğduğun ilk günden bu yana bundan besleniyorsun. Sahaya çıktığında bir savaşçı oluyorsun, tüm o mağduriyet ve yanlış anlamaları tersine çeviriyorsun. Ama yine de, sadece bir basketbolcu olarak değil, bir insan olarak da büyümenin bir yolunu bulmalısın.

Reilly: Takip ettiğimiz gerizekalılar yığınına bakıyorum da, bu adam onlardan biri değil. Bu adamı izlemek için römorkun arkasında bile yolculuk ederim.

Hess: Bir antrenör olarak genetik yapısı beni şoke etmişti. Deli gibi çalışması gerekmiyordu; çünkü ihtiyacı yoktu. Onu barfiks demirine asıp sadece dondurma verseniz, yine acayip durumda olur.

Greenberg: Umarım ilerde insanlar onu 'gelmiş-geçmiş en iyi ufak oyuncu' olarak kabul eder Yani, adam lig tarihinin maç başına sayı ortalaması sıralamasında ilk 5'te? Jordan, Wilt, o, Baylor ve West.

Platt: Gerçekten bol pantolonlu ve örgü saçlı bir Rocky gibi.

Steve Nash (oyun kurucu): Eğer hiç izlememiş birine Allen'ı tanımlayacak olursak, onu bir dev zanneder. Her istediğinde çizgiye gider. Tüm yaratıcılığıyla ve temas alarak içeride pozisyon bitirir. İstediği herkesin üzerinden şut atar. 2.10'luk bir canavar gibi duruyor. Halbuki kendisi anca 1.80 ve 75 kilo falan.

Reilly: 72.5 kilo. Islak halde o da.

Boyd: 79 kilo, cımcılık, arka cebinde de tuğla varken.

Platt: Onun yanında durdum ve diyebilirim ki, 1.77 falan.

Greenberg: 1.77

Iverson: 1.82. Resmen.



(Orijinali şurada. Art'a teşekkürler. En baştaki hariç fotoları ben ekledim, yazıda başka yoktu çünkü. İzlemediyseniz şunu izleyin. Netflix'teki belgeseline bakın. Bir de şu kitap var.)

Yorumlar