Barcelona’nın
bir rekora imza atarak altı kupa ile kapattığı 2009’dan bu yana on yıl
geçti; aynı zamanda Kulüpler Dünya Kupası finalinde Arjantin’in
Estudiantes takımına karşı az kalsın yenilecek olmalarının üstünden de
on yıl geçti.
Maçta
duraklama dakikalarına girilirken, Arjantin ekibi Abu Dabi’de oynanan
maçta 1-0 öndeydi. Ama sonra, Pep Guardiola’nın Barça’sının stiliyle hiç
alakası olmayan bir golle, Pique’nin kafa ile içeri yolladığı topa yine kafayla vuran Pedro’nun attığı golle maçı uzatmaya götürdüler. 110. dakikada da Lionel Messi,
göğsüyle attığı golle maçı Barcelona’ya getirdi. Böylece o yılki 6.
kupalarına ve tarihlerindeki ilk Kulüpler Dünya Kupası’na ulaştılar.
Barcelona
için 2009, ufak detaylar ve son dakika gollerinin yılıydı: Şampiyonlar
Ligi’nde, Stamford Bridge’de Andres Iniesta’nın dramatik golü, Avrupa
Süper Kupası’nda Pedro’nun uzatmada attığı gol, Jose Pinto’nun İspanya
Kral Kupası’na giden yolda Mallorca’ya karşı kurtardığı penaltı. Aynı
zamanda gösterişli zaferlerin ve cesur açıklamaların yılıydı.
Guardiola’nın takımı oyunu yeni seviyelere taşıdı ve Messi, etrafındaki
pas ustalarının da desteğiyle, futbolun en iyisi olarak ortaya çıktı.
-- Bu takım nasıl bir araya geldi?
Guardiola
hocalık yolunda ilk adımlarını, 2007’de Barça B’nin başına geçerek
atmıştı. Takımını 3. Lig’e yükselttikten sonra beklenmedik biçimde
2008’de A takımın anahtarları kendisine verildi. Bu karar, kulüp
tarihine geçecek bir sezon için ortamı hazırlamıştı.
Dani
Alves o yaz 32 milyon euro karşılığında, Sevilla’dan Barcelona’ya
transfer oldu — bu, onu o dönem itibariyle tarihteki en pahalı 3. defans
oyuncusu yapıyordu. Alves, Haziran 2016’da kulüpten ayrılana dek, üçü
Şampiyonlar Ligi ve altısı La Liga olmak üzere, 23 kupa kazandı. Kendisi
aynı zamanda Guardiola’nın ilk transferlerinden biriydi.
Dani Alves: En iyi şey neydi? Bence birlik olmamız. Aramız çok iyiydi. En kötüsü? Hiçbir şey.
Bunu
çok deşmek istemiyorum, çünkü Barça taraftarları için hassas bir
mesele, ama bence Barcelona’nın başarısı iki şeyin sentezinden
oluşuyordu. Barça’yı büyük kılan yalnızca La Masia değildi. Bu bir
karışımdı: Temelde La Masia ve de yabancı oyuncuların desteği.
Joan
Laporta 2003-2010 yılları arasında Barcelona başkanıydı. Onun döneminde
kulüp dört kez La Liga, iki kez Ş. Ligi ve bir kez de Kral Kupası’nı
kazandı.
Laporta: Rakiplere
saygısızlık yapmak istemem, ama o sezon kazanacağımızdan hep emindik.
Ve bazen sorardık: Bugün kaç gol atacağız? Eğer gol yersek, her zaman
bir ya da birkaç gol atıp durumu değiştireceğimizden emindik. Belirli
bir oyun stilimiz vardı. Tam bir gösteriydi. Bale gibiydi. Benim için en
önemli şey, nasıl oynadığımızdır. Bir futbol makinesi gibiydik.
Tabii
ki iyi gideceğimizi düşünüyordum, ama gerçeklik, tüm beklentileri aştı…
Bence gelmiş-geçmiş en iyi Barcelona takımıydı. Bu kupalar, daha
sonraki kupa ve zaferler gibi, Lionel Messi’nin liderliği olmadan
anlaşılamaz.
Pedro,
2008-2015 arası Barcelona’da forvet oynadı. Guardiola tarafından A
takıma çıkartıldı ve bir sezon sonra oynadığı altı kupada da gol atan
tek İspanyol oyuncu oldu.
Pedro:
Finallere ulaşacağımız bir noktaya geldik ve hepimiz, daha oynamadan
önce kazanacağımızı düşünüyorduk. Sporda finalleri kazanmak zordur, ama
sahadayken o dominasyonu ve rakiplerin bize duyduğu saygıyı
hissedebiliyorduk — ki bu bizim lehiize bir şeydi. Özgüvenimiz yüksekti.
Böyle
bir grup oyuncu bir daha bir araya gelemez — Xavi, Iniesta, Messi,
Alves… Çok güçlü ve rekabetçi bir takımdı. Ve bizim sahaya mükemmel
şekilde yansıttığımız Pep’in fikirleri. Her şeyin ortaya çıkabildiği
maçlara nasıl hükmettiğimizi görebilirdiniz. Sahadayken o dominasyonu
hissedebiliyordunuz ve rakibiniz bile Barcelona’ya karşı oynarken ne
kadar zorlandığını söyleyebiliyordu.
Benim
için Leo ile, bu özel oyuncularla oynamak, Pep’in hocalığında yaşanan
bu altın çağı yaşayabilmek… Şahit olduğumuz o futbolu, dominasyonu,
heyecan verici oyunu bir daha görmenin çok zor olduğunu düşünüyorum.
Juan
Carlos Unzue, 2003-2010 yılları arasında takımın kaleci antrenörüydü ve
altı kupaya giden yolda Guardiola’nın danışmanlarından biriydi.
Unzue:
Eğer rakipleriniz sizin hakkınızda bu şekilde konuşuyorsa, bunun sebebi
arka planda korku olmasıdır. Ve o zamanlar muhtemelen, kimse bir
takımın her şeyi kazanabileceğini aklına getirmiyordu. Bu sizi belli bir
şekilde daha güçlü kılar. Belli bir şekilde bunu hissedersiniz.
Çok
basit ama aynı zamanda karmaşık bir şey yaptık: Kulübü iyi bilen
oyuncuların çoğunluğu ile buraya uyum sağlayacak profesyonelleri seçmek.
Şimdi Pedrito, Busquets, Xavi ve Andres Iniesta hakkında konuşuyoruz.
Tamam, belki Victor Valdes, Iniesta ve Xavi için arkalarında
bıraktıkları maç sayısıyla mükemmel zamanlamaydı — yani takım çok
hızlıca çalışabilirdi. Pedro ve Busquets yapıya eklendi, 3. ligden
gelerek.
Guardiola
onlara inanıyordu, çünkü onları tanıyordu ve onlara gerekeni
verebileceğine dair özgüvene sahipti — beklentiler ve kulübün kazanma
zorunluluğu açısından. Ayrıca fikirlerini dışardan gelenlere hızlıca
aktardı.
-- Guardiola hoca olarak sahneye çıkıyor
2008-2009
sezonunun başında, çok az kişi Camp Nou’da neler olabileceğini tahayyül
edebilirdi. Laporta’nın Frank Rijkaard’ın yerine tecrübesiz
Guardiola’yı getirme kararı hem kulüp içinden, hem de dışında soru
işaretleriyle karşılanmıştı. Haziran ayında Laporta’nın “Yeni bir
rekabete ihtiyacı var” demesiyle Ronaldinho’nun AC Milan’a gitmesine
izin verilmesinin ardından kafalar daha da karıştı.
Alves:
Ne istediği ve sahaya koyacağımız şeyi yapabilmemiz için nasıl yardım
edeceğiyle ilgili çok net fikirlerle geldi. Takımın başarısının kısmen
Pep yüzünden olduğunu düşünüyorum, çünkü birçok şey, oyuncular
arasındaki ilişkilerle başladı. Bizi bir araya getirdi, telefonu
yasakladı, başka bir dünyada takılı kalmamıza izin vermedi. Bunu
engellemeye çalıştı.
Birlikte
yaşayacağımız, beraber etkileşime girmemiz gereken bir andı; böylece
aramızda uyum oluşmuştu, çünkü günün sonunda sahada ihtiyacınız olan şey
bu. Saha dışında arkadaş gibi olursan, saha içinde kardeş gibi olursun.
Bu temel bir kural.
Laporta:
O günlerde yeni bir döneme giriyorduk ve onun doğru kişi olduğunu
hissettim. Barça B’yi yönetiyordu. onu seçmemde ilk sebep, Barça’yı
sevmesi. Barcelona’yı kalbinde taşıyor. Sonrasında, elimde o dönemde
Barça B’yi takip eden Rafael Yuste’nin referansı vardı. Bana yakın olan
direktörlerden biriydi ve iyi arkadaştık. Bana Pep’in hazır olduğunu,
çok çalıştığını, her zaman ilk gelip en son çıkan olduğunu söyledi.
Sonra Johan Cruyff ve Txiki Begiristain’a danıştım, Pep’i yeni hoca
olarak düşündüğümü söyledim. Onlar da bana katıldıklarını söylediler.
Açık
söylemek gerekirse basının çoğu ve hattâ bazı yöneticilerim —şükür ki
azınlık— Mourinho’yu istiyordu; bense herkesin iyi tanıdığı, Cruyff’ün
felsefesine sadık, bizim oyunumuzu ortaya koymak isteyen birini
getirerek sürpriz yapmak istiyordum. Mourinho’nun çevresindekiler hemen
beni aradı: “Bu Guardiola muhabbetlerinin doğru olmadığını ve
Mourinho’yu istediğini düşünüyoruz.” Şöyle cevap verdim: “Bakın, Jose
Mourinho harika bir profesyonel ama ben Pep Guardiola’yı seçtim.
Yönetimin çoğunluğu da böyle düşünüyor. 3-4 tanesi böyle düşünmüyor,
saygı duyuyorum. Yönetimi toplantıya çağıracağım çünkü bu benim için
önemli bir karar.”
Ben
başkan olarak yalnızca iki hocayla çalıştım: Harika bir iş çıkaran
Rijkaard ve mükemmelliğe ulaşan Guardiola. Yönetime oybirliği istediğimi
söyledim. üç toplantı yapmak zorunda kaldık ama başardık: Herkes Pep isminde
mutabıktı. Biraz zor olacağını biliyordum, çünkü basın eğer Pep’i
getirmeyi düşünüyorsak bizim acemi, işbilmez ve toy olduğumuzu
söylüyordu. Bazı manşetleri hatırlıyorum, ligi, Ş. Ligi’ni ve Süper
Kupa’yı kazandıktan sonra hiçbir şey öğrenmediğimizi söylüyordu. Bu beni
daha da kamçıladı. Onlar “Olmaz” dedikçe ben daha da inadına
gidecektim.
Guardiola,
17 Haziran 2008 tarihindeki ilk basın toplantısında Ronaldinho, Deco ve
(bir sezon daha kulüpte kalacak olan) Eto’o’yu takımında istemediğini
söyledi.
Unzue:
İlk kamp döneminde işlerin şimdiden iyi durumda olduğunu fark etmiştim:
İlk olarak Guardiola’nın taraftara olan mesajındaki özgüven
—“kemerlerinizi sıkı bağlayın, eğleneceğiz”— ikinci olarak da, Rijkaard
ile geçirdiğim zamana, kazandığımız kupalara rağmen yeni şeyler
görmemdi. Farklı şeyler görüyor ve duyuyordum, fark ettiğim bir şey de
oyunculara ulaşabiliyor olmasıydı. Oyuncuları ikna edebilen bir hocaydı.
Guardiola’nın zamanla gösterdiği şey, kendi söylemini ve futbol
detaylarını nasıl adapte edeceğini ve kapasitelerine göre oyunculardan
ne istediğini bilmesiydi. Onlara nasıl uyumlu hale getireceğini
bilmesiydi.
2008-2009
sezonuna girerken kulüpteki olumlu havaya rağmen, Guardiola dönemi,
Numancia’ya karşı alınan 1-0’lık yenilgi ve Racng Santander
beraberliğiyle başladı.
Pedro:
Zor zamanlar olduğunu hatırlıyorum; herkesten fazla Pep için, çünkü
büyük baskı altındaydı. Pep’in projesinin başlangıcında çok fazla
heyecan hissedildiği doğru. O harika bir hoca. Harika bir oyuncuydu,
aynı zamanda Barcelona’nın da bir sembolü. İlk iki maçtaki gerginliği
hatırlıyorum. Hatta kovulma ihtimaline karşın bana şans vermeye
çalışacağını söylemişti. Ve sonrasında olanlara bakın: Her şeyi kazandı
ve kendi dönemine damgasını vurdu.
Ronaldinho
problemini halletme konusunda da, oyuncularına nasıl davranacağı ve
soyunma odasını nasıl yöneteceği konusunda da fikirleri her zaman gayet
netti. Ama aynı zamanda da zor bir dönemdi, çünkü bir değişim ve dönüşüm
yaşanıyordu. Ronaldinho gibi mühim oyuncuların ayrılması zordur, ama
zaten bir süredir iyi olmasına rağmen Leo’nun çıkışını görüyoruz; Pep
her kupayı kazanabilecek, gösterişli bir takım inşa etti.
Unzue:
Pep’i hocalığa getirme kararı istikrarsız sonuçlar bağlamında gelmişti
ve Ronaldinho’nun ayrılması gibi değişikliklerde haklı olunduğu görüldü.
Kritik bir andı. Ve Cruyff yönetiminde oynayan bir oyuncunun bu oyun
felsefesini sürdürme fikri, bu değişimde hayati öneme sahip.
Pep’in
gelişiyle ilgiliydi, evet; ama bu, kulüp tarafından verilen bir
karardan daha da fazlasıydı, herkes mutabıktı. Başarı elde etmenin ve
döngü değişikliğinden kaçmanın tek yolu, olayların çoğunda ani
davranmaktı. Projenin başı olarak Pep tarafından verilen bir karardı,
ama doğru olduğuna herkes ikna edilmişti.
--“Eğer o maçı kazanmasaydık, ligi alamazdık”
Mayıs
ayına girerken, Barcelona üç kupada da yoluna devam ediyordu: Lig, Kral
Kupası ve Ş. Ligi. Ligde son 18 maçın 17’sini kazanmış olan Real
Madrid, beş hafta kala 4 puan geriden onları takip ediyordu — son olarak
da Barça’ya yenilmişlerdi. Ama ellerindeki tüm umutlar, Guardiola’nın
takımının Santiago Bernabeu’daki sersemletici performansından sonra
eridi gitti. Thierry Henry ve Lionel Messi’nin ikişer gol attığı maçın
sonunda La Liga garantilenmişti ve Kral Kupası’nın ardından ikinci kupa
olarak, altı kupaya giden yolda kulüp tarihine eklenecekti.
Ayrıca bu maçta Lionel Messi ilk kez ‘sahte 9’ pozisyonunda oynatılmıştı.
Laporta:
Din temelli eğitim alan biri olarak, küçük düşürme her zaman içimde
olan bir histi. Ve bu kez küçük düşürme, memnuniyetle birlikte
ilerliyordu çünkü o tarih, 2 Mayıs, aynı zamanda Madrid şehri için
önemli olan Halk Günü’nün tarihiydi.
Terbiyeli
olmalıydım: İşin aslı, her gol attığımızda yanımdaki zavallı adamın
bacağını cimcikliyordum. Sanırım bir bakandı. Şükür ki bunu çok sorun
etmedi, çünkü Bernabeu’da gol atmanın ne demek olduğunu anlayabiliyordu.
Ek olarak şunu söyleyeyim: Eğer o maçı kazanmasaydık, lig şampiyonu
olamazdık. Ve tabii böylece altı kupanın tamamını da alamamış olurduk.
Bernabeu’daki o galibiyet başka bir kupa gibiydi, çünkü 1973-74 sezonundaki 5-0’a benzer, tarihî bir sonuç vardı ortada.
Pedro:
Sezonun en önemli maçıydı, çünkü ne zaman oraya gitseniz sizi güçlü bir
rakip bekler. Orada kazanması zordur. Sonuca ulaşmak, bunun da ötesinde
iyi oynamak açısından Clasicolar her zaman yüksek tansiyonludur… Bence o
andan itibaren takımın ne kadar üst seviyede olduğu görülebiliyordu,
Guardiola’nın talimatlarının gerçekten iyi sonuçlar alacağını
görüyordunuz.
--‘Muhteşem bir an’: Iniesta’nın Stamford Bridge’deki golü
Madrid’i
devirdikten 4 gün sonra, 6 Mayıs’ta Barça, Ş. Ligi yarı final rövanşı
için Stamford Bridge’de Chelsea ile karşı karşıya geldi. Camp Nou’daki
golsüz beraberliğin ardından Londra’da duraklama dakikalarında
kendilerini bir gol geride ve bir kişi eksik buldular. Sonra Iniesta
ortaya çıktı ve 9 ay sonra Katalunya’da doğum patlamasına yol açacak
kutlamalara sebep olan golü attı.
Alves: Bence Camp Nou’ya gelen taraftarlar sonuçlardan çok güzel futboldan zevk alıyordu.
Laporta:
Stamford Bridge’de korkunç bir şey oldu. Oraya, eğer gol atmazsak
eleneceğimiz bir skorla gittik. Lavaboya gittim, o esnada Chelsea’den
bazı kişilerin şampanya patlatıp kutlamaya başladığını gördüm, zira
duraklama dakikalarına girmiştik. Gergindim. 3-4 dakika falan kalmıştı.
Yerime dönüp oturdum, iki takım yetkilileri bir arada oturmuyordu —
Barça yetkilileri hep beraberdi. Bir anda gol geldi, havalara zıpladım
çünkü orada kutlama yapılabiliyordu ve yönetimden arkadaşlar orada bir
çığ oluşturmuştu. Diğerleri ise donmuş gibiydi.
Kim olduğunu bilmiyorum ama birisi beni yakaladı… yoksa sahaya düşmem an meselesiydi.
Pedro:
Çok iyi hatırlıyorum. Tur atlayamayacağımızı düşündüğümü hatırlıyorum.
Dürüst olmak gerekirse Chelsea daha üstün olan taraftı. Öne geçtiler,
bizse boşluk bulmakta ve pozisyon yaratmakta zorlandık. İyi pozisyon
alıyorlardı. Üstüne bir de Abidal kırmızı kart gördü. Her şey
aleyhimizeydi, ama düşünün, son dakikada, Andres golü atıyor… Hepimizin
kulübeden çıkıp taraftarlarımızın da bulunnduğu köşeye doğru Andres’in
yanına gittiğimizi hatırlıyorum. Muhteşem bir andı.
Ana hedefimiz olan finale çıktık ve muazzam bir sezonu tamamladık.
Unzue:
O golü asla unutmayacağım. Iniesta golü attığında stadın dışındaydım;
basın alanından dönerken merdivenlerden iniyordum, maçı orada
izlemiştim. Kaleci antrenörü olarak kulübede oturamadığımdan, tribünlere
çıkmıştım. Kulüp bir bilet ayarlamıştı.
Son
dakikalarda birçok insanın ayrılmak üzere olduğunu gördüm ve onlara
takılmak istemedim. Bu yüzden stadın dışına çıkmaya karar verdim. O anda
bir gol olduğunu duydum. “Gol oldu” diye düşündüm, ama kutlama
seslerine bakılırsa Chelsea atmamıştı. Sonra koşmaya başladım ve basın
alanının orada bir televizyon buldum. Yukarı çıktım, bizimkilerin
sevindiğini gördüm. Bir düşünün! Soyunma odasına gittim, malzemeci
oradaydı, onunla sarıldık — tam bir mutluluk ânı.
Londra’daki
zafer, inanılmaz birkaç haftanın habercisiydi. 13 Mayıs’ta Kral Kupası
finalinde, Athletic Bilbao’yu 1-0 geriye düştükleri maçta 4-1 yendiler.
Üç gün sonra Real Madrid, Villarreal’e yenilince şampiyonluğu ilan
ettiler. Sonra 27 Mayıs’ta Roma’da Manchester United’ı 2-0 yenerek,
kulüp tarihinde üçüncü kez Kupa 1’i kazandılar. Böylece kulüp
tarihindeki ilk üçlemeye imza atmışlardı.
--“Kimse bunu bizden alamaz”
Zlatan Ibrahimovic için büyük paralar döken kulüp, yaz sonunda kupaları toplamaya devam etti. İspanya Süper Kupası zaferi, La Masia’nın önemini gösterdi. Xavi ve
Pedro, 2-1’lik ilk maçtaki gollere imza atarken, rövanşta da Messi iki,
Bojan Krkic de tek golle katkı yaptı.
Altı
kupanın sondan ikincisi, 28 Ağustos tarihinde, Monaco’da Shakhtar Donetsk ile oynanan Avrupa Süper Kupası’nda geldi. Golsüz geçen 90
dakikanın ardından, uzatmaların ikinci devresinde Pedro skoru belirledi.
Kulüpler
Dünya Kupası, Lig ya da Ş. Ligi kadar prestijli olmasa da kulüp için
çok şey ifade ediyordu. Yalnızca ilk kez kazanacakları için değil, aynı
zamanda kazanırlarsa altı kupanın tamamına ulaşacak ilk takım olacakları
için de. Abu Dabi’ye formda ama baskı altında geldiler. Bu baskı, yarı
finalde Meksika ekibi Atlante karşısında neredeyse etkili oluyordu:
Geriden gelip 3-1 kazandılar ve finalde Estudiantes’e rakip oldular.
Alves: Yarı finalde neredeyse eleniyorduk. Daha sonra finalde ise, yemin ederim, onu kimse bizden alamazdı.
Laporta:
2006’da Japonya’da kaybetmiştik. Bu kupa için geri döneceğimizi
söylemiştik ve başardık. Abu Dabi’de bunu Messi’nin attığı bir golle
başardık. Tarihteki en iyi oyuncunun finalde maçı getiren golü atarak
altı kupaya ulaştırması gerçekten tanımlayıcı. Benzersiz bir rekor. O
golü göğsüyle attı. Ve armayla.
Kral
Kupası’nda Jose Pinto, yarı finalde Mallorca’ya karşı bir penaltı
kurtardı. Eğer o kurtarış olmasa finale çıkamazdık. Ligde, Bernabeu’daki
6-2’lik galibiyet olmasa zorlanırdık. Stamford Bridge’de Iniesta’nın
golü gelmese, Roma’daki finale ulaşamazdık. Elbette şansın payı var.
Sadece bir takım kazanır ve biz de her şeyi kazanmak için gereken şansa
sahiptik…
Unzue:
Açıkçası, herhangi bir şeyin gerçekleşmesi için birçok unsur aynı anda
tesadüf etmeli ;ama bence şans ve tesadüf sadece ufak bir paya sahip.
Oyunun bir parçasıyız ve her zaman kontrol edemediğiniz bir belirsizlik
noktası vardır. Ama sizi başarıya yaklaştırabilecek kritik kararlar
vardır.
Pedro:
Üstümüzde çok baskı vardı ama daha stres veren şey, taraftarların
beklentileriydi. Final gerçekten zordu, çetin geçmişti. Estudiantes
fiziğe dayalı bir maç için hazırlanmıştı. Gerçekten iyi oynadılar,
özellikle de savunmada; boşluk bulmakta zorlandık. Öne geçtiler,
beraberliği yakalamak zor oldu. Şanslıyız ki Pique’nin pasında benim
kafa vuruşumla golü bulduk. Benim için Kulüpler Dünya Kupası, o kısa
sürede gerçekleşen her şeyin doruk noktasıydı.
Messi’nin
maçı kazandıran golü, harika bir periyodun zirvesiydi. Hepimiz onun
nasıl bir oyuncu olduğunu biliyoruz. Tüm zamanların en iyisinden
bahsediyoruz. Ve Barça için oynaması, bu kadar çok kupa ve bireysel ödül
kazanması, kupayı bu golle kazandırması… Bizim için en iyi haber buydu.
Bunu mühürlemenin daha iyi bir yolu olduğunu sanmıyorum.
Juan
Sebastian Veron, Arjantin Milli Takımı için bir efsaneydi ama aynı
zamanda kariyerinin çoğunu Avrupa’da geçirip Manchester United, Lazio,
Parma ve Chelsea’de oynayan bir oyuncuydu. 2007’de ilk kulübü Estudiantes’e dönmüştü. Kulüpler Dünya Kupası’nda Barça’nın rakibi
olmuşlardı.
Veron:
Hayal kırıklığının ötesinde —çünkü karşınızdaki takımı gelmiş-geçmiş en
iyilerden olarak görmüyorsunuz— kupaya ne kadar yakın olduğunuzu ve
bunu başaramadığınızı düşünüyorsunuz. Diğer taraftan, her şeyimizi
verdik. İnanılmaz bir maçtı ve hayal kırıklığından öte, planladığımız
her şeyi yapabildiğimiz için memnunduk: Takımın hissettikleri, hocanın
düşündükleri ve ortaya koyduğumuz çalışma.
Eğer
bana bugün “O maçı bir daha oynar mısın?” diye sorsanız, “Hayır” derim.
Çünkü, benim açımdan, oynamamız gereken oyunu oynadık. Maçın sonunda
istediğimiz sonucu alamadık ama genel olarak kupayı kazanmak için her
şeyimizi ortaya koyduk.
Alejandro
Sabella, o günkü Estudiantes’in teknik direktörüydü. Aynı zamanda
2011-2014 yılları arasında Arjantin Milli Takımı’nı da yönetti.
Sabella:
Zafere yakındık ama belki de bu oyunun tarihindeki en iyi takımlardan
birine karşı öndeydik. Fakat aynı zamanda onları bu kadar zorlamamızın
ve bitime iki dakika kala ancak durumu eşitlemelerinin getirdiği bir
memnuniyet de var. Çünkü iki yıl sonra aynı kupada Santos’a 4-5 gol
attılar. Daha sonra ise River’ı 3-0 yendiler. Bu sonuçlar bizim
yaptığımız işi daha değerli kılıyor.
(Orijinali için şuradan.)
Yorumlar
Yorum Gönder