19 Mayıs 2000. 20 yıl önce bugün, akşamın erken saatlerinde otobüs, etrafında kalabalığın toplandığı Hotel Atlantico'dan ayrıldı. Birkaç kilometre ilerde, daha büyük bir kalabalığın bulunduğu Cuatro Caminos'ta bu şehrin görüldüğü en büyük parti için hazırlanıyorlardı -- eğer başarırlarsa, bazıları son kez olanların ardından inanmaya cesaret edemeyecekti. Altı yıl geçmişti ama hâlâ can acıtıyordu, geçmek bilmiyordu. Hem de nasıl. Otobüs çalıştı ve dumanların arasındaki binlerce mavi-beyazlı taraftarın, balkondan bayrak sallayan insanların arasından geçerek Riazor'a, Espanyol'la karşılaşmaya doğru yola çıktı.
Kaderlerine doğru.
2000 yılı itibariyle Deportivo yalnızca dokuz yıldız İspanya'nın en üst ligindeydi. İkinci ligde, yarı amatör üçüncü ligde oynamalarının üstünden çok zaman geçmemişti ve kendilerini neredeyse bölgesel ligde buluyorlardı. 1973'te birinci ligden düşmüşler ve 20 yıl boyunca dönüşe yakın olmamışlardı. 1980'lerin çoğunda Riazor stadyumu en fazla 5.000 kişi toplayabiliyordu. Ama işler değişmek üzereydi.
Vicente Celerio'nun 1987-88 sezonunun son gününde attığı gol, Depor'u ikinci ligin B grubundan düşmekten ve kulübü kesin ölümden, 81 yıllık varlığının sona ermesinden kurtardı: Kulübün kapanması için federasyona gönderilecek evraklar hazırlanmıştı.
Sonra 1988'de Augusto Cesar Lendoiro başkan oldu. 1983 yılında kupayı kazanan, şehrin paten hokeyi takımının başkanıydı. Deportivo'ya başkanlık yapmanın istediği son şeyi olduğunu söylüyordu ama kulüp çaresiz durumdaydı -- kurumsal ve sportif bir krizin içindelerdi, kimse sorumluluk almak istemiyordu. Borç içindelerdi ve 4.000 üyeye sahiplerdi. Üç yıl sonra birinci lige çıkmışlar ve hemen ardından, inanılmaz bir şekilde şampiyonluğa oynamışlardı. Artık büyük bir kulüplerdi.
Henüz o kadar büyük değil.
Onları üçüncü ligden bu yana çalıştıran Arsenio Iglesias önderliğindeki 'Süper Depor' doğmuştu. En iyilerle rekabet edebilecek oyuncular almaya başlamışlar, kadronun çekirdeğini Brezilyalı oyunculardan kurmuşlardı. 1993'te üçüncü, 1994'te ikinci oldular. ki bu travma hâlâ kulübü etkileyen bir şey. 1995'te tekrar ikinci oldular, 1997'de ise tekrar üçüncü. Ama ligi kazanamadılar. Ve en kötüsü, zaten kazanamazlardı. O günler geride kalmış gibi görünüyordu.
Ve yine de şimdi, burada, beklenmedik bir şekilde tarihin eşiğinde duran Mayıs 2000'deydiler. Sezonun son günüydü ve buna çok yakınlardı. İlk lig şampiyonluklarına ulaşmak için tek ihtiyaçları olan bir puandı. Kısa bir yolculuktu, yaklaşık bir kilometre yavaşça alınmıştı, ama aslında arkalarında uzun bir yol vardı.
İşte şimdi çok az kalmıştı.
Takım nasıl bir araya geldi?
Augusto Cesar Lendorio (Kulüp başkanı, 1988-2014): 1988'de kulübe geldiğimizde Deportivo neredeyse 20 yıldır birinci ligden uzaktı ve ikinci ligle ikinci lig b grubu ve üçüncü lig arasında gidip geliyordu. 1991'de artık geri dönmüştük, Plaza Maria Pita'da 20.000 kişinin önünde şöyle demiştim: "Barça, Madrid... buradayız." Herkes bana gülmüştü; çıldırdığımı söylemişlerdi. Ama bu bir önseziydi. 1993'ten 2005'e kadar onlarla eşit olarak savaştık.
1994'ten sonra --son günde şampiyon olabilirdik-- taraftarların çoğu bir daha asla bu şansı yakalayamacağımızdan emindi. İspanya'nın bize bir şampiyonluk borçlu olduğunu hep söylemiştim.
Slavisa Jokanovic (orta saha oyuncusu, 1999-2000): O Depor takımı çok kaliteliydi ve kadro derinliğine sahipti: 20 oyuncudan fazla kişi vardı ve hepsi çok iyi iş çıkarıyordu. Önde Turu Flores, Roy Makaay, Pauleta... sonra yeterince gol atamıyormuşuz gibi Diego Tristan ve Pandiani geldi. Noureddine Naybet inanılmaz bir oyuncuydu; Mauro, Djalminha, Victor, Fran, Flavio, Donato... Djalminha topu hiç görmediğim şekilde ayağına yapıştırırdı. Her şeyi yapabilen, doğuştan bir kazanandı. Taktik açıdan, teknik açıdan, psikolojk olarak muazzamdı.
Victor Sanchez del Amo (orta saha oyuncusu, 1999-2006): Djalminha bir dahiydi. Kelime bu: Dahi. İnsanlar onu antrenmanlarda izlerdi ve rahatça söyleyebilirler ki, Djalminha hiçbir oyuncuda görmedikleri şeyleri yapıyordu. Roy Makaay vardı, Avrupa'nın en iyi santrforlarından, bir altın ayak; Sağ ayak, sol ayak, pek orayla vurmayı sevmese de kafa... O zamanki hocamız Javier Irureta bağırırdı: "Oğlum, kafayla vur şuna!" Ama o bir adım geride durup köşeye vole vururdu. "Bak, nereye gitti."
Mauro Silva'nın ne kadar iyi olduğuna gerek var mı, bilmem: 1994'te Brezilya'yla Dünya Kupası şampiyonluğuna ıılaşmış bir kazanan. Orta sahanın ortasında rekabetçi bir zihin yapısıyla korkunç güçlü ve inanılmaz zekiydi. Asla gardı düşmezdi. Eğer onu sinirlendirmek istiyorsanız, topu ayağından almanız gerekirdi. Eğer bunu yaparsanız da siniri tepesine çıkardı. Tiksinirdi bundan. 300 km hızla bir tren ona çarpsa, yerinden kıpırdamazdı. Donato vardı bir de: Hayranlıkla izlerdiniz. Muhtemelen gördüğüm en akıllı oyuncuydu, bu sayede 40'ına dek oynayabildi. O sene 37 yaşındaydı.
Jokanovic: Yaşını anlayamazdınız. Donato'nun 17 yaşında mı, 37 yaşında mı olduğu önemsizdi. Ve sert oyuncuydu. En ufak bir konsantrasyon kaybında gelir sizi biçerdi.
Javier Irureta (teknik direktör, 1998-2005): Fran kariyeri boyunca Deportivo'da oynadı -- ikinci lige düşüldüğünde dahi. Onun hayatı burasıydı. Pek konuşkan biri değildi ama harika bir oyuncu ve ilk 11'in gediklisiydi. Takıma geldiğimde onu kaptan yaptım.
Lendoiro: Luis Aragones'le görüşmüştük ama menajerinin talepleri yüzünden anlaşma yatmıştı. Biz de Celta'nın Irureta'ya onun istediği gibi iki yıllık sözleşme önermemesini kullanmak istedik.
Irureta: Lendoiro geldi; her zaman çok kurnazdı. Ayrılmak zorundaydım. Göreve geldikten sonraki ilk maçım Celta deplasmanındaydı... Depor'un ezelî rakibi ve geldiğim kulüp. Depor en büyük takımlardan biri değildi ama istikrarlı olarak rekabetin içindeydik.
O sezon, özellikle rekabetin içindelerdi. Irureta'nın gelişinden önce 12. sıradalardı, şampiyonluk kovaladıkları günler geride kalmış gibiydi. İlk sezonunda 6. oldular. Ve sonra kadroyu yeniden güçlendirdiler. Deportivo o sezon iç pazara bakmıştı, başta da Hollandalı millî santrfor Roy Makaay'a. Makaay, Tenerife'den 8 milyon euro'ya gelmişti ve o sezon 22 golle takımın en skorer oyuncusu oldu. Sonra Altın Ayakkabı'yı da kazanacaktı. İyi olduğunu biliyorlardı, ama bu kadarını beklemiyorlardı. Aslına bakarsanız, kimse beklemiyordu.
Roy Makaay (santrfor, 1999-2003): Transferlerle birlikte felsefe de değişmişti: Daha önce Brezilyalıları alıyorlardı ama şimdi İspanyollar ya da İspanya'da oynayan oyunculara yönelmişlerdi -- ben, Jokanovic, Victor, Cesar. Hepsi, ilk günden uyum sağlamıştı. Victor ve ben, Mauro, Flavio, Djalminha, solda Fran; Naybet, Schurrer veya Donato; Manuel Pablo ya da Romero; kalede Songo'o.
Yapı belliydi, tüm sezon neredeyse aynı takımla, aynı şekilde oynadık. Eğer birisi çıkarsa, yerine giren oyuncu aksamıyordu. Scaloni, Flores, Jokanovic, Cesar... Hedef, gerçekçi biçimde ilk 4'te olmaktı; önceki sezon altıncı olunmuştu. Ama hayır, hedef şampiyonluk değildi.
Victor: Lendorio takımı gençleştirmişti. Çok rekabetçi bir kadromuz vardı ve başarıya açtık.
Makaay: Ben oraya gittiğimde insanlar 1993-94 sezonundaki travmadan söz etmiyordu ama sezon sonuna doğru lafı açıldı.
1994 yılında Deportivo, şampiyonluğu kazanmaya çok yakındı. Tek yapmaları gereken, evlerinde oynayacakları son maçta Valencia'yı yenmekti. Ya da en azından Barcelona'nın, evinde Sevilla ile oynayacağı maçtan onlara yarayacak bir skor gerekiyordu. Son dakikada Deportivo bir penaltı kazandı. İşte o fırsat: Bir şut, bir gol ve tarihlerindeki ilk şampiyonluk. Baskı dayanılmazdı. Miroslav Djukic, kolayca kurtarılan, korkarak atıldığı belli olan bir penaltı atmıştı. Böylece 'Süper Depor' şampiyonluğu gol averajıyla Barcelona'ya kaybetti. Djukic berbat görünüyordu, kendisinde değil gibiydi. Hiç atmaması gereken bir penaltıydı.
Donato (orta saha oyuncusu, 1993-2003): Ben atmalıydım. Hocamız Iglesias beni hiç oyundan çıkarmazdı ama o gün çıkardı. Kimse anlamadı. Ben hiç anlamadım. Bence o da anlamadı. O penaltı üç kişinin üstüne kaldı: Kullanma cesaretini gösteremeyen Bebeto kaçıran Djukic ve ben. Eğer o anda sahada olsam, şampiyonluğu biz kazanırdık.
Gol yapar mıydım bilmiyorum ama kalecinin nereye atlayacağını biliyordum. Eğer Djukic'in attığı gibi atsaydım, bunun sebebi yalnızca korkudan altıma sıçmam olurdu. Tüm hafta çalışmıştım. Otelde bile kendi kendime düşünüp "Sola, sola, sola..." diyordum. Sonra beni oyundan aldı, son dakikada da penaltı kararı verildi. Madre mia, bu nasıl olabilir? O gün Tanrı bizim kazanmamızı istemiyordu.
1999-2000 sezonunun son maçı
Şimdi, altı yıl sonra, bunun nihayet gerçekleşeceğini umuyorlardı. O sezonda Deportivo, 12. haftada liderliği ele geçirmiş ve bir daha bırakmamıştı. İç sahada Barcelona'yı yenmiş, Atletico'ya 4 atmış, Real Madrid ve Sevilla'ya da 5 atmışlardı. Ama bunlar kulağa kolay geliyorsa da, aslında başarılı bir gidişat olmamıştı. Yedisi sezonun ikinci yarısında olmak üzere, toplam 11 kez yenilmişlerdi. Deplasmanda yalnızca beş galibiyet alabildiler ve sona doğru ilerledikçe işi bitiremediler. Her şey tekrar, sezonun son haftasında belli olacaktı.
Üç takımın şampiyonluk şansı bulunuyordu: 66 puandaki Deportivo, 63 puandaki Barcelona ve 63 puandaki Zaragoza. Gereken skoru yine kendi sahalarında almaları lazımdı. Yine Barcelona enselerindeydi. 1994'ün hatıraları onları sarmıştı.
Irureta: Madrid ve Barcelona'nın arasına girmiştik, onlarla savaşıyorduk, damarlarına basmıştık. 1999-2000 sezonu zordu, rekabet vardı. Bugünlerde takımlar daha fazla puan alıyor --biz o sene 69 toplamıştık-- ama sonlara doğru çok yakındı. Erkenden zirveye çıktık, en zor mücadelemiz değildi ama daha da zor olabilirdi. Racing ve Zaragoza ile berabere kaldık, o yüzden işler son maça kalmıştı. 1994'te olanlar akıldaydı...
Victor: Daha önceden olup bitenlerin sebep olduğu korku taraftarlarda mevcuttu ama bizde yoktu açıkçası. Belki Donato, Fran ve Mauro'da -- o zaman takımda olan oyuncular yani.
Donato: Şampiyon olma şansımız vardı ve bunu kaçıramazdık. Şahsen, o gün otobüsle sahaya yapılan yolculuğun benim için farklı bir manası vardı: Atletico'da birlikte oynadığım arkadaşım Antonio Orejuela bir kalp problemi yüzünden hastanedeydi. Onu arayamadım çünkü konuşursak etkilenirdi. Maçı izleyemedi. Maça odaklanmalıydım ama arkadaşım aklımdan çıkmıyordu.
Ona bir gol armağan etmeye karar verdim. Sahaya vardığımızda yaptığım ilk şey, soyunma odasına gidip malzemeci Javi'ye, bana üstünde "Güçlü ol Orejuela, bu gol senin için" yazan bir tişört ayarlamasını söyledim. Sorun, böyle şeylerin gole daha yakın olan forvetler için ideal olmasıydı. Benim görevim bu değil. Ama gol atacağıma dair yemin ettim ki ona hediye etme fırsatım olsun.
Makaay: Baskı anlamında takımda sorun yoktu; daha çok stadın etrafında ve içinde hissediliyordu bu. Ama bunun tekrar yaşanmasından korkuyordum -- şampiyonluğun yine son maçta elimizden kaymasından. Son haftalarda herkes o penaltı travmasından bahseder olmuştu ama Santander'de alınan bir puan bizi rahatlatmıştı ve bize sadece bir puan gerekiyordu. 94'tekinden farklıydı yani. Derken 3. dakikada bir korner kazandık.
Victor: İdmanlarda her zaman frikikler, duran toplar ve kornerler için özel zaman ayırırdık. Basit şeyleri tekrar ederdik. Donato'ya "Yakın direğe doğru açacağım, sen koşu yap" derdim. Maçlarda ihtiyacımız olan şey bir bakıştır. Topu almaya giderken Donato'ya bakıyordum.
Donato: Maçtan önceki gün, sahamızda yaptığımız antrenmanda Victor'la çalışıyorduk ama diğer kaledeydik. Antrenmanı izleyen babama şöyle demiştim: Eğer böyle ortalarsa, gol atarım." Toni Velamazan beni savunuyordu, bana çok yakındı; ama ben Victor'un hedeflediğini biliyordum. Topun yükselişinin zamanlamasıyla yakın direğin yarım metre uzağında topa vurdum.
Victor: Bir anda kendimizi korner direğinin orada golü kutlarken bulduk.
Deportivo 1-0 Espanyol (Donato, 3'')
Donato: Formayı çıkardım ve golü Orejuela'ya ithaf ettim. Tribünlerde taraftarlar gergindi ama gol gelince stat infilak etti. Henüz üç dakika geçmişti ama bir kesinlik, bir huzur vardı. Başta taraftarlar çok gergindi, onları duyamıyordunuz. Ama artık korkacak bir şeyimiz yoktu. 1993-94'ün hayaletlerini korkutmuştuk.
Makaay: Stadyum tamamen doluydu, dışarıda kaç kişi vardı bilmiyorum tabii. Donato'nun golünün erken gelmesi, hissettiğimiz baskıyı tamamen üstümüzden atmamıza yaramıştı.
Victor: Roy Makaay hakkında şunu söylemeliyiz: Topu ona atarsanız, içeri sokar. Ki yine yaptı.
Deportivo 2-0 Espanyol (Makaay, 34'')
Donato: Roy golü attıktan sonra daha da sakinleştik.
Lendoiro: Ama hâlâ daha zaman vardı. Makaay'ın attığı ikinci gol bile beni sakinleştirmemişti. Ligi son dakikada kaçırılan bir penaltıyla kaybetmenin zihnimdeki etkisi sürüyordu.
Irureta: Devre arasında onlara işin bitmediğini söyledim ama yaklaşmıştık: Organize olun, topu tutun, oynayın. Ve bunları gayet iyi yaptılar. İnsanlar diğer maçların skorlarını söylüyordu, ki bunlar rahatlamamıza yardımcı oldu: İşimize yarayacak skorlar çıkacağını biliyorduk. [Barcelona, Celta ile 2-2 berabere kalmıştı, Zaragoza da Valencia'ya 2-1 yenildi.]
Victor: Son düdüğe yaklaştıkça, taraftarların sahaya gireceğini anladık. Bunu görebiliyorduk. Hakeme "Hadi çal artık" diyorduk. Tünele yakın olmaya çalıştık ki, taraftarlar bizi yakalayamasın. Sahada tünel tarafına doğru bir eğim vardı. Ne olacağını bilemezsiniz. Endişelenmiyorsunuz ama birçok insan size sarılıp bunaltabilir.
Aslında harikalardı: Bizi çok tutmadılar. Hatırlatayım, tünele ulaştığımızda üstümüzde daha az giyecek vardı. Fran sadece donuyla kalmıştı. Birisi şortumu almıştı, forma içinse biraz uğraşmıştım. Soyunma odasında şarkılar, marşlar söyleniyord, şampanyalar patlatılıyordu. Sonra dışarı çıktık. O anları görmek inanılmazdı.
Donato: Maçtan sonra, hattâ bir süre sonrasına kadar Orejuela'yla konuşamadım.
Victor: Soyunma odasında herkesin saçını beyaza boyamak için hazırlık yapılmıştı: Bütün takım bunu yapmak zorundaydı. Hepimiz, kafada folyolarla oturuyorduk. Beyaz olması gerekiyordu ama kimse yeteri kadar oturmamıştı. Sarı, turuncu; tam bir renk cümbüşü. En kötüsü Turu Flores'ti. Gökkuşağı gibiydik. Şampiyonlar Ligi finalini izlemek için Madrid'e gittiğimde saçım hâlâ beyazdı.
Makaay: Herkes bunu yapmalıydı. Ya gönüllü olarak yapardınız, ya da zorla yapılırdı. Evli olan iki oyuncu hariç herkese yapıldı. Onlara tek yıkamalık boya yapıldı. Benimki sarı oldu ama eşim kuaför olduğundan sonradan halletti. Euro 2000 için millî takım kadrosuna bu şekilde katıldım, sonra oralardan bir kuaför saçımı kendi rengine döndürdü.
Donato: Brezilya'ya sarışın gittim; bir samba yıldızı olan Pagodeiro'ya benziyordum. Çok yakışıklı olmuştum.
Irureta: 94'te kadroda bulunan Donato, Mauro Silva ve Fran gibi oyuncular için bu bir özgürleşmeydi. Aklım onlara ve hocaları Arsenio Iglesias'a gitti -- berbat bir şey olmalıydı. Onlar olmadan bunu başaramazdık. Bu şampiyonluk, 94'teki takımın işini tamamlamış oldu -- onların başardığı şeyin altını çizmiş oldu. İnsanlar "Futbol, Deportivo'ya bir şampiyonluk borçlu" diyordu. Kimse kimseye hiçbir şey borçlu değil ama bu, "Tamam, başardık: Artık sonunda bir lig şampiyonluğumuz var" demenin bir yoluydu.
Donato: İnsanların önceleri bu takıma 'Süper Depor' demesi size bir şey anlatıyor. Hepsi bu başarıya katkıda bulundu; onlar da şampiyon. Bu benim için zirve noktasıydı. O iş, topuğumdaki bir diken gibiydi; o gün çıkardım bunu. Ayrıca gol attım. İspanya'daki kariyerimin doruğu, taçlandığı andı bu.
Victor: Real Madrid'de kupa kazanmaya mecbursunuz. Oradan ayrılıp başka bir yerde oynayınca bunun ne kadar zor olduğunu anlıyorsunuz: Finansal olarak rekabet demiyorsunuz. Deportivo ile ligi kazanmak çok büyük bir olay, çok büyük başarı. Bir sporcu olarak ne başardığınızı, bunun ne anlama geldiğini biliyorsunuz.
Makaay: Tabii ki en güzel ânımdı. Almanya'da Bayern'le iki şampiyonluk kazandım ve harikaydı; ama bunun beklenmediği bir kulüpte şampiyon olmak, tarihte ilk kez kazanan kadronun bir parçası olmak paha biçilemez. Otobüsten baktığınızda sanki dışarda, La Coruna şehrinin nüfusundan daha fazla insan vardı.
Mutluluk, heyecan vardı... 94'teki travma şimdi daha anlamlıydı. Kulübün ilk şampiyonluğu, şimdiye kadarki ilk ve tek şampiyonluğu, tüm şehri mutlu etmişti.
Lendoiro: Geri dönüp baktığımda gülümsüyorum. Şehirde yapılan en büyük partiydi, tüm şehir hiçbir problem olmadan dışardaydı: O gece, şehrin tarihinde en az vaka yaşanan gece olmuş. Belki bir daha hiç tekrarlanmayacak bir rüya gecesi. Oyuncuların beni havalara attığını hatırlıyorum; gülüyordum ama biraz ödüm patlıyordu çünkü düşerim diye korkuyordum. Ve radyoda ' Vivir na Coruna que bonito e' çalıyordu.
Eşim ve ben eve sabahleyin girdik. Anne-babamın artık benimle olmadığını anladım ve gözlerim doldu -- eminim bu partiyi büyükanne ve büyükbabalarıyla paylaşamayan diğer Galiçyalılar da aynı durumdaydı.
Irureta: Çok sayıda insan dışardaydı. Parti tüm gece sürdü. Eve döndüğümde saat kaçtı, bilmiyorum: Sekiz falan, belki. Nihayet kapıyı kapatıp yalnız kaldığımızda ne dedim? Vay be, başardık.
(Orijinali için şuradan.)
Yorumlar
Yorum Gönder