Dominique vs. Bird: Playoff Tarihinin En Büyük Bireysel Kapışması





Bundan 30 yıl önce, 22 Mayıs 1988 tarihinde, iki Hall of Fame üyesi oyuncu, birçokları tarafından Playoff tarihinin en büyük birebir kapışması olarak görülen mücadeleye imza attı. Dünyanın her yanındaki NBA hayranlarının aklına kazınan bir maçta bunu yaptılar. Dominique Wilkins ve Larry Bird --oyuncular ve koçlar da dahil olmak üzere-- tüm basketbolseverleri büyüleyen, eşi benzeri olmayan bir gösteri ortaya koydular. İşte bu, o öğleden sonranın hikayesi.

"Bu bir düello. Bakalım önce kim gözünü kırpacak?" Tommy Heinsohn

1. YÜKSELİŞ

1988 itibariyle Hawks ve Celtics, NBA hiyerarşisinde farklı sıraları işgal etmekteydi, ama işler tersine dönmek üzereydi. Boston, kimilerinin gözünde 'gelmiş geçmiş en iyi takım' olan kadrosuyla 1986 şampiyonu olmuştu, ama sonraki sezon finalde Lakers'a kaybetmiş, önceki turlarda da çıkıştaki Detroit, Chicago ve Atlanta ile biraz uğraşmıştı. Hawks 1987-88 sezonunu 50-32 ile bitirmişti, ilk turda Milwaukee Bucks'ı geçmesinin ardından Konferans Yarı Finalleri'nde rakibi Boston Celtics'ti.


Dominique Wilkins (Hawks forveti): O yıl şampiyon olabileceğimizi düşünüyorduk. Gerçekten. Oyunumuzdan memnunduk, özellikle de sezonun ikinci yarısında. Kendimize güvenimiz çok artmıştı ve her birimiz şampiyonluğa inanmıştık.

Larry Bird (Celtics forveti): Çıkışa geçmişlerdi. Genç bir takımlardı. Bir arada oynuyorlardı, Dominique de liderleriydi. İyi bir takımın yapması gerekenleri onlarda görebilirdiniz.

Kevin Willis (Hawks power forveti): Uyumlu bir kadroyduk; bence bu, o noktaya dek gelmemizde büyük etkendi. Birbirimize inanıyorduk, yaptığımız şeye inanıyorduk. O sezon son noktaya varacağımızdan emindik.

Cliff Levingston (Hawks yedek pivotu): O sezon rock grubu gibi dolanıyorduk. Isınmalar smaç yarışması gibiydi. Maça 15 dakika kala falan sahaya çıkardık, tribünler dolu olurdu. Ufak bir smaç yarışması sergilerdik, herkes bizim şehre gelmemizi heyecanla karşılardı; genç ve iyi bir takım. Kendi taraftarlarımız ise daha da heyecanlı olurdu. Saha içi veya saha dışı, her ne yaparsak bizi takiptelerdi. Kuyruk gibi peşimizdelerdi.

John Battle (Hawks yedek guardı): O seri daima hatırlanacak. Boston’la oynarken sizi farklı bir his kaplar. Çıkmanız gereken farklı bir enerji seviyesi hasıl olur. Sadece siz değil, iş saatleri boyunca moralini yüksek tutan ve Boston'la oynayacak olan bir takıma desteklerini arttıranların da sorumluluğuydu bu. 

Scott Hastings (Hawks yedek forvet/pivotu): Normal sezonda Boston’ı yenmeden önce Tree Rollins, Doc Rivers ve ben Marietta’da bir bara gitmiştik, orada Celtics formalı biri vardı. Bize dedi ki, “Eğer bizi yenerseniz, bu formayı yakarım”. Biz de maçtan sonra yine oraya gittik, formayı çıkarttırdık, barın ortasında çakmağı tutup ateşe verdik.

Mark Bradley (Atlanta Journal-Constitution köşe yazarı): Celtics, Hawks’a büyük üstünlük kurmuştu. Onları 86 Playoffları’nda fena yenmişlerdi. İki yıl sonra Hawks’ın çok zorluk çıkarması beklenmiyordu ve ilk iki maç da öyle geçti. Sonra seri Atlanta’ya taşındı ve her şey değişti. Hawks, Celtics’in berbat şut attığı bir akşamda 3. Maçı kazandı ama bu maç Boston kötü olduğu için mi, Hawks iyi olduğu için mi böyle bitti, söylemek zor.     

Bob Ryan (Boston Globe köşe yazarı): Hawks’ın 5. Maçı kazanması normal değildi. Çünkü geleneksel olarak, seri 2-2 ise, 5. Maçı Boston kazanır.

Steve Holman (Hawks radyo anlatıcısı, aslen bir Boston’lı): 4. Maçı aldık ve Boston’a döndük. İnsanlar Atlanta’da kazanılan iki maçı pek ciddiye almıyor gibiydi, çünkü 5. Maçta bizi darmadağın etmeleri bekleniyordu. Ve birdenbire, ‘Nique harika bir 5. Maç çıkardı. Randy Wittman çok iyiydi. Doc Rivers da iyiydi ve onları yendik. Dünyayı tam anlamıyla şoke etmiştik – kimse inanamamıştı. Aslında, üzerime bira da dökmüştüm. 

Danny Ainge (Celtics şutör guardı): 5. Maçı kaybedince onları ciddiye almaya başladık. Maçın ardından soyunma odasındaki sessizliği hatırlıyorum. Bizi Garden’da yenmişlerdi ve 6. Maç için Atlanta’ya gidilecekti – çıt çıkmıyordu. Ne yapılması gerektiğini biliyorduk. 6. Maç olabilecek en zor şekilde geçecekti, çünkü deplasmanda, hınca hınç dolu bir salonda oynayacaktık ve rüzgarı arkalarına almış durumdalardı.

Mike Fratello (Hawks koçu): İyi bir takımdık. İyi olduğumuzu biliyorlardı. Celtics karşısında 0-2 geriye düştükten sonra durumu 3-2 yapmak için kendinize inanmanız gerek. Bu da seride geri dönmek için gereken oyuncu karakteri, zihinsel sertlik, tutku ve efor hakkında bir şeyler söylüyor. Herkes serinin bittiğini ve süpürüleceğimizi düşünüyordu.          

Battle: 5. Maçı kazanmıştık ve eve dönerken –bu kötü bir şey tabii ama şampiyonlar böyle düşünür-- “Hadi onları yenelim. Bir daha Boston’a dönmeyelim. Onları şimdi yolcu edelim” diye düşünüyorduk.

Doc Rivers (Hawks oyun kurucusu): Şehir yanıyordu, harika bir şeydi. Atmosferi hissedebiliyordunuz. Hepsi arkamızdaydı. Atlanta şehrini spor için hiç böyle görmemiştik. Buna şahit olmak güzeldi. Maç günü salona girişimi hatırlıyorum, ortalık yıkılıyordu.

Holman: The Omni her zamanki gibi gürültülüydü. Tribünler hıncahınç doluydu. Maçtan bir saat öncesinde tüm koltuklar dolmuştu. “KC Jones Emeklilik Partisi” yazılı bir tabut gördüğümü hatırlıyorum. Muazzamdı.

Başka çaresi olmayan Celtics, 6. maçta erkenden öne geçti ve maçın büyük bölümünde de üstünlüğü korudu. Son dakikalara doğru buldukları bir seri Atlanta'ya maçı uzatmaya götürme şansı sundu ama son pozisyonda işler yolunda gitmedi ve Boston 102-100 galip geldi. 

Wilkins: Yeterince sağlam değildilk. Maçın sonlarında bulduğumuz fırsatlardan yararlanamadığımızı düşünüyorum. Karşısında çok hata yapabileceğiniz bir takım değil Celtics. Hata yaparsınız ve sizi gebertirler. O takımda beş tane Hall of Fame üyesi vardı.

Levingston: İş son şuta kaldı, topun Dominique’e gitmesi gerekiyordu ama ben kullandım ve isabetli olmadı. 

Wilkins: Potaya doğru gitti, sol elle şutu yolladı ama kısa düştü. Çok sinirlenmiştim (gülüyor). Ama herhangi bir pozisyondu yani, sorun yok.

Rivers: 6. Maçta işi bitirmek için şansımız vardı – böylece Boston’a geri dönmeyecektik. Kaybetmemizin ardından Boston’a indiğimizde 80 yaş civarındaki bir hanımefendi, havaalanında bana bakıyordu – o günlerde özel uçak olayı yoktu. Bavullarımızı bekliyorduk, bana doğru yürüdü ve “Hey Rivers, burada olmaman gerektiğini düşünüyorsun, değil mi?” dedi.



2. BOSTON GİZEMİ

Dananın kuyruğunun kopacağı 7. maç için her şey hazırdı. İki takım için de baskı en üst düzeydeydi, ama Larry Bird, maçtan önce galibiyeti garanti ederek ortalığı karıştırmıştı: "Şimdiden galibiyeti unutsunlar, hiç şansları yok... Bizi yenmek için bir şansları var ve eğer kaybedersek yarının tatil olacağını hepimiz biliyoruz." 

Wilkins: Larry Bird, 7. Maçı alacaklarına dair garanti vermişti. Soyunma odasından çıktığımı ve Tree Rollins’in buna dikkatimi çektiğini hatırlıyorum. Ona şöyle dedim: “Eğer savaşmaya hazır değilsen, savaşa gitmeye hazır değilsen, hiç dışarı bile çıkma. Çünkü bugün benim karşıma her kim çıkacaksa, uzun bir gece geçirecek.”

Jeff Twiss (Celtics Medya İlişkileri/Halkla İlişkiler başkan yardımcısı): Bird’ün böyle bir şey dediğini hiç duymadım ama her zaman kendisine güveni tamdı. “Bu … yeneceğiz” demişti. O kelimeyi kullanamam. “Bu adamlar” diyelim. O özgüvene sahipti.

Jim Paxson (Celtics yedek guardı): Kimsenin büyük bir sorun olarak baktığını sanmıyorum. Herkes baskının farkındaydı. Kazanacak ya da evimize dönecektik. Larry her zaman kendisine ve takımına güvenen tipte biriydi. Bir kere ben Portland’dayken hava atışında gelip Calvin Natt’e “Senin üstünden 40 sayı atacağım” dedi. Sanırım o akşam 40 küsur sayı attı. O böyle biriydi, bu da takım arkadaşlarına güvenini dolaylı olarak göstermenin bir yoluydu.

Tommy Heinsohn (CBS yorumcusu ve Celtics efsanesi): Bird, 3 Sayı Yarışması’ndan önce soyunma odasına girip “Kim ikinci olacak?” diye soran bir adam. Çok cesurdu, ama sanırım bunu kendisini gaza getirmek için yapıyordu.

Bird: Asla öyle bir şey söylemedim. “Boston’a döneceğiz ve güzel şeyler olacak” dedim. Biraz üstüne koymuşlar. Garanti vermedim ben. Öyle ya da böyle Boston'a dönüyorduk ve maçı kazanmalıydık, çünkü genelde kazanırdık. 

Ainge: Haklı çıktı. Sözlerinin arkasında durdu (gülüyor).

Hawks, Boston'daki 5. maçı kazanmıştı, ama bunu tekrarlamak ufak bir iş değildi. Celtics normal sezonda kendi sahasında sadece 5 kez kaybetmişti ve bu salon, eşsiz bir evsahibi avantajı yaratmasıyla ünlüydü -- bu, şehre de yayılmış gibi görünüyordu. 

Rivers: 7. Maçın sabahında kimseye oda servisi uğramamıştı. Neler olduğunu anlamamıştık. Klasik Red Auerbach işleri diye düşündük. Otobüste maça giderken cips yemiştim. Birkaç kişi içerde yemek aranıyordu salona geldikten sonra. Doğru-düzgün yiyecek bir şey bulmak için ortalığı karıştırıyorduk.

Holman: Red Auerbach üst düzey bir rekabetçi. Bazen soyunma odasında tahta yerinde olurdu ama tebeşir olmazdı; bazen de tebeşir olurdu ama tahta olmazdı. Böyle ufak şeyler. Bir keresinde otobüs bileti aldığımızı hatırlıyorum. Bizi Storrow Drive’a doğru götürdüler. Bu her zaman yaptıkları söylenilen, takımların salona daha geç gelmesini sağlayan numaralarından biriydi. Bazen soför kaybolmuş numarası yapar, Garden’a North End'in oradan giden yanlış yoldan dönerdi.

Rivers: 7. Maçtan önce yine duvarda tahta yoktu ve Koç Fratello delirmişti. Koridorda “Bu amına kodumun tahtası nerede?” diye bağırıyordu. Güldüğümü hatırlıyorum. Onlarla altı kere oynamıştık, bu kez farklı nereye koyabilirlerdi ki? Biz çok umursamadık ama Mike çılgına dönmüştü. Red’e sinirlenmişti. Bostonlıların bunu yaptığından emindi.

Fratello: Yılın belli zamanlarında duşta hiç sıcak su olmazdı ve havanın daha iyi olduğu bazı zamanlarda ve Playoff zamanı da çok sıcak su akardı. Garden böyleydi. Zeminin durumu, ölü noktaların neresi olduğu muhabbeti, bu tip şeyler hep etrafta dolanırdı. Bay Auerbach siz soyunma odasındayken Four Seasons veya Ritz Carlton’da gibi hissetmenizi istemezdi.

Bird: O su bizim için de sıcaktı. Buna alışıktık ama klima olayı Garden’da hiç olmadı.

Heinsohn: Hepsi saçmalık. Hokey takımı salonun sahibiydi, böylece biz her konuda ikinci sıradaydık. Soyunma odaları ve zemin 2. Dünya Savaşı’nın ardından odun fazlalarıyla inşa edilmişti çünkü o zamanlar odun sıkıntısı vardı. Parke böyle yapılmıştı. İnsanların söyledikleri, kötü niyetli cümleler, sıcak su olayı vs… Celtics de aynı durumdaydı. Onların soyunma odasında da soğuk su akıyordu. Ben oynarken küçük bir yerdi orası. İki tane askı vardı, o kadar. Bir tane de duş. Kazanamayınca herkes bahane bulur.

Ryan: Bunların hepsi mit, ama Red severdi. Eğer insanlar böyle düşünmek istiyorsa, onun için sorun yoktu. Ama tamamen sallamasyondu.

Tree Rollins (Hawks pivotu): Maç başladı, Bostonlı taraftarlar deli gibi bağırıyor olsa da, ortam çok sessizmiş gibi hatırlıyorum. Ayakkabılardan çıkan sesleri, koçların talimatlarını, takım arkadaşlarımın söylediklerini hatırlıyorum. Muhtemelen bir basketbol oyuncusu olarak ulaştığım en yüksek konsantrasyon seviyesiydi.

Rivers: 7. Maç için giderken gerçekten kazanacağımızı düşünüyordum. Arkadaşlara inanmalarını söyledim. Tüm soyunma odası hazırdı. Herkesi şaşırtacaktık, çünkü insanlar bizim orada çuvallayacağımızı tahmin ediyordu.

Bradley: Yalnızca Hawks’ın elindeki fırsatı teptiği değil, ayrıca böylece Boston Garden’da yeni bir Playoff hüsranına da kendilerini mahkum ettiklerine dair bir his vardı. 1986’da burada, serinin son maçında üçüncü çeyrekte 36-8’lik bir seri yemişlerdi. Birçok insan bunun tekrarlanacağını düşünüyordu açıkçası. Ama öyle olmadı. Kulüp tarihinin en iyi maçlarından birini oynadılar.



3. DÜELLO

Maç üç çeyrek boyunca gidip geldi, iki takım da nadiren bir pozisyondan fazla sürede önde kalabiliyordu. Dördüncü çeyreğe girerken Celtics iki sayı öndeydi. Wilkins 31 sayıyla en skorer oyuncuyken, Bird nispeten daha sessiz bir biçimde 14 sayıdaydı. Az sonra her şey değişecekti. 

Bird: Maçın başlarında skor yakındı. Playofflar’daki bakış açım, oyunun nasıl ilerlediğini görüp, takımın en çok neye ihtiyacı varsa onu yerine getirmek üzerineydi. İlk dakikalarda iyi gidiyorduk, ben maçı hissetmeye, oyun kurmaya çalışıyordum, verimli olmam için ne gerekiyorsa onu yapıyordum. Dominique birçok isabet buldu, ben de oyunu hissediyordum. Dördüncü çeyrekte ısındım, birkaç oyun kurdum, bazı isabetler buldum. Bir o atıyordu, bir ben. Onların oyununa bakarak maç sonunun kafa kafaya olacağını söyleyebilirdiniz.

Wilkins: Sahada koşuyorduk -- ben, Bird ve Kevin Willis. Kevin bana gelip “ Şu adamın daha fazla sayı bulmasına izin verme” dedi. Ben de içimden “Ne diyor bu ya?” diyordum. Bird’ün gözleri kocaman oldu. İşte o zaman anladım. Dev uyanmıştı. Kapışma orada başladı işte.

Willis: Bird neredeyse imkansız şutları sokmaya başladı. Dominique’i biliyorsunuz, kendini göstermez, özellikle de büyük maçların son anlarında. Maçın içinde olsak da şaşkınlığımızı alamıyorduk. Bakalım kim kaçıracaktı?

Levingston: HORSE oynar gibiydiler. Bird geliyor, panyalı isabet. Sonra Dominique, o da panyalı. Larry geliyor, deliksiz şut. Dominique, o da. Larry’den bir turnike. Sonra Dominique’den de bir tane. Sadece birkaç oyuncunun sadece pas vermek için orada bulunduğu, tam anlamıyla saha boyu oynanan 1’e1 maç gibiydi.  

Wilkins: Bird tüm seride beni savunmuştu, ama bu maçta savunmadı. Sanırım onu Kevin Willis ya da başka birine vermişlerdi. Ama işin diğer tarafında onu ben savunuyordum.

Rivers: Herhangi birinin kolay şut kullandığını sanmıyorum. Kullandıkları şutlardan yarısını ‘kötü tercih’ olarak nitelendirebiliriz. Bu konunun etkileyici olan kısmı bu. ‘Nique sadece bir imkansız isabet bulmuştu. O da kullanmayacağınız ve kullanmamanız gereken panyalı bir şuttu ama soktu. Olay şu noktaya gelmişti: Bu şutları arıyorlar, bu şutları deniyorlar, ve hepsini de sokuyorlar. 

Fratello: Topu Dominique'in elleriyle buluşturacağımızı biliyorduk çünkü formdaydı; aynen Boston'ın Larry için düşündüğü gibi yani. O akşam topu Dominique’e verirseniz, bir asist yapmışsınız demekti. Bençte oturduğum yerden bile asist yapabilirdim, öyle sıcaktı.

Heinsohn: İkisinin de birbirine üstünlük sağlama mücadelesini izlemek eşsiz bir deneyimdi. 60 sayı atanlar gördüm, ama buna karşılık veren kimse yoktu. Bu ise, iki adam arasındaki irade gücü oyunuydu. Koçların bu işte parmağı yoktu, tamamen “Seni seçtim ve ağzına sıçacağım" modu.

Spud Webb (Hawks yedek oyun kurucusu): Dominique, McHale’e karşı iyi oynayamazdı, çünkü kolları çok uzundu; fakat o maçta McHale’in yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bizim de Larry Bird’e karşı yapabileceğimiz bir şey yoktu.

Bill Walton (Celtics yedek pivotu): Dominique Wilkins, basketbol tarihindeki gerçek durdurulamaz güçlerden bir tanesiydi. Ona, Dom Perignon isimli şampanyaya atfen ‘Dom’ derdik. Onu durduramadık. Larry de “Tamam, o zaman ondan daha fazla sayı atmamız gerek” dedi, ve yaptı da.

Ryan: Bird sağdan sola doğru giderek harika bir şut atmıştı; tökezledi, şutu yolladı, faulü aldı. Top içeri girdi: Ortadan atılmış sol elle bir üçlük isabeti. Tamamen şanstı.

Levingston: Boston Garden’ın olayı buydu. O şutun girmesinin imkanı yoktu. Çemberden içeri nasıl girdi o? O binada meydana gelen gerçekdışı olaylardan biriydi işte.

Maçın sonlarına doğru, Larry Bird köşeden kritik bir üçlük sokup durumu 112-105'e getirdi ve maçtaki onlar adına en büyük farkı yarattı. 



Webb: Bizim bencin önündeki o üçlük… sol eline aldığında manzara iyiydi.

Rivers: Bizim bençe doğru düştü. “Vay anasını” dercesine kafamızı sallamıştık.

Ryan: Bird bu takıma 1985’te New Orleans’ta 60 sayı atmıştı. Yıllar içinde Larry’nin en iyi hâlini gördüler.     

Wilkins: Bize 60 sayı attığı maçı hatırlıyorum. Sol elle bir üçlük sokmuştu. Sol eliyle! O kadar sıcaktı işte. Bunu yapmak için fundemantal'ınız çok iyi olmalı. 

Levingston: Larry Bird’ün 50 attığı birçok maçı izlemiştim. Michael’dan sonra izlediğim en iyi ikinci oyuncu o. Size nerede şut atacağını söyleyip sonra oradan şut kullanabilir. Sizi tüm sahada dolaştırır, perdeler getirtir, tekrar oraya gelir, sonra da o noktadan şut atarken bakıp "Olamaz" dersiniz. 

Holman: İnsanlar bu konuda ne dese az. Tarih kitaplarına geçecek bir maç olduğunu muhtemelen o anda fark etmemiştik.

Paxson: Oradayken tarihî bir kapışma gibi gelmemişti bize. İçinden “Umarım Larry sayı bulmaya devam eder ve maçı kazanırız" falan diyorsun en fazla.

Wilkins: Herkes Bird ve benim kapışmamızdan bahsediyor ama o gün iyi maç geçiren birçok kişi vardı. Randy Wittman 22 sayı atmıştı. Doc Rivers’ın 16 sayı-18 asisti vardı. Kevin McHale 33 sayı bulmuştu. Kimse bunları söylemiyor.

Randy Wittman (Hawks şutör guardı): Benim en iyi maçlarımdan biriydi. 13’te 11 falan atmıştım. Dominique’e söylediğim gibi, bu yüzdeyle sokarken bana yeterince top vermedi. Sonra Fratello beni sezon bitiminin ardından beni takas etti. Yani son kez öyle bir rakama ulaşmıştım.

Battle: Sahadaki herkes iyi bir maç geçirmişti. Bu kadar büyük oyuncularla sahada yer alınca, size de bulaşıyor. Onların şut kaçırmadığını görüp de şut kaçırmak mı? Mümkünü yok. Liderliğin en üst seviyesine şahit olmuştuk: Bird takımını sürüklüyor, Wilkins takımını taşıyor. O akşam, tek kelime kullanmadan, herkesin elinden gelen en iyisini yapmasını istediler.

Wilkins kendi kaçan şutunu smaçla tamamladı ve 20 saniye kala farkı üçe indirdi. Hızlı düşünen Bird topu hemen Ainge'e atarak oyunu başlattı, o da kolay bir turnike buldu. Rivers koşup zamanında şutu engellemişti, ama hakem Hugh Evans tersini düşünüyordu.

Rivers: Orada ihlal olmadığından hâlâ eminim. Maçı ilk izleyişim, geçen sene, lokavt döneminde oldu. Comcast Sports Net maçla ilgili bir şey yapmak istiyordu, benden maçı izlememi istediler. Birkaç kez reddettim, çünkü o maçı izlemeye hiç niyetim yoktu, ama sonradan kabul ettim. Maçı izledim ve o pozisyonu iyice görmek için oraları yavaşlatmalarını istedim. Tommy Heinsohn bile –ki bu onun için çok zor bir şey-- pozisyonun temiz olduğunu söyledi.

Ainge: Hatırladığım kadarıyla, kesinlikle inişteydi. Ama tekrar izleyince, belki de değildir (gülüyor). Doc birden beliriverdi. Onun topu kolayca savuşturacak kadar sıçradığını düşünmüştüm. Gerçekten çok yakındı.

Skor 118-115 Boston lehineyken Wilkins bitime 1 saniye kala faul çizgisine gitti. İlkini soktuktan sonra ikincisini bilerek kaçırdı --maçta kaçırdığı ilk fauldü-- ama Hawks bunu değerlendiremedi ve maç 118-116, Celtics'in lehine sonuçlandı. Wilkins maçın en skoreri olurken, son çeyrekte 16 sayı atmıştı; Bird ise toplamda 34 sayı atıp, 20'sini son çeyrekte bulmuştu.

Fratello: Dramatiklik seviyesi açısından Playoff maçları arasında en üst sıralarda yer almalı. 7. Maç, Boston Garden, iki harika oyuncunun kapışması, işin son saniyedeki faul atışına kalması ve onu bilerek kaçırıp tiplemeye çalışmamız.

Walton: İnanılmaz bir insan ruhu ve liderlik gösterisiydi. Bir oyuncu, bir taraftar, bir yayıncı olarak bunun için yaşarsınız. Kusursuzdan bile daha iyi. Kesinlikle bunun bir parçası olmak isterdim.

Hastings: Sizinle son çeyrekte salondakilerin sadece yüzde ikisinin koltuklarında oturduğuna dair bahse girerim. Onlar da altlarına işedikleri için kalkamamışlardır.

Bird: Maç son birkaç şuta kaldığında bazen topu hareket ettiren şanstır, böylece sayıyı bulursunuz. Serinin önceki aşamalarında da benzer durumlarda kalmıştık; gerektiği şekilde oynayabileceğimizi biliyorduk ama bu düşündüğümüzden daha da zor oldu. 

Ryan: Bu maçı Doug Flutie-Miami maçına benzetiyorum. Eğer Flutie, Miami’ye karşı touchdown pasını atamasaydı, o maç yine de kolej futbolu tarihinin en büyük maçlarından biri olurdu. Maç 49-45 bitmişti. Harika oyuncularla muazzam bir maçtı, ama herkesin hatırladığı şey, maçın sonu. Ama inanın bana, geri kalan 59 dakika 50 saniye de harikuladeydi. Ve bu maçta da, herkes son çeyrek hakkında konuşuyor. Muazzamdı.

Battle: O akşam ligdeki herkesi yenebilirdik… Boston hariç. Eğer 6. Maçtaki gibi oynasaydık, Boston asla bizi yenemezdi. Oyanayabilecekleri en iyi maçı oynamaları gerekiyordu. Boston oyuncularının takdir ve hayranlığını çok az kişi gördü. Biz içeri girerken gözlerinde gördüğüm ve ellerini sıktığımızda hissettiklerim şunlardı: “Bugün harika bir takımla oynadık ve sizi ancak yenebildik. Çok iyi bir takımsınız.”

Rivers: Hep kötü bir maç geçirdiğimi düşünmüşümdür. Birkaç yıl önce, Playofflar’da Hawks’a karşı oynarken Danny o maçın istatistik kağıdını getirdi ve “Tanrım, 7. maçtaki rakamları gördün mü?” dedi. Ben de “Yok, ben çok kötüydüm” dedim. “Çok mu kötü?” diye karşılık verdi. Birçok sayı bulduğumu ve tonla asist yaptığımı biliyordum ama kesin rakamlar hakkında fikrim yoktu. Üçüncü çeyreğin sonunda bizi dağıttıklarını hatırlıyordum. Zihnin bu kadar olumsuz şekilde hatırlaması ne acayip, değil mi?

Ainge: Bunun hakkında konuştuk. Beni tam saha savunmaya çalışmasıyla dalga geçmemi, bu çabanın işe yaramadığını falan hatırlıyorum. Geriye bakıp kazandığını görmek her zaman güzeldir. Kazanmanın en iyi tarafı ise abartma hakkının olması.

Holman: Bence herkesin hissettiği şey, ellerinden geleni yapmaları ve çok iyi oynamış olmaları. Eğer tarihin en iyi oyuncularından birine toslamamış olsak, neler olurdu bilemeyiz. 

Rollins: Takım uçağımız yoktu, o yüzden Boston Havaalanı’nda oturup beklemek zorundaydık. O anda "Işınla bizi Scotty!" diyip oradan uzaklaşmak istiyorduk. Maç kafanıza tekrar giriyor ve neyi daha iyi yapabileceğiniz hakkında kafa yoruyorsunuz. Bir ribaund ya da bir blok, maçı kazanma adına yapılabilecek bir hareket. Bunun ardından takım biraz dağıldı, üzücü zamanlardı. Tüm o ortaya koyduğumuz çaba, hazırlık, enerji… Eve sanki günler sonra dönmüşüz gibi gelmişti.

Levingston: Havaalanında oturuyorduk ve öylece kalakalmıştık. Sezon bitmişti. Nasıl kaybetmiştik bu maçı? Kazanmalıydık. Larry Bird’ü kontrol altında tutuyorduk, nasıl böyle patlayıcı bir 4. Çeyrek oynayabildi?



4. SONRASI

Ryan: Eğer Hawks kazansaydı, inanıyorum ki bütün kulüp tarihi değişirdi. Bir şeyleri başarabilecek, çok iyi bir takımdı o.

Bradley: Hawks bu kadarına yetmedi, basitçe. Sonrasında nasıl hissedeceğini kestirmek zordu. Bir yandan seri kaybedilmişti, diğer yandan ise ortaya koyulması mümkün görünmeyen bir rekabetçilik sergilenmişti seri boyunca. Heyecan, gurur ve hayal kırıklığı bir aradaydı.

Rivers: Hiç toparlanamadık. Sonunda büyük bir takas yapıldı ve takım değişti – ki biliyorsunuz, dönüp baktığınızda doğru bir karar değildi.

Wittman: Farklı olabilirdi. Kazanırdık ve bunun ardından sonraki üç, dört ya da beş yıl üstüne koyarak gidebilirdik. O seriden sonra takımı dağıttılar ve hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

Holman: Eğer kadro aynı kalsa, sonraki yıl ne olurdu diye sıkça merak ederim – Moses Malone ve Reggie Theus’u getirmek yerine Tree Rollins ve Randy Wittman’ı tut. Moses’ı severdim. Bu hamlelerin hücumu geliştirmek için yapıldığını biliyorum. Biraz daha hücum katkısı gerektiğini düşündüler.

Ryan: Celtics için son atımlık baruttu. Detroit’e elendiler ve bir daha geri dönemediler. Bird sakatlık belasıyla uğraşmaya başlamıştı. 1989-90 sezonuna girerken sakattı -- son 4 sezonunda, onunla ilgili yapılan geyikler ve düzelme ihtimaline karşılık kafalardaki soru işaretleri hariç başka bir şey yoktu. Pek idman yapamadı, hep sakattı. McHale de önceki yıl zaten ayağının içine etmiş ve düşüşe geçmişti. 

Ainge: Larry o seride sakattı. Tüm Playoff dönemi boyunca sakattı ve sonraki yıl ameliyat oldu. Yüzde 100’üne yakın bile değildi ve bir daha çift Aşil sakatlığından önceki hâline erişemedi. Sırt ağrıları da vardı. Takımın düşüşe geçtiğini hissedebilirdiniz. 1988 yılında Kevin ve Larry, tüm 80’ler boyunca oldukları oyuncu değillerdi. Maçlarda düşüş emareleri görebilirdiniz.

Üzerinden 31 yıl geçmesine rağmen, bu maç hâlâ orada olanlar ve olmayanlar sayesinde yankı buluyor. 

Rivers: Şimdilerde Boston’da yaptığım şaka, bana o maçta olduğunu söyleyen insanların fazlalığı üstüne. 60.000 kişi vardır herhalde! Garden’a o kadar insan sığmayacağını biliyorum. “Ben de o maçtaydım ya.” O kadar insan sığmaz oraya…

Webb: İnsanlar sürekli bana soruyor, inanılmaz bir şey. Arkadaşlarla golf oynarken, kulüpte otururken, sürekli o maçta oynamanın nasıl bir şey olduğunu sorup duruyorlar. Bunu anlatamazsınız – görmeniz gerek.

Willis: Boston’la oynanan maçlara gidiyorum ve insanlar “80’lerdeki 7. Maç gibi değil. Karıştırmayın” diyor. Biliyorum. Asla öylesi gelmeyecek.

Bird: Birçok büyük maç oynadım, sıralaması zor. Hepsi farklı, malum. O maçtan sonra şunları hissettiğimi söyleyebilirim: Oynadığım en iyi maçtı. “Vay be, ne oynuyorum” demiştim.

Wilkins: İçeri girerken Bird iki tarafın da hak ettiğini ama maalesef bir takımın kazandığını söylemişti. Kafanızı kaldırıp “Sağlam oynadık, her şeyimizi verdik” diyebildiğiniz bir seriydi. İki takım için de.


(Orijinali için şuradan.)

Yorumlar