Sözlü Tarih: Barcelona'nın 6 Kupalı Yılı


Barcelona’nın bir rekora imza atarak altı kupa ile kapattığı 2009’dan bu yana on yıl geçti; aynı zamanda Kulüpler Dünya Kupası finalinde Arjantin’in Estudiantes takımına karşı az kalsın yenilecek olmalarının üstünden de on yıl geçti. 

Maçta duraklama dakikalarına girilirken, Arjantin ekibi Abu Dabi’de oynanan maçta 1-0 öndeydi. Ama sonra, Pep Guardiola’nın Barça’sının stiliyle hiç alakası olmayan bir golle, Pique’nin kafa ile içeri yolladığı topa yine kafayla vuran Pedro’nun attığı golle maçı uzatmaya götürdüler. 110. dakikada da Lionel Messi, göğsüyle attığı golle maçı Barcelona’ya getirdi. Böylece o yılki 6. kupalarına ve tarihlerindeki ilk Kulüpler Dünya Kupası’na ulaştılar.

Barcelona için 2009, ufak detaylar ve son dakika gollerinin yılıydı: Şampiyonlar Ligi’nde, Stamford Bridge’de Andres Iniesta’nın dramatik golü, Avrupa Süper Kupası’nda Pedro’nun uzatmada attığı gol, Jose Pinto’nun İspanya Kral Kupası’na giden yolda Mallorca’ya karşı kurtardığı penaltı. Aynı zamanda gösterişli zaferlerin ve cesur açıklamaların yılıydı. Guardiola’nın takımı oyunu yeni seviyelere taşıdı ve Messi, etrafındaki pas ustalarının da desteğiyle, futbolun en iyisi olarak ortaya çıktı. 

-- Bu takım nasıl bir araya geldi?

Guardiola hocalık yolunda ilk adımlarını, 2007’de Barça B’nin başına geçerek atmıştı. Takımını 3. Lig’e yükselttikten sonra beklenmedik biçimde 2008’de A takımın anahtarları kendisine verildi. Bu karar, kulüp tarihine geçecek bir sezon için ortamı hazırlamıştı.

Dani Alves o yaz 32 milyon euro karşılığında, Sevilla’dan Barcelona’ya transfer oldu — bu, onu o dönem itibariyle tarihteki en pahalı 3. defans oyuncusu yapıyordu. Alves, Haziran 2016’da kulüpten ayrılana dek, üçü Şampiyonlar Ligi ve altısı La Liga olmak üzere, 23 kupa kazandı. Kendisi aynı zamanda Guardiola’nın ilk transferlerinden biriydi.

Dani Alves: En iyi şey neydi? Bence birlik olmamız. Aramız çok iyiydi. En kötüsü? Hiçbir şey. 

Bunu çok deşmek istemiyorum, çünkü Barça taraftarları için hassas bir mesele, ama bence Barcelona’nın başarısı iki şeyin sentezinden oluşuyordu. Barça’yı büyük kılan yalnızca La Masia değildi. Bu bir karışımdı: Temelde La Masia ve de yabancı oyuncuların desteği. 



Joan Laporta 2003-2010 yılları arasında Barcelona başkanıydı. Onun döneminde kulüp dört kez La Liga, iki kez Ş. Ligi ve bir kez de Kral Kupası’nı kazandı. 

Laporta: Rakiplere saygısızlık yapmak istemem, ama o sezon kazanacağımızdan hep emindik. Ve bazen sorardık: Bugün kaç gol atacağız? Eğer gol yersek, her zaman bir ya da birkaç gol atıp durumu değiştireceğimizden emindik. Belirli bir oyun stilimiz vardı. Tam bir gösteriydi. Bale gibiydi. Benim için en önemli şey, nasıl oynadığımızdır. Bir futbol makinesi gibiydik.

Tabii ki iyi gideceğimizi düşünüyordum, ama gerçeklik, tüm beklentileri aştı… Bence gelmiş-geçmiş en iyi Barcelona takımıydı. Bu kupalar, daha sonraki kupa ve zaferler gibi, Lionel Messi’nin liderliği olmadan anlaşılamaz. 

Pedro, 2008-2015 arası Barcelona’da forvet oynadı. Guardiola tarafından A takıma çıkartıldı ve bir sezon sonra oynadığı altı kupada da gol atan tek İspanyol oyuncu oldu.

Pedro: Finallere ulaşacağımız bir noktaya geldik ve hepimiz, daha oynamadan önce kazanacağımızı düşünüyorduk. Sporda finalleri kazanmak zordur, ama sahadayken o dominasyonu ve rakiplerin bize duyduğu saygıyı hissedebiliyorduk — ki bu bizim lehiize bir şeydi. Özgüvenimiz yüksekti.

Böyle bir grup oyuncu bir daha bir araya gelemez — Xavi, Iniesta, Messi, Alves… Çok güçlü ve rekabetçi bir takımdı. Ve bizim sahaya mükemmel şekilde yansıttığımız Pep’in fikirleri. Her şeyin ortaya çıkabildiği maçlara nasıl hükmettiğimizi görebilirdiniz. Sahadayken o dominasyonu hissedebiliyordunuz ve rakibiniz bile Barcelona’ya karşı oynarken ne kadar zorlandığını söyleyebiliyordu. 

Benim için Leo ile, bu özel oyuncularla oynamak, Pep’in hocalığında yaşanan bu altın çağı yaşayabilmek… Şahit olduğumuz o futbolu, dominasyonu, heyecan verici oyunu bir daha görmenin çok zor olduğunu düşünüyorum.

Juan Carlos Unzue, 2003-2010 yılları arasında takımın kaleci antrenörüydü ve altı kupaya giden yolda Guardiola’nın danışmanlarından biriydi. 

Unzue: Eğer rakipleriniz sizin hakkınızda bu şekilde konuşuyorsa, bunun sebebi arka planda korku olmasıdır. Ve o zamanlar muhtemelen, kimse bir takımın her şeyi kazanabileceğini aklına getirmiyordu. Bu sizi belli bir şekilde daha güçlü kılar. Belli bir şekilde bunu hissedersiniz. 

Çok basit ama aynı zamanda karmaşık bir şey yaptık: Kulübü iyi bilen oyuncuların çoğunluğu ile buraya uyum sağlayacak profesyonelleri seçmek. Şimdi Pedrito, Busquets, Xavi ve Andres Iniesta hakkında konuşuyoruz. Tamam, belki Victor Valdes, Iniesta ve Xavi için arkalarında bıraktıkları maç sayısıyla mükemmel zamanlamaydı — yani takım çok hızlıca çalışabilirdi. Pedro ve Busquets yapıya eklendi, 3. ligden gelerek. 

Guardiola onlara inanıyordu, çünkü onları tanıyordu ve onlara gerekeni verebileceğine dair özgüvene sahipti — beklentiler ve kulübün kazanma zorunluluğu açısından. Ayrıca fikirlerini dışardan gelenlere hızlıca aktardı. 



-- Guardiola hoca olarak sahneye çıkıyor

2008-2009 sezonunun başında, çok az kişi Camp Nou’da neler olabileceğini tahayyül edebilirdi. Laporta’nın Frank Rijkaard’ın yerine tecrübesiz Guardiola’yı getirme kararı hem kulüp içinden, hem de dışında soru işaretleriyle karşılanmıştı. Haziran ayında Laporta’nın “Yeni bir rekabete ihtiyacı var” demesiyle Ronaldinho’nun AC Milan’a gitmesine izin verilmesinin ardından kafalar daha da karıştı.

Alves: Ne istediği ve sahaya koyacağımız şeyi yapabilmemiz için nasıl yardım edeceğiyle ilgili çok net fikirlerle geldi. Takımın başarısının kısmen Pep yüzünden olduğunu düşünüyorum, çünkü birçok şey, oyuncular arasındaki ilişkilerle başladı. Bizi bir araya getirdi, telefonu yasakladı, başka bir dünyada takılı kalmamıza izin vermedi. Bunu engellemeye çalıştı. 

Birlikte yaşayacağımız, beraber etkileşime girmemiz gereken bir andı; böylece aramızda uyum oluşmuştu, çünkü günün sonunda sahada ihtiyacınız olan şey bu. Saha dışında arkadaş gibi olursan, saha içinde kardeş gibi olursun. Bu temel bir kural. 

Laporta: O günlerde yeni bir döneme giriyorduk ve onun doğru kişi olduğunu hissettim. Barça B’yi yönetiyordu. onu seçmemde ilk sebep, Barça’yı sevmesi. Barcelona’yı kalbinde taşıyor. Sonrasında, elimde o dönemde Barça B’yi takip eden Rafael Yuste’nin referansı vardı. Bana yakın olan direktörlerden biriydi ve iyi arkadaştık. Bana Pep’in hazır olduğunu, çok çalıştığını, her zaman ilk gelip en son çıkan olduğunu söyledi. Sonra Johan Cruyff ve Txiki Begiristain’a danıştım, Pep’i yeni hoca olarak düşündüğümü söyledim. Onlar da bana katıldıklarını söylediler.

Açık söylemek gerekirse basının çoğu ve hattâ bazı yöneticilerim —şükür ki azınlık— Mourinho’yu istiyordu; bense herkesin iyi tanıdığı, Cruyff’ün felsefesine sadık, bizim oyunumuzu ortaya koymak isteyen birini getirerek sürpriz yapmak istiyordum. Mourinho’nun çevresindekiler hemen beni aradı: “Bu Guardiola muhabbetlerinin doğru olmadığını ve Mourinho’yu istediğini düşünüyoruz.” Şöyle cevap verdim: “Bakın, Jose Mourinho harika bir profesyonel ama ben Pep Guardiola’yı seçtim. Yönetimin çoğunluğu da böyle düşünüyor. 3-4 tanesi böyle düşünmüyor, saygı duyuyorum. Yönetimi toplantıya çağıracağım çünkü bu benim için önemli bir karar.” 

Ben başkan olarak yalnızca iki hocayla çalıştım: Harika bir iş çıkaran Rijkaard ve mükemmelliğe ulaşan Guardiola. Yönetime oybirliği istediğimi söyledim. üç toplantı yapmak zorunda kaldık ama başardık: Herkes Pep isminde mutabıktı. Biraz zor olacağını biliyordum, çünkü basın eğer Pep’i getirmeyi düşünüyorsak bizim acemi, işbilmez ve toy olduğumuzu söylüyordu. Bazı manşetleri hatırlıyorum, ligi, Ş. Ligi’ni ve Süper Kupa’yı kazandıktan sonra hiçbir şey öğrenmediğimizi söylüyordu. Bu beni daha da kamçıladı. Onlar “Olmaz” dedikçe ben daha da inadına gidecektim.

Guardiola, 17 Haziran 2008 tarihindeki ilk basın toplantısında Ronaldinho, Deco ve (bir sezon daha kulüpte kalacak olan) Eto’o’yu takımında istemediğini söyledi. 

Unzue: İlk kamp döneminde işlerin şimdiden iyi durumda olduğunu fark etmiştim: İlk olarak Guardiola’nın taraftara olan mesajındaki özgüven —“kemerlerinizi sıkı bağlayın, eğleneceğiz”— ikinci olarak da, Rijkaard ile geçirdiğim zamana, kazandığımız kupalara rağmen yeni şeyler görmemdi. Farklı şeyler görüyor ve duyuyordum, fark ettiğim bir şey de oyunculara ulaşabiliyor olmasıydı. Oyuncuları ikna edebilen bir hocaydı. Guardiola’nın zamanla gösterdiği şey, kendi söylemini ve futbol detaylarını nasıl adapte edeceğini ve kapasitelerine göre oyunculardan ne istediğini bilmesiydi. Onlara nasıl uyumlu hale getireceğini bilmesiydi. 


2008-2009 sezonuna girerken kulüpteki olumlu havaya rağmen, Guardiola dönemi, Numancia’ya karşı alınan 1-0’lık yenilgi ve Racng Santander beraberliğiyle başladı. 

Pedro: Zor zamanlar olduğunu hatırlıyorum; herkesten fazla Pep için, çünkü büyük baskı altındaydı. Pep’in projesinin başlangıcında çok fazla heyecan hissedildiği doğru. O harika bir hoca. Harika bir oyuncuydu, aynı zamanda Barcelona’nın da bir sembolü. İlk iki maçtaki gerginliği hatırlıyorum. Hatta kovulma ihtimaline karşın bana şans vermeye çalışacağını söylemişti. Ve sonrasında olanlara bakın: Her şeyi kazandı ve kendi dönemine damgasını vurdu. 

Ronaldinho problemini halletme konusunda da, oyuncularına nasıl davranacağı ve soyunma odasını nasıl yöneteceği konusunda da fikirleri her zaman gayet netti. Ama aynı zamanda da zor bir dönemdi, çünkü bir değişim ve dönüşüm yaşanıyordu. Ronaldinho gibi mühim oyuncuların ayrılması zordur, ama zaten bir süredir iyi olmasına rağmen Leo’nun çıkışını görüyoruz; Pep her kupayı kazanabilecek, gösterişli bir takım inşa etti. 



Unzue: Pep’i hocalığa getirme kararı istikrarsız sonuçlar bağlamında gelmişti ve Ronaldinho’nun ayrılması gibi değişikliklerde haklı olunduğu görüldü. Kritik bir andı. Ve Cruyff yönetiminde oynayan bir oyuncunun bu oyun felsefesini sürdürme fikri, bu değişimde hayati öneme sahip. 

Pep’in gelişiyle ilgiliydi, evet; ama bu, kulüp tarafından verilen bir karardan daha da fazlasıydı, herkes mutabıktı. Başarı elde etmenin ve döngü değişikliğinden kaçmanın tek yolu, olayların çoğunda ani davranmaktı. Projenin başı olarak Pep tarafından verilen bir karardı, ama doğru olduğuna herkes ikna edilmişti. 


--“Eğer o maçı kazanmasaydık, ligi alamazdık”

Mayıs ayına girerken, Barcelona üç kupada da yoluna devam ediyordu: Lig, Kral Kupası ve Ş. Ligi. Ligde son 18 maçın 17’sini kazanmış olan Real Madrid, beş hafta kala 4 puan geriden onları takip ediyordu — son olarak da Barça’ya yenilmişlerdi. Ama ellerindeki tüm umutlar, Guardiola’nın takımının Santiago Bernabeu’daki sersemletici performansından sonra eridi gitti. Thierry Henry ve Lionel Messi’nin ikişer gol attığı maçın sonunda La Liga garantilenmişti ve Kral Kupası’nın ardından ikinci kupa olarak, altı kupaya giden yolda kulüp tarihine eklenecekti. 



Laporta: Din temelli eğitim alan biri olarak, küçük düşürme her zaman içimde olan bir histi. Ve bu kez küçük düşürme, memnuniyetle birlikte ilerliyordu çünkü o tarih, 2 Mayıs, aynı zamanda Madrid şehri için önemli olan Halk Günü’nün tarihiydi. 

Terbiyeli olmalıydım: İşin aslı, her gol attığımızda yanımdaki zavallı adamın bacağını cimcikliyordum. Sanırım bir bakandı. Şükür ki bunu çok sorun etmedi, çünkü Bernabeu’da gol atmanın ne demek olduğunu anlayabiliyordu. Ek olarak şunu söyleyeyim: Eğer o maçı kazanmasaydık, lig şampiyonu olamazdık. Ve tabii böylece altı kupanın tamamını da alamamış olurduk. Bernabeu’daki o galibiyet başka bir kupa gibiydi, çünkü 1973-74 sezonundaki 5-0’a benzer, tarihî bir sonuç vardı ortada. 



Pedro: Sezonun en önemli maçıydı, çünkü ne zaman oraya gitseniz sizi güçlü bir rakip bekler. Orada kazanması zordur. Sonuca ulaşmak, bunun da ötesinde iyi oynamak açısından Clasicolar her zaman yüksek tansiyonludur… Bence o andan itibaren takımın ne kadar üst seviyede olduğu görülebiliyordu, Guardiola’nın talimatlarının gerçekten iyi sonuçlar alacağını görüyordunuz. 


--‘Muhteşem bir an’: Iniesta’nın Stamford Bridge’deki golü

Madrid’i devirdikten 4 gün sonra, 6 Mayıs’ta Barça, Ş. Ligi yarı final rövanşı için Stamford Bridge’de Chelsea ile karşı karşıya geldi. Camp Nou’daki golsüz beraberliğin ardından Londra’da duraklama dakikalarında kendilerini bir gol geride ve bir kişi eksik buldular. Sonra Iniesta ortaya çıktı ve 9 ay sonra Katalunya’da doğum patlamasına yol açacak kutlamalara sebep olan golü attı.  

Alves: Bence Camp Nou’ya gelen taraftarlar sonuçlardan çok güzel futboldan zevk alıyordu. 

Laporta: Stamford Bridge’de korkunç bir şey oldu. Oraya, eğer gol atmazsak eleneceğimiz bir skorla gittik. Lavaboya gittim, o esnada Chelsea’den bazı kişilerin şampanya patlatıp kutlamaya başladığını gördüm, zira duraklama dakikalarına girmiştik. Gergindim. 3-4 dakika falan kalmıştı. Yerime dönüp oturdum, iki takım yetkilileri bir arada oturmuyordu — Barça yetkilileri hep beraberdi. Bir anda gol geldi, havalara zıpladım çünkü orada kutlama yapılabiliyordu ve yönetimden arkadaşlar orada bir çığ oluşturmuştu. Diğerleri ise donmuş gibiydi. 

Kim olduğunu bilmiyorum ama birisi beni yakaladı… yoksa sahaya düşmem an meselesiydi. 

Pedro: Çok iyi hatırlıyorum. Tur atlayamayacağımızı düşündüğümü hatırlıyorum. Dürüst olmak gerekirse Chelsea daha üstün olan taraftı. Öne geçtiler, bizse boşluk bulmakta ve pozisyon yaratmakta zorlandık. İyi pozisyon alıyorlardı. Üstüne bir de Abidal kırmızı kart gördü. Her şey aleyhimizeydi, ama düşünün, son dakikada, Andres golü atıyor… Hepimizin kulübeden çıkıp taraftarlarımızın da bulunnduğu köşeye doğru Andres’in yanına gittiğimizi hatırlıyorum. Muhteşem bir andı. 

Ana hedefimiz olan finale çıktık ve muazzam bir sezonu tamamladık.



Unzue: O golü asla unutmayacağım. Iniesta golü attığında stadın dışındaydım; basın alanından dönerken merdivenlerden iniyordum, maçı orada izlemiştim. Kaleci antrenörü olarak kulübede oturamadığımdan, tribünlere çıkmıştım. Kulüp bir bilet ayarlamıştı. 

Son dakikalarda birçok insanın ayrılmak üzere olduğunu gördüm ve onlara takılmak istemedim. Bu yüzden stadın dışına çıkmaya karar verdim. O anda bir gol olduğunu duydum. “Gol oldu” diye düşündüm, ama kutlama seslerine bakılırsa Chelsea atmamıştı. Sonra koşmaya başladım ve basın alanının orada bir televizyon buldum. Yukarı çıktım, bizimkilerin sevindiğini gördüm. Bir düşünün! Soyunma odasına gittim, malzemeci oradaydı, onunla sarıldık — tam bir mutluluk ânı. 

Londra’daki zafer, inanılmaz birkaç haftanın habercisiydi. 13 Mayıs’ta Kral Kupası finalinde, Athletic Bilbao’yu 1-0 geriye düştükleri maçta 4-1 yendiler. Üç gün sonra Real Madrid, Villarreal’e yenilince şampiyonluğu ilan ettiler. Sonra 27 Mayıs’ta Roma’da Manchester United’ı 2-0 yenerek, kulüp tarihinde üçüncü kez Kupa 1’i kazandılar. Böylece kulüp tarihindeki ilk üçlemeye imza atmışlardı.


--“Kimse bunu bizden alamaz”

Zlatan Ibrahimovic için büyük paralar döken kulüp, yaz sonunda kupaları toplamaya devam etti. İspanya Süper Kupası zaferi, La Masia’nın önemini gösterdi. Xavi ve Pedro, 2-1’lik ilk maçtaki gollere imza atarken, rövanşta da Messi iki, Bojan Krkic de tek golle katkı yaptı. 

Altı kupanın sondan ikincisi, 28 Ağustos tarihinde, Monaco’da Shakhtar Donetsk ile oynanan Avrupa Süper Kupası’nda geldi. Golsüz geçen 90 dakikanın ardından, uzatmaların ikinci devresinde Pedro skoru belirledi. 

Kulüpler Dünya Kupası, Lig ya da Ş. Ligi kadar prestijli olmasa da kulüp için çok şey ifade ediyordu. Yalnızca ilk kez kazanacakları için değil, aynı zamanda kazanırlarsa altı kupanın tamamına ulaşacak ilk takım olacakları için de. Abu Dabi’ye formda ama baskı altında geldiler. Bu baskı, yarı finalde Meksika ekibi Atlante karşısında neredeyse etkili oluyordu: Geriden gelip 3-1 kazandılar ve finalde Estudiantes’e rakip oldular. 



Alves: Yarı finalde neredeyse eleniyorduk. Daha sonra finalde ise, yemin ederim, onu kimse bizden alamazdı. 

Laporta: 2006’da Japonya’da kaybetmiştik. Bu kupa için geri döneceğimizi söylemiştik ve başardık. Abu Dabi’de bunu Messi’nin attığı bir golle başardık. Tarihteki en iyi oyuncunun finalde maçı getiren golü atarak altı kupaya ulaştırması gerçekten tanımlayıcı. Benzersiz bir rekor. O golü göğsüyle attı. Ve armayla.

Kral Kupası’nda Jose Pinto, yarı finalde Mallorca’ya karşı bir penaltı kurtardı. Eğer o kurtarış olmasa finale çıkamazdık. Ligde, Bernabeu’daki 6-2’lik galibiyet olmasa zorlanırdık. Stamford Bridge’de Iniesta’nın golü gelmese, Roma’daki finale ulaşamazdık. Elbette şansın payı var. Sadece bir takım kazanır ve biz de her şeyi kazanmak için gereken şansa sahiptik…

Unzue: Açıkçası, herhangi bir şeyin gerçekleşmesi için birçok unsur aynı anda tesadüf etmeli ;ama bence şans ve tesadüf sadece ufak bir paya sahip. Oyunun bir parçasıyız ve her zaman kontrol edemediğiniz bir belirsizlik noktası vardır. Ama sizi başarıya yaklaştırabilecek kritik kararlar vardır.

Pedro: Üstümüzde çok baskı vardı ama daha stres veren şey, taraftarların beklentileriydi. Final gerçekten zordu, çetin geçmişti. Estudiantes fiziğe dayalı bir maç için hazırlanmıştı. Gerçekten iyi oynadılar, özellikle de savunmada; boşluk bulmakta zorlandık. Öne geçtiler, beraberliği yakalamak zor oldu. Şanslıyız ki Pique’nin pasında benim kafa vuruşumla golü bulduk. Benim için Kulüpler Dünya Kupası, o kısa sürede gerçekleşen her şeyin doruk noktasıydı. 

Messi’nin maçı kazandıran golü, harika bir periyodun zirvesiydi. Hepimiz onun nasıl bir oyuncu olduğunu biliyoruz. Tüm zamanların en iyisinden bahsediyoruz. Ve Barça için oynaması, bu kadar çok kupa ve bireysel ödül kazanması, kupayı bu golle kazandırması… Bizim için en iyi haber buydu. Bunu mühürlemenin daha iyi bir yolu olduğunu sanmıyorum.     

  
Juan Sebastian Veron, Arjantin Milli Takımı için bir efsaneydi ama aynı zamanda kariyerinin çoğunu Avrupa’da geçirip Manchester United, Lazio, Parma ve Chelsea’de oynayan bir oyuncuydu. 2007’de ilk kulübü Estudiantes’e dönmüştü. Kulüpler Dünya Kupası’nda Barça’nın rakibi olmuşlardı.

Veron: Hayal kırıklığının ötesinde —çünkü karşınızdaki takımı gelmiş-geçmiş en iyilerden olarak görmüyorsunuz— kupaya ne kadar yakın olduğunuzu ve bunu başaramadığınızı düşünüyorsunuz. Diğer taraftan, her şeyimizi verdik. İnanılmaz bir maçtı ve hayal kırıklığından öte, planladığımız her şeyi yapabildiğimiz için memnunduk: Takımın hissettikleri, hocanın düşündükleri ve ortaya koyduğumuz çalışma. 

Eğer bana bugün “O maçı bir daha oynar mısın?” diye sorsanız, “Hayır” derim. Çünkü, benim açımdan, oynamamız gereken oyunu oynadık. Maçın sonunda istediğimiz sonucu alamadık ama genel olarak kupayı kazanmak için her şeyimizi ortaya koyduk. 

Alejandro Sabella, o günkü Estudiantes’in teknik direktörüydü. Aynı zamanda 2011-2014 yılları arasında Arjantin Milli Takımı’nı da yönetti.

Sabella: Zafere yakındık ama belki de bu oyunun tarihindeki en iyi takımlardan birine karşı öndeydik. Fakat aynı zamanda onları bu kadar zorlamamızın ve bitime iki dakika kala ancak durumu eşitlemelerinin getirdiği bir memnuniyet de var. Çünkü iki yıl sonra aynı kupada Santos’a 4-5 gol attılar. Daha sonra ise River’ı 3-0 yendiler. Bu sonuçlar bizim yaptığımız işi daha değerli kılıyor.


(Orijinali için şuradan.)

Yorumlar