Baby Bulls'un Sözlü Tarihi


16 Haziran 1998 tarihinde yüzbinlerce taraftarın toplandığı Grant Park'ta ikinci 'üçleme'nin kutlamasıyla birlikte, 90'larda hüküm süren bu hanedanın da sonu da ilan ediliyordu.

"Bu bizim son dansımızdı ve harika bir valsti" diyordu Bulls koçu Phil Jackson, parkta kurulan sahneden. "Hepinize teşekkür ederiz." 

"Müthiş bir maceraydı" diye ekledi Scottie Pippen. "Son dansımız için teşekkürler." 

"Önümüzdeki sene Grant Park'ta olacak mıyız, kimse bilmiyor" dedi Michael Jordan, muğlak bir ifadeyle. "Ne olursa olsun, yüreğim, ruhum ve sevgim daima Chicago şehriyle olacak."

Gözü yaşlı kalabalıktan "Bir yıl daha!" tezahüratı yükseldi. Ama elbette, bu olmayacaktı.

Jackson bir yıllık tatil için motorunu günbatımına doğru sürdü. 13 Ocak 1999'da, lokavtın ortasında Jordan ikinci kez emekliliğini ilan etti. Bu kararı takip eden 10 gün içinde (genel olarak dağılma için suçlanan) Bulls genel menajeri Jerry Krause, hanedanı paramparça hâle getirdi ve dağıttı. Pippen sign-and-trade ile Houston'a giderken, Dennis Rodman serbest bırakıldı. Steve Kerr, San Antonio'ya; Luc Longley, Phoenix'e gitti. Tim Floyd yeni koç oldu. Ron Harper ve Toni Kukoc gibi sözleşmesi uzatılan oyuncular, takımın o durdurulamaz hâlinden bu yeni hâline geçiş hızına hayret ettiler. -- Rusty LaRue ve ligin ilk Macar oyuncusu olan Kornel David gibi isimler. 

Son dansı takip eden günlerde Bulls organizasyonu her şeyi yeni baştan öğrenmekle karşı karşıya kaldı. Takım, NBA tarihindeki en kötü ikinci altı yıllık dönemi yaşadı: 119 galibiyete karşılık 341 mağlubiyet. Yenilgilerle birlikte ölçülemeyecek öfke de çoğaldı. 1999'un Nisan ayında bir maçta 49 sayı atıldı ki, şut saati dönemindeki en düşük rakamdı. 2000-2001 sezonunda yalnızca 15 galibiyete ulaşıldı. Kasım 2001'de bir maçta 53 sayı fark yenildi. Serbest kalan süperyıldızlar bir zamanların bu gururlu ama artık eğlence konusu hâline gelen kulübüne artık burun kıvırır olmuştu. 

Ancak taraftarlar kombinelerinden de umutları gibi vazgeçmeye başlamışken, bir umut ışığı belirdi: 2004-05'in Baby Bulls'u. Jordan sonrası dönemde 47 galibiyetle ilk kez playoff görülen bu Sindrella sezonu, spor filmlerinde gördüklerimizi aratmayacak bir kurtuluş hikayesi: Sıkı çalışma ve savunma direnci, aklı başında bir koçun (Scott Skiles) liderlik ettiği, erken olgunlaşmış çaylaklar ve tecrübeli oyunculardan oluşan bıçkın kadro, rekabete geri dönüş, boşa güreşmenin inatçı iblislerini verimli şekilde kovalamak. Sezon boyunca Bulls, kulüp sezon başlangıç rekoru olan 0-9'dan geri döndü, Skiles ve pivot Tyson Chandler arasındaki tartışmalar yüzünden yıprandı ve sezon sonlarına doğru, daha sonra kariyerini etkileyecek olan aritmi sebebiyle kenara alınan, takımın en skorer oyuncusu Eddy Curry sayesinde bir araya geldi. 

Bu genç takım, taraftarlara biraz hayalî de olsa paha biçilmez bir hediye verdi: Bulls'un tekrar dans edebileceğine inanmak için bir neden. Ama 15 yıl sonra yanlış anlaşılan Boylen Bulls, şimdi iki ayağının üzerinde topallamakta. Ve şimdilerde, her hanedanın başına geldiği gibi en tepeden en aşağı inen Warriors ve taraftarları da, takımları için yaklaşan o büyük düşüşün bir ön izlemesini tecrübe ediyorlar.


1. Bölüm: Hanedan Sonrası Sefalet



K.C. Johnson (Chicago Tribune Bulls muhabiri; 1996-97, 2000-05, 2006-19): Hanedan çöktükten sonra Bulls, NBA tarihindeki en kötü ikinci 6 yıllık dönemi geçirdi.

Jack Silverstein (Chicago spor tarihçisi, yakında çıkacak olan 6 Yüzük: Bulls, Şehir ve Oyunu Değiştiren Hanedan'ın yazarı): Hanedanın dağılışı tam ve tahrip ediciydi. Aniden farklı bir takım hâline gelmişlerdi. Formalar aynıydı ama ecrübe edilen şey tamamen farklydı. Ve bu kadar uzun süreceğini sanmıyordum.

Sam Smith (Chicago Tribune spor yazarı, 1979-2008): Hanedan sonrası ilk sezonda, hâlâ şampiyon takımdan kalma parçalar vardı. Toni Kukoc ve Ron Harper. Asistan koç Tex Winter. Başlangıçta "Ne olacağını kim bilir?" tarzı bir umut vardı. Ve taraftarlar da son yıllarda gelem başarılar için halen minnettardı.

Silverstein: Birdenbire Bulls 62 galibiyetlerden lokavt sezonunda 13-37'lik bir dereceye gerilemişti. 98 Finalleri'nde Bulls'un bir maçta 54 sayı yemişliği vardı ki bu, şut saati dönemi için rekordu. Ve sonraki sezonda Bulls, Miami'ye karşı sadece 49 sayı atarak bu rekoru kırıyordu...

Smith: Mağlubiyetlerin artışı utanç vericiydi. 99-00 sezonunda 17 galibiyet, 00-01'de ise 15.

Silverstein: O dönemde Bulls taraftarı olmanın en kötü yanlarından mı bahsetmek istiyorsunuz? John Starks 2000 yılında Bulls formasıyla dört maç oynadı. O dönem yaşanan tüm rezaletlerin üstüne, bir de John Starks'ı destekleyip desteklememe arasında kaldık.

Johnson: 2001 yılındaki bir maçta Bulls, Minnesota'ya 53 sayıyla kaybetti. Ardından Charles Oakley "Bu grupla ilkokul takımını bile yenemeyiz" demişti. Bulls ona bu açıklama yüzünden 50 bin dolar ceza verdi.

Lawrence Funderburke (Bulls pivotu, 2005): Sacramento'da oynarken yıllar boyunca fikstürde Chicago Bulls'u her gördüğümüzde "Tamam, bu maç cepte" dedik.

Silverstein: 1999 yılında bir ara, üniversiteye gitmeden önce adımı Bulls'un kombine bekleme listesine yazdırmıştım. Bulls yeni yeni düşüşe geçiyordu. Planım adımın zamanla yukarı çıkması, mezun olup bir işe girmem ve o ara da Bulls'un düzeleceği şeklindeydi. Bir yıl sonra telefon geldi. Bulls'un kombine ofisindendi: "Size listenin tepesine çıktığınızı söyleyeceğimiz için heyecanlıyız." Ben içimden "Hayır! Plan bu değildi!" diyordum. İnsanların listeden adını sildirme hızı, takımın nasıl çabuk irtifa kaybettiğine delalettir.

Johnson: 2-3 kötü sezondan sonra bir hayal kırıklığı hissi hasıl oldu. 2000'de genel menajer Jerry Krause büyük serbest oyuncu hedefleri belirledi: Tim Duncan, Tracy McGrady, Grant Hill, Eddie Jones -- hepsi Bulls'u reddetti. Sonunda gidip Ron Mercer'i aldılar.

Silverstein: İşte o büyük bir "Hay anasını..." ânıydı -- Bulls'un kötü zamanlarının uzun süreceğinin gözle görülür hâle gelmesi. Üç sezonun ardından Macbeth'ten bir cümle aklıma gelmişti: "I am in blood Stepped so far that, should I wade no more, Returning were as tedious as go o'er." Başka bir deyişle, hanedan sonrası takımı bu kadar süre takip ettiysem, onların yenilmesini izlemeye devam edeceğim. 99 ile 04 arasındaki bu tarihî dönemi takip edenler arasında tuhaf bir bağ vardır.

Johnson: Organizasyon, taraftar kitlesi ve hattâ takımı takip eden bazı yazarlar bile... Kaybetmenin getirdiği hissizlik demek istemiyorum ama yenilgi, Bulls'un bir parçası hâline gelmişti. Takımda bir işlevsizlik vardı. İdmana giderdim ve "Bakalım bugün ne olacak?" derdim. Genç, başkaları tarafından kolayca etkilenen bir muhabir olarak her gün harika şeyler yazıyordum ama ortam kaotikti. Krause'un planı ve felsefesi, Elton Brand'i draft edip sonra onu Tyson Chandler'ı draft edecek haklar karşılığında yollayıp, o ve Eddy Curry gibi iki tane 2.13 üstü ve liseden gelmiş iki oyuncu için zarlarını atacak kadar sürekli değişim ve aşama kaydetmek üstüneydi.



Silverstein: Bulls, Tyson ve Eddy'yi aldığında taraftarlar için umutlar sıfırlanmıştı. Krause yeni Scottie Pippen ve Horace Grant'i ararken bir gecede şansını denemiş gibi hissettiriyordu.

Smith: Curry inanılmaz bir atletik yetenekti. 2.10'luk bir jimnastikçi gibiydi.

Johnson: Hayal kırıklıkları, Floyd'un baskı altında hissedip 2001 Noel'i arefesinde istifa etmesiyle doruğa çıktı. Eski Bulls Pivotu Bill Cartwright koçluğa getirildi ve onunla birlikte bir iyimserlik havası esmeye başladı. Takım biraz daha iyi oynamaya başladı. Jamal Crawford ümit vaad eden bir oyun ortaya koyuyordu ve 2002'de takas edilen Jalen Rose da bir heyecan yaratmıştı.

Silverstein: 2002-03 sezonunda Bulls, hanedanın çöküşünün ardından ilk kez 30 maç kazandı. Bu büyük bir ilerleme gibi gelmişti.

Johnson: 2003 ilkbaharında muhtemelen en büyük şok gelmişti: Takım sahibi Jerry Reinsdorf nihayet hanedanı kuran adam olan Krause'la yolları ayırmaya karar vermişti. Bulls başlangıçta sebebi sağlık olarak açıkladı. Krause'un bazı sağlık problemleri vardı ama bu az-çok, zarifçe düzenlenmiş bir gidişti. Böylece John Paxson genel menajerliğe getirildi.



2. Bölüm: Kökten Bir Kültür Değişimi 


Silverstein: John Paxson'ın son yıllarda yaptıkları yüzünden bu unutuluyor ama Pax takımı en dip noktadan çevirmişti. 2003-04 sezonunda, Baby Bulls'un sağlam veteranı olacak Antonio Davis için Jalen Rose'u Toronto'ya yolladı. Liderlik yapması için geri getirdiği Scottie Pippen'ı yolladı. Camiadaki, bildik adamları işe alma huyundan uzaklaşma belirtisi olarak, eski takım arkadaşı olan koç Cartwright'ı kovdu. Ve Scott Skiles'ı koçluğa getirdi. Yeni bir takım ve yeni bir kültür inşa ediliyordu.

Smith: Paxson kadroyu kendi imajı doğrultusunda kurdu. Çok başarılı olmuş biriydi; boyuna göre sert ve fiziksel oyuna sahip biriydi; en üst düzeyde mücadeleciydi. Draftta ilk seçimi kimdi? Mücadeleci bir oyuncu olan Kirk Hinrich. Jalen Rose, Jamal Crawford ve Eddie Robinson gibi savunmayla alakası olmayan 'yumuşak' elemanlardan kurtuluyordu. Scott Skiles gibi sert bir koç seçmişti.

Kirk Hinrich (Bulls oyun kurucusu 2003-10, 2012-16): 2003'te Chicago'ya geldiğimde herkesin yenilmekten bıkmış olduğunu hissetmiştim ama aynı zamanda bu konuda bir kabullenme de vardı.

Tyson Chandler (Bulls pivotu, 2001-06): Ligdeki en kötü takımlardan biri olmuştuk. Bir kaybetme kültürü oluşmuştu. Bunu değiştirmeye uğraşıyorduk.

Johnson: Scott Skiles bu genç takım için en uygun koçtu. Gayet mantıklı, mazeret ve vasatlık kabul etmeyen biriydi. Oyuncularından çok şey istiyordu ve onlara keskin ve adil bir şekilde sorumluluk yükledi. "Beklediğim bu, ihtiyacımız olan bu ve bu şekilde yapacağız" şeklinde konuşurdu.

Smith: Scott sert, doğrudan, ciddiyetsizliği sevmeyen bir adam. O ve Paxson disiplinli oynamak ve oyunculara sorumluluk yüklemek konusunda tamamen aynı kafadaydı. Ayrıca harika bir mizah duygusu vardı. Muhabirler ona Eddy Curry'nin nasıl daha iyi ribaund çekebileceğini sorduklarında "Sıçrayarak" demişti. İlaveten Ron Adams gibi iyi öğreticilerin de aralarında bulunduğu deneyimli yardımcılardan kurulmuş bir ekibe sahipti. Tim Floyd'un getirdiği düşük seviyeli şebeklerden epey farklıydı yani -- lise arkadaşları falan yani.

Ron Adams (Bulls asistan koçu; 2003-08, 2010-13): Scott fevkalade bir koçtu. Harika bir organizatördü; ne yapmak istediğini ve Bulls'a nasıl disiplin aşılayacağını çok net biçimde biliyordu. 
Hinrich: Pax ve Scott tam bir kültür değişikliği aşılamaya başladılar. Bulls çok uzun zamandır sadece bir grup farklı yetenekten ibaretti. Asla bir hedef için birlikte oynayan bir grup oyuncu olamamışlardı. Paxson şehrin sıkı çalışma istediğini anlamıştı. Bu bize maç kazanma konusunda yardımcı olacaktı ama aynı zamanda Chicago'nun da kimliğiydi. Şehre lig çapında tekrar saygınlık kazandırmak istiyorduk.Takım kültürü karakter, sıkı çalışma, savunma ve takım için oynamak üzerine kurulmuştu.

Chandler: Bulls'taki ilk yıllarımda doğru şekilde oynamıyorduk. Herkes kendi hâlindeydi. Bencil oyunlar. İlk kez o sezonda takım oyunu oynamaya başlamıştık.

Hinrich: Scott'ın mentalitesi şuydu: Eğer savunma yapmıyorsan oynamayacaksın. Nokta. Sayı atabilmen önemli değil. Bu büyük bir değişimdi. Her akşam, ne olursa olsun beraber oynayan, mücadeleye heves eden ve onlardan istenen şeyleri yapan bir grup olmamız gerektiğini açıkça belirtmişti. Önceliğin takım olsun, savunma yap ve her şeyini ortaya koy -- misyonumuz buydu.

Smith: Paxson'ın gözünde bir NBA takımı, 2004-05'teki takım gibi olmalıydı. Paxson takımın karakterini değiştirmeye ve Chicago'nun şehir karakterine uyum göstermesini sağlamaya niyetliydi -- sıkı çalışma, sertlik, mavi yaka olmak. Baretli, işçi karakterli adamlar istiyordu. Getirdiği tecrübeli oyuncular da aynı profilde başarılı ve sert kişilerdi: Adrian griffin, Othella Harrington ve Antonio Davis.

Silverstein: Jalen Rose takası, Paxson'ın inşa edeceği takımla ilgili daha net sinyaller vermişti. Çünkü kağıt üstünde kötü bir hamleydi. 20 sayı ortalamalı bir skoreri Travis Best ve... Antonio Davis için mi gönderiyorsun? Hiçbir mantığı yoktu.

Antonio Davis (Bulls forvet/pivotu, 2003-05): 2003'te Chicago'ya gelip Scott'la konuştuğumda beni takıma dahil ederken önceliklerden birinin tecrübe katmak olduğunu fark ettim. Bunu ciddiye aldım çünkü ilk yıllarımda Pacers'taki oyuncuların beni kanatları altına almasını ve bana her gün nasıl profesyonel olunacağını öğretmelerini hatırladım.

Johnson: Paxson'ın takım kurma felsefesi genel olarak üniversitede birkaç yıl geçirmiş, güvenilir ekollerden gelen oyuncular üstüneydi. Buna Andres Nocioni'yi de dahil edebilirsiniz çünkü 2004'te Arjantin ile altın madalyaya uzanmıştı. Paxson mümkün olan en tecrübeli genç oyuncuları kadroya katmaya başlamıştı -- Krause'un liseden oyuncu getirmesinin tam tersi. 2003 draftında, Kansas'la NCAA finali gören Kirk Hinrich'i seçti. Sonra 2004 draftında 3. sıradan UConn ile şampiyonluğa ulaşan Ben Gordon'ı aldı. İkinci turda Duke'tan Chris Duhon'ı seçti ki, o da 2001'de şampiyon olup 2004'te final four görmüştü. Duhon'ın takım arkadaşı Luol Deng de Phoenix tarafından 7. sıradan seçilip takasla Bulls'a gelmişti. Nocioni drafta girmeden serbest oyuncu olarak kadroya katılmıştı. Farklı bir his vardı, yeni bir istikamette gidiliyordu artık.



3. Bölüm: Gençlik Hareketi 




Chandler: Kampa giderken takımın ne yapacağını bilmiyordum. Ben, Luol, Chris ve Nocioni'nin ne kadar iyi olduğunu bilmiyordum. Bazılarını üniversitede izlemiştim ama NBA'e geldikten sonra neler olacağını bilemezsiniz. Üst sıralardan seçme haklarımızın olduğunu biliyordum --  kimileri Duke'tan geliyor, kimileri kazanan oyuncular. Ama sahaya çıkıp kendilerini göstermeden bunların hiçbir anlamı yok. Önceleri "İyi gibiler" diyordum. Ama kamp devam ettikçe şöyle dedim: "Pekala, hayır, bu adamlar gerçekten iyi."

Silverstein: Kadronun üçte birinden fazlası çaylaktı. Gordon, Deng, Duhon ve Nocioni artı Jared Reiner.

Johnson: Bu dört çaylağın gelmesiyle kampta tam olarak bir heyecan dalgası oluşmuştu. Ama beklentiler düşüktü çünkü Bulls uzun süredir hep kaybediyordu. Tecrübeli oyuncularla heyecan verici yeni yeteneklerin bir karışımı vardı. Ama kimse bu çaylakların bu kadar çabuk rekabet etmesini beklemiyordu.

Smith: Ben Gordon fevkalade bir workout geçirmişti. Bununla ilgili hikayeler duymuştum. Sahanın her yerinden arka arkaya 50 üçlük sokmuş falan. Hiç kaçırmamış. El üstü, zorlayarak, her şekilde.

Chris Duhon (Bulls guardı, 2004-2008): Bulls'un getirdiği oyuncular beni heyecanlandırmıştı. Kirk'e karşı üniversitede oynamıştım, yapabileceklerini biliyordum. Luol ile Duke'ta beraber oynadık, iş ehlakını iyi bilirdim. Eddy ve Tyson'ın gelişimlerini de takip etmiştim. Yani eldeki yetenek toplamını ve rekabet edebileceğimizi biliyordum. Aynı zamanda Bulls'un o dönemlerde yaşadığı zorlukların da farkındaydım. Buna bir meydan okuma olarak baktım, kulübün şansını çevirme fırsatı olarak.

Smith: Bulls önceleri Chris Duhon'a "Sana ihtiyacımız yok. Takımda yeterince guard var" dedi. Avrupa'ya gitmesini söylediler. O zamanlar drafttan oyuncu alırlardı ve birkaç yıl başka ülkelerde oynamalarını söylerlerdi. Duhon onlara "Sizin ben amınıza koyim! Değil Avrupa'ya gitmek, tam tersine kampa gelip o adamları alt edeceğim. Bu takıma gireceğim" dedi. Ve yaptı! Scott'ın seveceği tarzda bir adamdı. Sonunda Duhon ilk 5 oyuncusu oldu.

Adams: Chris Duhon yazın yanıma geldi ve "Ron, sen bana yardımcı olana dek ben bu takıma giremem" dedi. Bunu daha önce hiçbir oyuncudan duymamıştım. Ona pek dikkat etmemiştim çünkü kadroda kalması hesapta yoktu. Chris birkaç pozisyonu savunabilmesi sayesinde değerli bir oyuncuydu. Ama ona "Üçlüklerini geliştirmen gerek" dedim. Sonra bir ay boyunca bu konunun üstüne gitti. İyi bir üçlükçü oldu ve gittikçe daha da gelişti.

Chandler: Duhon geldi ve bir kazanan olduğu gayet açıktı. Coach K'nın kanatları altından çıkan bir adamda o etkiyi görebiliyorsunuz. İdman maçlarında sarsılmadı. Saha içinde sesi çıkan bir oyuncuydu, takıma liderlik etti. Ve Luol -- defansif yeteneklerini ve skorer tarafını gördüm. Şöyle düşünüyordum: "Sonunda! Bir kadromuz var! Her pozisyonda oynayacak adamlarımız var!"

Andres Nocioni (Bulls forveti, 2004-09): Hazırlık kampı gerçekten sert geçmişti. Ciddi ciddi fizikseldi. Rekabetçiydi. Ve benim İngilizcem sıfırdı. Yalnızca "Merhaba" ve "Teşekkürler" filan diyebiliyordum. Her idmandan sonra dil dersi alıyordum.

Johnson: Bu çocuklar oraya gelmeden zaten üniversitede ve geldiği ülkede iyi eğitilmişlerdi. Skiles'ın yaklaşımı, onların lige geçişini sorunsuz kıldı. Bir kere Kirk'le Skiles'ın sert bir hoca olması hakkında konuşuyorduk. Şöyle dedi: "Ben çok sarsılmadım. Kansas'ta hocam Roy Williams'tı. Koç ne söylerse onu yaparsınız."

Adams: Scott genç oyun kurucular açısından çok fazla iyiydi. Üniversitede onun takımına karşı koçluk yapmıştım. Ayakları pek çabuk olmayan ama üçlük sokabilen 1.85'lik bir guard vardı. Takımını harika yönetiyor ve top tağıtımını çok iyi şekilde yerine getiriyordu.

Davis: Kampa katılıp bu adamlarla tanışınca ne kadar genç olduklarını gördüm. Cidden çok gençlerdi! Ben, Chris ve Luol gibi çocuklar ufakken beni Pacers'la izlemişlerdi. Ama genç oyuncularla geçinme konusunda deneyimliydim. Indiana'dayken, birkaç yıl boyunca, liseden direkt gelen Al Harrington'a gözkulak olmuştum. Bu bana çok yardımcı oldu çünkü çaylakların beni izlediğini biliyordum, o yüzden idmana erken gelip geç çıkıyor ve onların bana sorduklarına cevap verip sorumluluklarımı yerine getiriyordum. Onlara bu kadar yılın ardından hâlâ her gün en iyi hâlinde olmanın ne kadar önem taşıdığını göstermek istiyordum. Tabii onlar da bana çok yardımcı oldu. 

Adams: Antonio Davis o sene bizim için kritik bir oyuncuydu. Olağanüstü bir liderdi ve o zamanlar hâlâ katkı verebiliyordu. Her gün zekice yollarla liderlik ediyordu. Sporda sıkça, birisinin bir şey yaptığı veya etrafındaki insanları toplayan bir şey söylediği bu tepe anlardan söz ederiz. Ama gerçekten, takımın birlik-beraberliği her gün o soyunma odasında sağlamlaşır.

Duhon: Takımda harika veteranlar vardı. Bizim gibi gençler için en büyük avantajlardan biriydi bu. Pacers'ta Antonio Davis'i izleyerek büyüdüm. O, Eric Piatkowski, Adrian Griffin ve Othella Harrington muazzam liderlik yaptılar. Biz onları örnek aldık. Her zaman erken gelir, her zaman geç çıkar, her zaman gelişmemiz, oraya çıkıp elimizden geleni yapmamız için bize sahip çıktılar.

Fred Tedeschi (Bulls antrenörü, 1998-2014): Othella cesur ve yapılı bir veterandı; Piatkowski üçlük sokabiliyordu; ve Griffin de kenardan gelip sertlik katan katı bir savunmacıydı.

Adrian Griffin (Bulls guardı-forveti, 2004-2005): Davis ve ben iyi polis-kötü polis muamelesi yapardık. Bir çaylak hata yaptığında o üzerine giderdi, ben de araya girip yumuşatırdım. Skiles, o ve felsefesi için destek olmamızdan dolayı bizi takdir ederdi -- hoca ve genç oyuncular arasındaki köprü. Skiles'ın vizyonuna gerçekten inanmıştım. Bizden profesyonellik istiyordu. Sıkı oynamamızı ve ne yapmamız gerektiğini bilmemizi isterdi. Ben de böyle olması gerektiğini düşünürdüm.

Davis: Genç bir kadroya sahip olduğumuzu bilerek, Scott nasıl skor bulacağımız üstüne konuşarak pek zaman harcamıyordu. Genelde savunma üstüne konuşurduk. Genç oyuncular savunma konseptini anlarsa iyi bir seviyeye geleceğimizi biliyordu.

Duhon: Koç takımı savunma temelleri üstüne kurmak ve ligin en iyi defansif takımlarından biri olmamızı istiyordu. İdmanlar da çok yoğun geçiyordu: Bire bir pozisyonlar, nasıl yaklaşılacağının öğrenilmesi, bolca koşu ve kondisyon.

Griffin: Skiles hoparlörler koymuştu ve böylece idman maçları sırasında resmî maç atmosferi yaratıyordu. Bir kimya yaratma adına birlikte oynamamız gerektiğine inanıyordu. O maçların ne kadar zorlu geçtiğini hatırlıyorum. Bana fazla geliyordu bunlar çünkü onlardan daha yaşlıydım. Bu delikanlılara yetişmek zordu! Her gün Luol'a karşı oynuyordum ve herif durmak bilmiyordu. Nocioni de inanılmaz hareketliydi. Yeteneklerini görebiliyordunuz.

Klasik çaylak muamelesi yapmıyorduk. Ama ben her idmanda donut almaları için gencoları ayarlamıştım.

Nocioni: Bir programımız vardı. Bazı çaylaklar her zaman tesislere donut getirmek zorundaydı. Ben de yaptım. Ama başka bir şey yoktu. İlk idmanımda Skiles geldi "Bakın, Noce bir çaylak, ama özel bir çaylak çünkü yıllardır oynuyor" dedi. 23-24 yaşındaydım ama dokuz yıldır profesyonel olarak oynuyordum.

Griffin: İdmanlardan sonra tecrübeliler takımı toplayıp şöyle derdik: "Genç bir grup olsak da eğer herkes kabul eder ve aynı noktada buluşursa, özel bir şeyler yapma şansımız var."

Adams: Sezona yeni, genç bir takımla giriyorsanız asla bilemezsiniz. Onların gelişmesini, bir arada oynamalarını ve bir şeyler oluşturmasını umuyorduk. Ve gerçekten de o takımla bunlar oldu.

Silverstein: 'Baby Bulls' terimini ilk kez Tyson Chandler ve Eddy Curry için kullanmışlardı ama aslında kulübün ilk sezonunda kullanılmıştı. Chicago Tribune'den Bob Logan o ilk takım için Baby Bulls tabirini kullanmıştı.

Chandler: Bize 'Baby Bulls' ismi layık görüldü. Bence epey kıyaktı. Ligde kendini kanıtlamaya çalışan bebeklerdik, tıpkı gerçek bebekler gibi. Bunu bir eleştiri olarak görmedim. Yeni bir başlangıç olarak kabul ettim.




4. Bölüm: Kusursuz Bir Sıçış Fırtınası


Jared Reiner (Bulls pivotu, 2004-2005): Antonio Davis, sezon öncesi Washington Wizards ile oynanan maçta, takımın sezon için girmesi gereken modu belirlemişti. Bir hızlı hücumda Larry Hughes, Kirk Hinrich'i Luol Deng'e doğru itti. O da yere düştü. Kirk, Hughes'in suratının dibinde bitince Brendan Haywood da gelip Kirk'ü itti.

Davis: Bunu görüp de birinin sakatlanabileceğini fark ettiğimde şöyle düşündüm: Hayır, buna izin veremem. O sezon tamamen, hele de başlarda mahallenin abisi gibi hissetmiştim. O çocukları korumam gerekiyor gibi hissettim. Tamamen içgüdüsel davranıyordum.

Reiner: Antonio aniden geldi, itişmeleri bitirip Haywood'a vurdu. İkisi yerdeyken Eddy gelip olaya dahil oldu.

Griffin: Antonio Davis bir kiralık katildi. Kimse onunla uğraşamazdı.

Davis: Maçtan sonra içerde bu konuda konuştuk. Şöyle dedim: "Bakın, ne olursa olsun yanınızdaki adam bilmeli ki, onun arkasındasınız. Nokta. Tüm dünyanın karşısındayız. Bizim için önemi olan tek şey bu soyunma odası."

Hinrich: AD'nin yaptığı şeyi takdir ediyordum. Bu, benim gibi genç oyunculara, ligde çok şey görüp-geçirmiş birinin artık bize gözkulak olduğunu gösteriyordu. Şimdi o zamanları düşünüp gülüyoruz. Hazırlık maçında kavga ediyorsun!

Davis: Eddy ve ben, normal sezonun ilk iki maçında cezalıydı. Ama kenarda oturmak bizim için sorun değildi. Bir daha olsa bir daha aynı şeyi yapardım.

Duhon: Sezonun ilk maçında, Chicago'da Skiles bana oyuna girmemi söylediğinde heyecanlanmıştım. Hakem masasına koşup tişörtümü çıkarttım ve ciğerlerimdeki havayı hissetmeye çalıştım [Gülüyor] .O anda formamın üstümde olmadığını fark ettim! Skiles bana baktı ve gülmeye başladı. Hemen içeri koştum, sadece 1-2 pozisyon kaçırmıştım.

Silverstein: O maçta Bulls, o aralar iyi bir takım olan Nets'i uzatmaya gitmeye zorladı. O maçı kaybetseler de bu oyuncularla ilgili farklı şeyler hissedilmeye başlanmıştı. Kirk 34 sayı atmıştı. Deng kenardan gelip 18 sayı atmıştı. Daha rekabetçi, daha ateşlilerdi, savunma yapıyorlardı. Ve Jordan-Pippen hanedanından sonra en iyi Bulls olduklarına dair bir his vardı.

Smith: İçerde oynanan birkaç maçın ardından Bulls uzun bir Batı turuna çıkmıştı. Her Kasım  ayında, Ringling Kardeşler ve Barnum&Bailey'nin düzenlediği sirk, iki hafta boyunca United Center'da kurulurdu ve o arada deplasman turuna çıkılırdı. Hanedan sonrası yıllarda bu turlarda Bulls'u fena dağıtıyorlardı. Bu korkunç geçen deplasman turları yüzünden yıllar boyunca sanki 30 maç üst üste yeniliyormuşsun gibi geliyordu.

Davis: Sirk turu bombok geçiyordu: Bir sürü genç oğlan, uzun bir deplasman turu, bazı iyi Batı Konferansı takımları. Her şey aleyhimizeydi.

Hinrich: Başlangıç çok fenaydı. Genç oyuncular olarak birbirimize "Abi, bu tepeyi hiç aşamayacağız. Hiçbir maçı kazanamayacağız" der gibi bakıyorduk. Çok fena çuvallamıştık. Yenilgiler gelmeye devam etti. Kimliğimizi anlamaya, nasıl kazanacağımızı anlamaya çalışıyorduk sadece. NBA'de nasıl kazanacağını öğrenmek zor bir süreç.

Chandler: Kaybetmeye devam ediyorduk ama her akşam daha iyi oluyorduk. Kirk ve ben, yakın geçip kaybettiğimiz bir maçın ardından otobüse yürürken "Bu sene playoff yapacağız" demiştim. Kirk de "Aynı şeyi düşünüyordum!" demez mi. Şöyle cevapladım: "Dostum, buraya geldiğimden beri hiç böyle olmamıştım. İyi basketbol oynuyoruz --  sadece kaybediyoruz. Biz böyle devam edersek işler değişecektir." Ve sonunda, değişti.

Duhon: Uçuşlarda birlikte vakit geçirirdik ve AD bizimle ilgilenirdi.

Davis: Bunun gibi bir mağlubiyet serisi söz konusuysa, genç oyuncular hedef hâline gelirler. Her zaman birilerinin suçu olarak görülür böyle şeyler. Ana mesajım şuydu: "Birbirimize bağlanmalıyız. İniş ya da çıkışlara takılmayın." Bu önemliydi, çünkü sezon sonlarında zorlansak da, iniş-çıkışlar yaşasak da istikrarımızı koruduk. Onlara "Kazanmak için oynamalıyız, yenilmek için değil" dedim. Arada büyük fark vardır.

Johnson: Temel sorunlardan daha çok aklımda kalan şey, genç oyuncuların meydan okumasıydı. Gordon, Duhon, Hinrich ve Deng -- yenilmekten tiksiniyorlardı. "Buna alışık değiliz" diyorlardı. Mağlubiyeti kabul etmeyen bu tavırları beni etkilemişti. Önceki sezonlardaki Bulls takımlarının ardından büyük bir değişimdi bu.

Smith: Birkaç maç geçtikten sonra bir yazı yazmış ve "Skiles ne yapıyor?" diye sormuştum, çünkü Bulls henüz maç kazanmamıştı. Skiles sonradan yanıma geldi ve "Göstereyim" dedi. Bana liseden bu yana farklı koçlardan farklı oyunları yazdığı defteri gösterdi. Bulls'a geldiği zaman epey kalın hâle gelmişti. Bir koç olmaya çalıştığı aşikardı. "Biraz zaman alacak, ama işe yarayacak" dedi.

Jannero Pargo (Bulls guardı, 2004-06): O nağlubiyet serisi boyunca kimse mutlu değildi. İşlerini yapmayan bazı çaylaklar vardı, bu yüzden cezalandırıldılar. Ben dahil bençin dibindeki tecrübeli oyuncular, yardım edebileceğimizi düşünüyorduk ama pek süre bulamıyorduk.

Hinrich: Scott sinirli miydi? Valla, bayağı bir. Onun gözünde en kötü şey, savunmada çaba göstermemekti. Ve biz idmanda kıçımızı yırtıyorduk. Deneyimli oyuncular herhalde "Bu herif kafayı yemiş" diyordu.

Adams: Takımda bazı çok büyük rekabetçi kişilikler vardı -- ve Scott'tan daha koyu rekabetçi birini bulamazsınız. Oyuncu olarak da böyleydi. Hayatta kalmak için bunu yapmalıydı. Öyle olunca da çok şey bekliyordu.



Hinrich: Bazı genç oyuncular için en büyük şok, maçtan sonraki günlerde Scott maç görüntülerine bakarken onun tarafından çağrılmaktı. Yenilginin ardından daha kötü oluyor tabii bunlar. Top kayıplarından, savunma görevlerini aksatmaktan ve alınan kötü kararlardan sorumlu tutuluyorduk. Hatırlanacak en önemli şey, hassas olmamaktı. Olayı kişisel almamak. Yapıcı eleştiri olarak almak.

Chandler: Skiles ve ben anlaşamadık. Tüm koçlarıma saygı duyarım. Ama bana karşı kişisel bir şeyler olduğunu hissettim. Sıkı idmanlar ve disiplin mi? Ben böyle şeyleri severim. Bunlarla bir sorunum yoktu. Skiles'ın bir keskinlik getirdiğini düşünüyorum. Bizi bir şekle soktu, takım için defansif bir kimlik yarattı, sorumluluk verdi -- bunların harika şeyler olduğunu düşünüyorum. Ama bir noktada iş kültür değişiminden fazlasına döndü ve çok fazla ileri gitti.

Nocioni: O zamanlar bu tip sert bir hoca olmak biraz daha kolaydı. Skiles herkesi baskı altına alırdı, her gün. Bu bazı oyuncuları sıktı. Tyson'ın bazen morali bozuk olurdu. "Abi, bu adam deli! Her gün ayrı manyaklık!" derdi.

Smith: Skiles, Chandler ve Deng'in üstünde çok duruyordu çünkü onun tarzında oyuncular değillerdi. Daha hassas oyunculardı. Onların daha sıkı, daha mücadeleci oynamasını sağladı ama bu sorunlu bir süreç oldu. Chandler, Scott ona çok fazla bağırdığı için bazen ağlayarak Paxson'ın odasına gelirdi. Tabii bunlar zor şeyler ama Tyson'ın son yıllarda Scott'ın bu yaklaşımını daha iyi anladığını düşünüyorum.

Chandler: O sezon Skiles'a karşı hayatta kalmamı sağlayan kişi Davis'ti. Hep yanımdaydı ve başımı dik tutmamı sağladı. Her kafam bozulduğunda soyunma odasında dibimde biter, güler, sakinleştirir, yeniden odaklanmamı sağlardı. "Bu tip şeylerin seni etkilemesine izin verme."



5. Bölüm: 0-9


Smith: Sezonun dokuzuncu maçında Bulls, Phoenix'ten fark yedi.

Johnson: Derece 0-9 olmuştu ve bu, kulüp rekorunu egale etmek demekti. Bir yenilgi daha gelirse rekor kırılacak ve sezona berbat bir giriş yapmış olunacaktı.

Griffin: Çok genç bir takımdık ve bu yüzden başlarda zorluk çekmeyi bekliyorduk. Ama bu seviyede olmasını, hayır. 0-9? Kim olursanız olun, rebuilding yapıyor olun veya olmayın, 0-9'u kabullenmek zordur.

Smith: 10. maç için Utah'a giderken Skiles bana "Bak, sana söylüyorum; iyi bir takım olmamıza çok az kaldı" dedi. Kafayı yediğini düşündüm. O noktada tüm tahminler, 20 maç kazanırsak şanslı sayılacağımızı, Skiles'ın Tim Floyd'dan farksız olduğunu ve Bulls'ta iş olmadığını söylüyordu.

Hinrich: Takım hâlinde şu tavırdaydık: "Kimse bizden bir halt beklemiyor. Perde arkasında canımızı dişimize takıyoruz. Bu çalışmaları heba etmeyelim. Eğer idmanda her gün kıçımızı yırtacaksak, maçlarda da her şeyimizi ortaya koyalım. Bir arada oynayalım, sorunları idrak edelim ve gerekeni yapalım."

Tedeschi: Phoenix maçında gelen üst üste dokuzuncu yenilginin ardından Scott ve asistanı Jim Boylan kaldığımız otelde birer bardak şarap içmişti ve biz de onlardan gidişatı tersine çevirmek için neye ihtiyaç duyduklarını düşündüklerini dinlemiştik. Chris Duhon'ı ilk beşe koyacaklarından bahsettiler.

Silverstein: İlk beş şöyle oldu: Hinrich, Curry, Deng, Duhon ve Davis. Bazen de Nocioni oluyordu.

Chandler: Kenardan gelmek sorun değildi. Kazandığımız sürece umrum olmazdı. Moralimi bozan şey kıdem tenzili değildi. Değişiklikle alakalı olarak bana gösterdikleri yaklaşım yanlıştı. Bence Skiles ufak akıl oyunları oynadı ki bunlar gereksizdi, çünkü ben zaten takımın başarısı için her şeyi yapmaya hazırdım. Konuşmalarda dürüst olup bana ne olup bittiğini söylemelisiniz ki ben de ne yapacağımı bileyim. Çok iyi bir ilişkimiz yoktu. Bir ilişki de değildi, dürüst olmak gerekirse. Bana karşı doğru davranmadığını düşünüyorum.

Tedeschi: Chris'i ilk beşe yerleştirdikten sonra işler düzelmeye başladı. Takımı nasıl yöneteceğini biliyordu ve sert bir savunmacıydı.

Johnson: Utah'a karşı oynanan o maç, ilk galibiyeti almanın en eğlenceli yoluydu. Son dakikaya kadar kazanan belli olmadı. Ve sonra bayram edildi...

Hinrich: Ne yapacağımızı dahi bilemiyorduk. Harbiden kazandık mı? Bu oldu mu gerçekten? Sırtımızdan büyük bir yük kalkmıştı.

Pargo: Harika bir histi. Uçakta eve dönerken çoğumuz gülüyor, sırıtıyor, kart oynuyorduk ve uyumaya pek niyetimiz de yoktu. Nihayet momentum kazanmış ve galibiyetlere başlayacakmış gibi hissediyorduk.

Smith: Utah'a karşı alınan o galibiyetin ardından Skiles bana "Gerçekten, iyi olacağız" demişti. Sadece bir maç kazandıktan sonra! Dereceleri 1-9'du! Ama sonradan kesinlikle çıkışa geçtiler.



6. Bölüm: Savunmayla Düzlüğe Çıkmak



Nocioni: Utah'da kazanmamızın ardından özgüvenimiz arttı. "O günleri aştık. İyi bir takımız. Rekabetçi genç oyuncularımız var, tecrübeli liderlerimiz var, Arjantin'den bir adamımız var. İngilizce konuşamıyor, ama oynayabiliyor!" [Gülüyor]

Silverstein: 0-9 ile başlayıp sezonu 47 galibiyetle bitirdiyseniz, o oyuncular arasında özel bir şeyler vardır.

Chandler: Nasıl bir arada oynamamız gerektiğini anlamaya başlamıştık. İşi öğreniyorduk: Maça nasıl başlayacağız, devrede ayarlamaları nasıl yapacağız, maçı nasıl noktalayacağız. Tüm o sıkı çalışmanın nihayet sonuç vermeye başladığını öğrenmeye başlamıştık.

Hinrich: Sonraki öğrendiğimiz şey, arka arkaya kazanmak oldu. Aralık ayındaki beş maçlık galibiyet serisi. Ocak başlarındaki yedi maçlık seri. O ayın sonundaki başka bir beş maçlık seri.

Johnson: 0-9'luk o çukurdan çıktıkları için Scott büyük övgüyü hak ediyordu. Bu genç takımın kazanma tutkusu vardı, yönetilmeye açtı ve Scott'ın verdiklerini kana kana içtiler.

Davis: Savunma yaptığımız sürece iyi olacağımızı biliyorduk. Scott bizi, maçları kazandıracak ufak detaylara odaklıyordu. Topa her el sokuşumuzda, her box-out'ta gururlanıyorduk.

Griffin: Görmek istediği oyun içi davranışları takip ederdi. Saha boyu koştuk mu? Box out yaptık mı? Ertesi sabah Skiles soyunma odasında kişisel skorlarımızı söylerdi. Bazıları bunlardan şikayet ederdi tabii, şöyle derdi: "Ya işte kayıtlar orada." Ayrıca bize hücumla ilgili ufak sınavlar yapardı. Soyunma odasına girer girmez kalem ve defterleri uzatıp "Bu seti çiz" derdi. Bizi işin içinde tuttu, geliştirdi, bir araya getirdi.

Smith: Skiles sahada başka insanların göremediği şeyleri görürdü. Oyunların nasıl oynanacağını ve rakibin ne yapacağını öngörmeyi öğretmek konusunda doğuştan yetenekliydi. Hep satranç oynardı. Onun iyi bir matematikçi olabileceğini düşünmüşümdür her zaman.

Davis: Scott maçın içinde oyunlar yaratırdı. İlk çeyrekte çok sayı yemeyin. Üçüncü çeyreği kazanın. Rakibi 100 sayının altında tutarsak, maçı kazanma şansımızın yüksek olduğunu bilirdik.

Duhon: Aslında hedefimiz 88 sayı ve aşağısıydı -- çeyrek başına 22 ya da daha azı yani. Yani rakip bir çeyrekte 26 sayı atarsa, bir şeyler söyleyip birbirimize gaz vermeye başlıyorduk.

Johnson: Aralık ve Ocak aylarında Bulls, üst üste 26 maçta 100 sayının altında sayı yedi -- bir kulüp rekoru. Tabii ki bu NBA'in farklı bir dönemiydi, unutmamak gerek. Daha da ötesinde, rakibin saha içi şut yüzdesi istatistiğinde sonunculuktan birinciliğe fırlamışlardı.

Hinrich: Hedefimiz her akşam her rakibi yüzde 42'nin altında tutmaktı.

Adams: Savunma mentalitesine sahip birçok oyuncumuz vardı: Kirk, Chris, Luol, Andres Nocioni. Adrian Griffin tam bir canavardı. Tyson pota altı için caydırıcı bir güçtü. Şutlara el kaldırmak gibi ufak şeylerin üzerinde durduk. Herkesin işin savunma kısmında katkısı vardı. Bu işe istidadı olmayan ya da daha çok ofansif açıdan iyi olan Ben Gordon ve Eric Piatkowski gibi oyuncular bile. O zamanki savunmamız, bu konuda çok iyi olmayan oyunculara yardım etmek üstüne yapılandırıldı.

Hinrich: Bizi defansif açıdan iyi yapan şeylerden biri de iletişimdi. Ben kanatlarda Allen Iverson'ı savunurken AD ve Tyson benimle sürekli konuşur, arkamda neler olduğunu haber verirlerdi.

Griffin: Rekabet anlamında avantajlarımızdan biri, takımın genç ve hareketli olup, harika bir kondisyona sahip olmasıydı. Takımları yıpratıyorduk. İlk üç çeyrekte savunmayı sıkı tutuyorduk, rakiplerin çoğu son çeyrekte dermansız kalıyordu. Bacakları güçten düşüyordu ve biz de işlerini bitiriyorduk. Birçok maçı böyle kazandık.

Hinrich: Gençtik, kendimize biraz fazla güveniyorduk ve galibiyetlere diğer takımlarla aynı yöntemlerle ulaşamayacağımızı unutmamamız gerekiyordu. Kendi oyunumuzla kazanmalıydık.

Griffin: Eğer sıkı çalışırsanız, Skiles size süre verecektir. Jannero Pargo ve ben bazen takımdaki 11. ve 12. oyuncular olurduk. Son çeyrekte 20 sayıyla gerideyken bizi oyuna alırdı. Jannero arka arkaya üçlükler sokardı. Ben birkaç top çalardım. Oyuna enerji katar ve maçı çevirirdik. 3-4 maçı bu şekilde son çeyrekte çevirdik.

Duhon: Takım böyle ilerliyordu. 20 sayı önde de olsak, geride de olsak dövüşüyor, sonuna kadar savaşıyorduk. O grubun zihin yapısı bu şekildeydi.



7. Bölüm: Varis Gordon



Silverstein: Sonunda Ben Gordon, altıncı adam olarak alev aldı ve takım gerçekten çıkışa geçti.

Smith: Hücum açısından Eddy Curry, Bulls'un en yetenekli oyuncusu, baş skoreriydi. İlk yarıları iyi geçirirdi ama maç sonlarında gerginleşirdi ve son anlarda topu elinde istemezdi, böylece de dördüncü çeyrekte pek süre bulamazdı. Skiles bu duruma ayar çekti. Son dakikalarda, Bulls'u kurtaran adam olan Ben Gordon'u oyuna alırdı. Kenardan gelmesine karşılık korkusuz bir skorer hâline geldi. O sezon son çeyreklerde çift haneli sayıya ulaştığı 21 maç var ki, bu konuda ondan daha başarılı olan sadece LeBron James var. Bu da takımı canlandıran bir gelişme oldu: "Kritik anlarda güveneceğimiz biri var, kenardan gelmesine rağmen!"




Davis: Ben hızını aldıktan sonra kenardan gelip bir çeyrekte 20 sayı falan atmaya başladı.

Hinrich: BG çok yetenekli bir skorer. Gördüğüm en iyisi. İnanılmazdı. Güçlü, atletik. Ben her akşam çıkıp 20 sayı atabileceğini biliyordu ama bunu takım mentalitesine uydurdu ve altıncı adam rolünü oynadı. Bunu şikayet etmeden yerine getirmek, bir adamın karakteri hakkında çok şey söyler. Bencillik sergilemeden harika bir iş ortaya koydu.

Tedeschi: Ben kenardan gelerek çok iyi iş çıkarıyordu. Rolüne çok bayıldığını sanmıyorum ama ona cuk oturdu. Ve normal olarak, En İyi 6. Adam ödülünü kazandı.

Duhon: Ben'i besledik, ona iş bitirici olarak güvendik ve o da kritik şutları soktukça soktu. En çok ihtiyacımız olduğu anda sayı bulabilecek birine sahip olduğumuz için, maç sonlarında daha bir özgüvenle oynuyorduk. Michael Jordan ligin bu konuda en iyi oyuncularından biriydi, şimdi de Ben bu tip bir şöhret kazanmıştı.

Smith: İnsanlar ona 'Ben Jordan' ve 'Varis Gordon' demeye başlamıştı çünkü maç kazandıran şutlar sokmaya başlamıştı. Tam bir kritik dakikalar oyuncusuydu, o şutları istiyordu, o anları seviyordu. Yıllardır takımda böyle bir oyuncu yer almamıştı.

Silverstein: Ocak ayı ortasında Knicks'le arka arkaya oynanacaktı. İkisinde de kazanan son âna dek belli olmadı. United Center'da oynanan ilk maç, son saniyelerde skor 84-84 iken, Nocioni, Knicks'e maçı kazandıracak potansiyel bir basketi savuşturduğunda Tyson topu Kirk'e doğru attı, o da Eddy'ye verip bitime iki saniye kala turnikeyi bırakmasını sağladı. Ardından Tyson son topta harika bir blok yaptı ve sevinci taraftarla paylaştı. Bulls 86-84 kazandı. Madison Square Garden'da oynanan kinci maç Martin Luther King Günü'ndeydi. Ben bitime saniyeler kala kritik bir floater'la sayıyı bulup 88-86'lık galibiyeti getirdi. Bulls arka arkaya yedinci galibiyete ulaşmıştı.




Duhon: Ben orası için 'Madison Square Gordon' diyordu. Big East turnuvalarında orada çok oynamıştı ve New York'ta her zaman iyi performans gösterirdi.

Johnson: Garden'daki maçtan sonra soyunma odasında takımın sahip olduğu inanç ve heyecanı görebilirdiniz. O inanç sezon boyunca katlanarak devam etti.


Duhon: O maçlar bizim için çok mühim galibiyetlerdi çünkü maçları bitirebilmek, farkları kapamak için güven inşa ediyorduk.

Griffin: Ben maçları kazandırmaya başladığında onun artık donut almayacağına dair bir kural getirdim. Diğer çaylaklar "Bu adil değil!" diyerek karşı çıktı. Ben de şöyle cevap verdim: "Tamam, bugün çıkıp 20 sayı atın, yarın siz de almazsınız."

Tedeschi: Ocak ayı sonlarında son şampiyon Detroit'e karşı güzel bir galibiyet almıştık ve derecemiz nihayet eşitlenmişti: 19-19. Sonraki maç Atlanta'daydı. Klasik olarak oyuncular orada mekanlara gider, sonra maç akşamında iyi oynayamazlardı. Antonio, Scott'a şöyle dedi: "Merak etme. Yarın iyi oynamalarını sağlayacağım." Elbette takım çıkıp iyi oynadı ve Hawks'ı yendi. O gün takımın gerçekten aşama kaydettiğini fark ettim çünkü nihayet gerçek liderliğe şahit oluyorduk.

Hinrich: Sezonun ikinci yarısına doğru bir araya gelip gerçekten iyi oynamaya başladığımızda United Center'daki atmosfer inanılmazdı.

Smith: Chicago'nun kucaklayacağı biçimde bir mavi yaka takımı olmuşlardı. Jordan gibi bir süperyıldızları yoktu -- ama Jordan tipik bir Chicago sporcusu değildi zaten.

Duhon: Bulls son yıllarda zor dönemler geçirse de salon hep doluydu. Bizim çıkıp sonuna kadar mücadele etmemizi takdir ettiklerini hissedebiliyordunuz ve bunun da özgüven kazanmamıza etkisi olduğunu düşünüyorum.

Joe O'Neal (Bulls bilet işleri direktörü; Chicago Tribune'e söylediklerinden): İnsanlar arayıp koltuklarını tekrar istiyordu ama arayanların bazıları zaten Bu tip cevapları daha önce bir kere görmüştüm. Sene 1986'ydı.



8. Bölüm: Yürek Meselesi


Smith: O sezon Gordon'la birlikte Eddy Curry de patlama yapmıştı. Takımın 0-9'luk o hüsrandan kurtulmasında önemli aktörlerden biriydi. O dönemin NBA'i için iyi bir pivottu. Tim Floyd döneminde yaşadığı zorlukların ardından bir draft fiyaskosu olarak görülüyordu. Ama Skiles'la birlikte çıkışa geçti. Bulls yönetimi içinde "Curry'ye maksimum kontrat verelim. Aklımızda o var" şeklinde tartışmalar vardı. Sonra, aniden, takım çok iyi giderken hücumun merkezi olan Curry'yi kalp sorunları yüzünden kullanamaz oldular.

Chandler: Bunun olduğu zamanı hatırlıyorum. Charlotte'taydık. Kenardaydı ve bana biraz garip hissettiğini söylemişti. Her şey böyle başladı.

Davis: Eddy maçtan önce bir ara yanımıza geldi ve "Abi, göğsüme bakın" dedi. Gerçekten kalbinin attığını görebiliyordunuz. Hani göğsünde bir yumru varmış gibi. "N'oluyor lan?" dedik. Paniklememişti. Kalp atışları normalden fazla atıyor falandı. Endişeliydi ama kötü hissetmiyordu. Sadece kalbi çok sert ve hızlı atıyordu.

Duhon: Eddy'nin bir şeylerin ters gittiğini söylediğini hatırlıyorum. "Kalbimimin bu kadar hızlı atmaması lazım."

Johnson: Bulls, Eddy'de grip belirtileri olduğunu söyledi ama biri bana bu işin peşinden gitmem için göz kırpmıştı. Ne olduğunu söylemediler ama "Hayır, sen bir bakarsın" dediler. Maçtan sonra, takım otobüslerinin park ettiği yere gittiğimi ve işin aslını öğrenmek için sorular sorduğumu hatırlıyorum. Olay hayat-memat meselesine döndü. Kulüp, Eddy'nin hipertrofik kardiyomiyopati denen ve Hank Gathers ile Reggie Lewis isimli basketbolcuların ölümüne sebep olan kalp kası rahatsızlığına sahip olmasından endişe ediyordu.

Davis: Sezonun o noktasında Eddy'yi kaybetmek, herhangi bir oyuncuyu kaybetmeye benzemiyordu. Önemli bir parçamızı kaybetmiştik. Bakın, Eddy iyi bir sezon geçiriyordu. Ortalamaları harikaydı. Oyunu gerçekten anlamaya başlamıştı. Bu yüzden onun için çok üzüldüm. Kariyerini sekteye uğrattı bu iş. Bunun üstesinden gelebildiğini sanmıyorum.

Chandler: Kişisel olarak çok sert bir darbe. Basketbol falan umrumda değil. O zamanlar bir arkadaşım için, hayatı ve geçimini sağlaması açısından endişeliydim. Tam bir şoktu, özellikle o zamanlar ikimizin de 23 yaşında olduğunu düşünürseniz.

Johnson: Oyuncular genellikle Eddy ile ilgileniyor, bir insan ve takım arkadaşı olarak onun için endişe ediyorlardı; ama aynı zamanda takım olarak ilerlemeye devam etmeye de kararlı bir gruptu. Zihinsel açıdan sağlam bir ekipti.

Duhon: Takım toplantılarında Koç Skiles bize Eddy ile ilgili haberleri verirdi. Sezonun geri kalanı için onu kaybetmek zordu. Aynı zamanda, hâlâ önümüzde yapacak bir işimiz olduğunu da biliyorduk. Hepimizin aşama kaydetmesi ve onun boşluğunu doldurması gerektiğini biliyorduk. O bizim en skorer oyuncumuzdu.

Smith: Şimdi içeriden nasıl sayı bulacaktık? Adrian Griffin'le mi?

Hinrich: Hücumların çoğunda topu Eddy'ye indirirdik. Ama onu kaybedince genelde içeri drive edip topu dışarı çıkardığımız bir düzene döndük. Hücumda yaratıcılık için çoğunlukla savunmamızı kullanıyorduk.

Duhon: Bazen hücumda daha hızlı oynamak adına Ben, Kirk ve benim aynı anda sahada olduğumuz bir beş kullanıyorduk ve yine de savunmayı aynı seviyede tutuyorduk. O zamanlar Noce de çok iyi oynamaya başlamıştı. Böylece daha çok kısa beş kullanır olduk. Noce tam bir belaydı! Kendisinden daha iri oyuncuları savunma riskine giriyordu ve her zaman da teması alırdı.

Duhon: Eddy gideli çok olmamıştı, Luol bileğinde bir bağı yırttı. Sezonu kapattı. Onu kaybetmek zordu. Takım, performansını biraz daha arttırmak zorundaydı. Eric Piatkowski ve Jannero Pargo olaya dahil olup iyi dakika aldılar. Daha sıkı oynamamız gerektiğini bilerek, birbirimize daha da bağlandık.

Tedeschi: Playoff yarışı içerisinde olan her takım için iki önemli parçayı kaybetmek sarsıcı olur.

Davis: O dönemde kazandığımız momentumla Eddy ve Luol'u kaybetmek bizi çok zor bir duruma soktu. Oyuncu kaybetmek büyük sıkıntıdır. Ama yeniden bir araya gelip toparlanmanın ve işine devam etmenin bir yolunu bulmalısınız. Genç oyuncuların buna nasıl ayak uydurulacağını bildiklerini sanmıyorum ve biz asla, gerçekten bir araya gelemedik.




9. Bölüm: Playofflar



Johnson: O sezon birikerek yükselen bir güç vardı. Yavaşça büyüdü ve o 0-9 vaziyetinden kurtuldu. Artan inanç ve özgüven soyunma odasına nüfuz ediyordu. Ulusal basındaki spor yazarları o yıl Bulls'u hiç izlememiş, hiç dikkat etmemişlerdi. Yerel yazarlar bu küçük ve keşfedilmemiş mücevherin farkındaydı. Playofflar yaklaştıkça bu değişti.

Adams: 0-9'dan buralara gelip playoff'a girilmesi, ve bunun genç oyuncuların ağırlıkla olduğu bir kadroyla yapılması moralleri çok yükseltmişti. Gerçekten mucizevi.

Smith: Dördüncü sıradan playoff'a giren Bulls, beşinci sıradaki Washington Wizards ile eşleşmişti. Bulls gibi Washington da o sezonun sürpriz ve çıkıştaki genç takımlarından biriydi. Bulls'tan daha yetenekli oldukları düşünülüyordu. Larry Hughes ve All-Star oyuncu Gilbert Arenas'tan oluşan arka alan ikilisi, Hinrich ve Duhon'dan daha üstündü. Ayrıca ellerinde yine bir All-Star olan Antawn Jamison da vardı.

Johnson: Bulls evsahibi avantajına sahipti ve seriyi alabilecekleri hissediliyordu. O sezon çok şey atlatmışlardı.

Hinrich: Playoff hazırlığı çılgıncaydı. Scott, Wizards'ın tüm oyunlarını ve kadrodakilerin bütün eğilimlerini öğrenmemi istemişti ki, hazırlıklı olabileyim. Final sınavlarına çalışmak gibiydi.

Funderburke: Birçok genç oyuncu, tecrübeli oyunculara gelerek playoff'ta oynamakla ilgili tavsiyeler istiyordu. Onlara baskı ile birlikte fiziksel direnç, odaklanma ve yoğunluk seviyesinin de artmasını beklemelerini söyledik -- hand-checking, itme, darbeler, sert fauller. "Bakın, normal sezonda ne olduysa, hepsini unutun."

Duhon: Bizden daha cüsseli bir takım olarak, Wizards eşleşme problemleri yaşattı. Gilbert Arenas ve Larry Hughes gibi iki iri guardları vardı; ön alanda da Antawn Jamison ve Brendan Haywood.  Gilbert ligdeki en iyi skorer guardlardan biriydi.

Silverstein: Ben hiç dağa tırmanmadım ama 1999'dan 2004'e dek Bulls'u izledim. Altı yıl sonra United Center'daki ilk playoff maçını izlemek, dağın zirvesinde olmak gibiydi. Bir şampiyonluk değildi tabii ama, nihayet, Ah, döndük diyebiliyordunuz.

Nocioni: Chicago halkı tekrar playoff görmek için yıllardır bekliyordu. Yani birçok his aynı anda yaşanıyordu.

Chandler: Tekrar o seviyede olmak heyecan vericiydi. Basketbolun aslında neye benzediğine dair ilk deneyimimdi.

Hinrich: Atmosfer muazzamdı. Harikaydı. İşte bunun için, playoff basketbolu için bu ligde olmak istersiniz. O yoğunluk, her pozisyonun verdiği o heyecan.

Johnson: Jordan dönemindeki playoff maçlarıyla karşılaştırılamaz ama o serinin ilk maçından Nocioni'ye dair güçlü anılarım var.

Smith: Nocioni her yerdeydi: Oyun kuruyor, şut sokuyor, ribaund çekiyor. Salon delirmiş vaziyetteydi, özellikle de o berbat geçen yollardan. Hanedandan gülünç duruma düşme seviyesine çabucak gelinmesinin ardından, bu takdir edilmesi gereken bir dirilişti. Şampiyonluk yıllarında gibiydik.

Johnson: Tribünlerde "NOC-I-O-NI" tezahüratı başlamıştı. Nocioni delirdikçe daha da gürültülü oldu. Ağzından köpükler saçıyor gibiydi o akşam. Maçın sonuna yaklaşırken tüm salon ona tezahürat yapıyordu. Andres öyle gaza gelmişti ki, canlı bir tavuğun kafasını koparabilirdi.

Nocioni: Kariyerimdeki en özel gecelerden biriydi. Chicago'lu taraftarlar oyunumu sevdiklerini ortaya koydular: Sıkı çalışmak ve terinin son damlasına dek mücadele etmek.

Silverstein: Nocioni 25 sayı atıp 18 ribaund çekti ve Bulls ilk maçı kazandı. Devre arasında erkekler tuvaletini hatırlıyorum. Ellerimi yıkarken yanımda bir çocuk vardı. "Hey, eğleniyor musun?" diye sordum. "Evet." Üstünde yeni bir Bulls forması vardı. "Ne zaman doğdun?" diye sordum. "1997" dedi. Şöyle düşündüm: "Güzel, Bulls döndü ve bu çocuk ne kaçırdığının farkında bile değil."

Hinrich: İlk maçı kazandıktan sonra aklımızdan başımızdan gitmişti. Ama sonra Scott bizi dünyaya döndürdü: "Tamam, güzel iş. Sonraki maça bakalım."

Davis: Soyunma odasına girerken gençlerin heyecanını, ânı yaşamalarını ve reaksiyon verme şekillerini hatırlıyorum. Şöyle konuştuk: "Gidip biraz kutlama yapalım. Ama yarın işe dönelim."

Hinrich: İlk maçta iyi oynamıştım ama daha iyi oynayabileceğimi biliyordum. İkinci maçta daha agresiftim ve daha özgüvenli oynadım. İlk dakikalarda birkaç şut kullandım ve devam ettim. 34 sayı atmıştım.

Silverstein: Bulls ikinci maçı kazandı. Sonra Washington'a gittiler ve... işte bu serbest düşüştü. Üçüncü ve dördüncü maçı kaybettiler.

Hinrich: Üçüncü ve dördüncü maçta icabımıza baktılar. Deplasmanda oynanan playoff maçları bambaşka mevzular. Genç bir takım olarak iyi oynayamadık, onlara yaklaşamadık.

Davis: Wizards'ın hakkını vermeniz gerek. Ayarlamaları yaptılar ve karşılık veremedik. Eddy ve Luol bizimle kalsa bambaşka bir hikaye olurdu diye düşünüyorum. İşler sarpa sardı ve düzeltemedik.

Duhon: Toyluğumuz ortaya çıktı. Çok hata yaptık ve maçların sonlarında kritik oyunları sonuçlandıramadık.

Silverstein: 5. maçta Bulls, kendi evinde 20 sayı filan geri düştü. Ama savaşıp geri döndüler. Asıl direnç en sonda, Jannero Pargo oyuna girdiğinde geldi.

Pargo: 41 saniye kalmıştı. 20 sayılık farkı 10'a indirmiştik. O zamanlar benim oyunda olmam iyiye işaret değildi. İyi oynamadığımız ve bir kıvılcıma muhtaç olduğumuz manasına gelirdi. Dördüncü çeyrekte maça ne zaman dahil olsam, görevim çabucak sayılar bulup takımın şansını arttırmaktı. Girdim, hemen bir üçlük. Gilbert Arenas'a faul yaptık, iki serbest atışın birini soktu. Sonra bir üçlük daha soktum, fark 5'e indi. Ardından bir tane de Kirk sokunca fark 2 oldu. Larry Hughes bir faul atışı sokunca 3'e yükseldi. Dokuz saniye kala Kirk'e faul yapıldı. İkisini de kaçırdı, ribaundu aldık, maçı uzatmaya götürmek için topu bana verdiler. O anda sanki bedenimden çıkmıştım. Hiç böyle bir şey hissetmemiştim. İsabetin üstüne Washington, bitime beş saniye kala mola aldı. Moladan dönerken ben topu oyuna sokacak kişiyi savunuyordum. Topu Gilbert'e attı. Kirk'ün soluna doğru gitti, şutu kaldırdı ve soktu. Kirk ağzının içindeydi. Tyson da bloklamanın kıyısından dönmüştü.

Chandler: Gilbert topu aldığında içimden şöyle geçirdim: "Eğer baskı yaparsak şutu kaldırmaya vakit bulamaz." Kirk'e ona baskı yapması için bağırdım, ama duyamadı. Ben de kendim gittim. Gilbert topu sürdü ve şutu gönderdi. Maçı kazandıran bloğu yaptığımı düşünmüştüm. Parmak ucuyla kaçırdım.



Pargo: Gilbert acayip bir şut soktu. Ona boşuna Agent Zero demiyorlar.

Smith: Arenas şutu neredeyse kıçından çıkarmıştı.

Chandler: Kalp kırıcıydı. Kalakaldık orada. O şut seriyi değiştirdi.  Eğer oradan 3-2 ile çıksak muhtemelen seriyi kazanırdık. Ama tam tersi oldu, gerisi malum.

Pargo: O geri dönüşü, altıncı maç için bir motivasyon malzemesi olarak kullanabilirdik. Ama takımdaki çoğu oyuncu için seri bitmiş gibiydi.

Funderburke: Beşinci maçı kaybettikten sonra gözlerine bakınca sanki farklı bir takım görüyordunuz. Birinci maçla altıncı maç arasındaki mentalite değişimi dramatik seviyedeydi.

Smith: Bulls altıncı maçı kazanıp, seriyi Chicago'ya taşıyacak pozisyona geldi aslında. Kötü bir top kaybıyla her şey ellerinden uçup gitti. Orada maç döndü.

Hinrich: Top kaybını hatırlıyorum. Maç berabereydi. 30 saniye kala top bizdeydi. Kenardan topu Chris'e çıkardım ama o anda bakmıyordu. Top sırtına çarptı.

Duhon: Kirk ile orada anlaşamadık. Ben oraya yalandan gidip sonra koşuya devam edeceğimi, sonra da onun topu başkasına atacağını düşünmüştüm. Ama koşarken ona bakmayı bıraktım ve o da topu bana atmış, sırtıma geldi. Jared Jeffries topu kaptı, gidip smacı vurdu ve maçı kazandılar.

Hinrich: Altıncı maçı kaybetmemizin ardından soyunma odası çok sessizdi. Söyleyecek pek bir şey yoktu. Arka arkaya dört maç kaybetmek gerçekten çok kötüydü.

Duhon: 2-0 öne geçip dört maç üst üste kaybetmek? Süpürülmüş gibi hissettik. Herkes hayal kırıklığı içindeydi. Ayrıca önümüzdeki sezon tekrar playoff yapacağımıza dair özgüven vardı çünkü çok genç bir takımdık. Yani bu olayın destekleyici bir yanı da vardı.



10. Bölüm: Yeni Bir Umut?


Smith: Herkes hayal kırıklığı içindeydi ama şöyle bir his hakimdi: "Bu, büyük bir şeylerin başlangıcı olabilir." Takım için büyük bir ilk adımdı bu. Zor bir seri kaybetmişlerdi ama sıfırdan gelip harika bir sezon geçirmişlerdi ve ilginç bir takım olarak yollarına devam etme ihtimalleri vardı. O Bulls ekibinin özel bir şeyler başarma ihtimali vardı, belki şampiyonluk adayı da olabilirdi. Yetenekli oyunculara sahip olmak ilk şart ve bu vardı. Ama aynı zamanda düzgün karakterli oyuncuları vardı koç onlara sorumluluk veriyordu. Birçok takım yetenekli oyuncuları bir araya getirir ve bir hayal üstüne kurulur. Beş tane All-Star oyuncuyu bir araya getirmek başarıyı garanti etmez. Ayrıca belirli rolleri üstlenmeye razı oyuncular gerekiyor. Bulls'ta gereken her şey vardı.

Davis: Jordan'lı Bulls takımından sonra nasıl geri dönebilirsiniz? Genç oyunculara şans vermek cesurca bir karardı. Ama bu sezonun ardından yönetim "Bu iyi bir kumardı" şeklinde hissetmeye başladı.

Tedeschi: Yıldızı olmayan bir takımla şehre basketbolu geri döndürüyorsunuz. Taraftarlar yeniden takımla kenetlendi. Basketbol yeniden gündeme geldi.

Duhon: 2004-05 Bulls'undan çıkarılacak ders, eğer bir sistem dahilinde olursa, genç bir takımla başarılı olunabileceği. Herkes Skiles'ın vizyon ve planına dahil olmuştu. Kimse bencil değildi. Herkes takımı ön plana koyup fedakarlıkta bulundu. Ve eğer bunu yapabilirseniz, özel bir takım ortaya yaratabilirsiniz.

Johnson: Özel bir şeylerin yolda olduğunu hissedebilirdiniz. Bu takım, hanedan sonrası yılların boşluğunu unutmamızı sağladı ve kesinlikle Doğu Konferansı'nda iddialı olmak için potansiyel sahibiydi. Paxson, Krause'tan genel menajerlik görevini devraldığında kültür değişiminden bahsetmişti. O sezonun bana göre ana teması da kültürün değişmiş olmasıydı. Peki bu takım daha fazla nereye kadar gidebilirdi?

Duhon: Sonraki iki sezonda da playoff gördük. İşin temeli, savunmamızın çok iyi olmaya devam etmesiydi. Bu bizim ana kimliğimizdi ve hedefimiz, her sezon en iyi savunma takımları arasında olmaktı. Bu bizi sürükledi ve birçok maçı kazanmamıza yardımcı oldu.

Johnson: 2004-05 sezonu bitiminde Eddy'yi takas ettiler.

Davis: Eddy gittikten sonra takımın farklı olacağını biliyorduk. Hem Eddy, hem de Tyson gençlerle bir arada olmadığı sürece yürümeyecekti çünkü her iki pozisyonda derinliğe sahiptiler ama boşlukları tecrübeli oyuncularla doldurabiliyorlardı. Ama Eddy olmadan takımın dinamikleri tamamen değişecekti.

Johnson: 2006'da Ben Wallace'la anlaştıklarında şampiyonluk için eksik parçayı bulduklarını düşünmüşlerdi. Pistons'taki gibi bir etki yaratamadı ama 2006-07'de ilk turda Heat'i elerken önemli rol oynamıştı. Bir şampiyonluk değildi elbette ama hanedan sonrasında kazanılan ilk playoff serisiydi.

Hinrich: Eklemeler yapmaya devam edildi. Ben Gordon çok iyiydi, 20 sayı ortalamayla oynuyordu. Luol bir hücum tehdidi olmuştu. Noce iyi bir şutör hâline gelmişti ve hücumda eşleşmesi zordu. Herkese karşı oynayabilirdik. 2006-07'de Ben Wallace ve P. J. Brown'la birlikte 49 maç kazanmıştık. İlk turu geçtik ve sonra Detroit'le oynadık.

Johnson: 2004-05'in Baby Bulls'u, Doğu Konferansı'nda rekabet edebilecek, eğlenceli bir takım olarak ortaya çıkıştı. Beklenmedik bir hikayeydi. Dipnot, onların Bebek Boğalar'dan Tırmalayan Boğalar'a geçişiydi. Takımın özeti tam da buydu çünkü yeteri kadar iyi değillerdi. Gordon maç sonlarında iyi olsa da, Hinrich güvenilir olsa da, Deng iki yönlü bir oyuncu olarak çok verimli olsa da süperyıldız değillerdi. Sonra Skiles 2007-08'de ayrılınca Bulls dağıldı. Hızlı geçen bir dönemdi. Dört yıl -- 2004'ten 2008'e. Parçalanmayla biten bu dönemden kalan olumlu şey, elbette, Bulls'un 2008 Draftı'nda ilk sırayı alıp Derrick Rose'u seçmesiydi. Yılın Çaylağı oldu, Jordan'dan bu yana takımın ilk All-Star'ı oldu ve 2011'de lig tarihinin en genç MVP'si seçildi. Yeni bir parlak dönem mümkün görünüyordu -- diz bağlarını yırtana dek.

Silverstein: Daha sonra ne olursa olsun, 2004-05 takımı, hanedan sonrasında altı ızdıraplı sezon geçiren Bulls taraftarı için bir ödüldü. Bugün,1999-2004 arası Bulls'unu izleyen biriyle karşılaştığımda, onunla aramda bir bağ vardır. Nasıl zamanlardan geçtiğimizi biliyoruz. Birbirimize saygı duyuyoruz çünkü o altı yıl boyunca şöyleydik: "Bu takımda iş yok ama ben buradayım."



(Orijinali için şuradan.)

Yorumlar