"3-1 öndeyken seriyi vereceksin ve sonra atılacak manşetleri bir düşün: "LAKERS ÇÖKTÜ". Sonraki 10 yıl tamamen farklı olabilirdi."
Mitch Kupchak, dönemin Lakers genel menajeri
"Hâlâ boğazımı düğümleyen bir yenilgidir. Hâlâ berbat hissettiriyor."
Bob Whitsitt, dönemin Trail Blazers genel menajeri
Brian Grant, 20 yıl önce, Trail Blazers serinin 7. maçı için Los Angeles'a uçmadan evvel, Rose Garden'da takım arkadaşı Jermaine O'Neal'la birlikte oturduğunu hatırlıyor.
Grant sessizliği bozduğunda, Trail Blazers'ın 1977 şampiyonluğundan sonra şehir merkezinde yaptığı kutlamayı gösteren bir fotoğrafa bakıyorlardı.
"Jermaine'e 'Biz de onlar gibi olabiliriz' dediğimi hatırlıyorum" diyor Grant. "Biz de onlar gibi, orada olabiliriz. Bu inanılmaz bir şey olur."
Serideki son iki maçı aldıktan sonra, Finaller'e yükselmenin bir maç uzağındalardı. Ertesi gün, Rasheed Wallace'ın müthiş performansının öncülüğünde, bitime 10 dakika kala 15 sayı öndelerdi.
4 Haziran günü itibariyle, gerçekten inanılmaz bir şey ortaya çıkmak üzereydi, ama Grant ya da o zaman başkalarının öngördüğü şekilde değil.
"3.5 çeyrek boyunca gerçekleşeceğini düşündüm" diyor Grant, 1977'deki kutlamayı gösteren fotoğrafı kastederek. "Sonra, işler değişti. Sanki hava güzelken birden bulutlar etrafı kaplamış da 'Hasiktir, hortum geliyor' demiş gibi."
Hortumun adı Lakers'tı: Shaquille O'Neal'ın smaçlarından oluşan bir kasırga, Kobe Bryant'ın şutları ve Blazers'ın üst üste 13 şut kaçırdığı şaşırtıcı bir sekans. Sonuç olarak 89-84'lük, Lakers'ı Finaller'e gönderen bir skor.
Yirmi yıl sonra bu maç ve bu çeyrek, iki kulübün de tarihinin gidişatını belirleyen anlar oldu.
Lakers için bu maç, çok daha büyük şeyler için sıçrama tahtası oldu. Hall of Fame üyesi yıldızlar olan Bryant ve O'Neal'ın fırtınalı ilişkisinde olumlu bir adımdı ve efsanevi koçları için de 3. üçleme adına bir uyanış olmuştu. Ve de hâlâ spor tarihindeki en büyük geri dönüşlerden biri olarak yerini koruyor.
Portland için ise, gururlu bir kulübün tarihinde bir leke olarak kaldı; işin içinde olan kişilerin bırakın izlemek, konuşmayı bile istemediği bir tabu hâline geldi.
"Bazı yerlerini gördüm" diyor Grant. "Ama tüm maçı yeniden izlemedim."
Her iki kulübün de rotasını değiştiren bir çeyrekti.
Bu yenilgiden etkilenen ve şampiyonluk ihtimalinin azaldığını düşünen Trail Blazers, gelecek vaat eden genç oyuncu Jermaine O'Neal'ı Indiana Pacers'a yollayarak Dale Davis'i aldı. Grant'e uzun vadeli kontrat vermek istemeyen kulüp, onun piyasadaki değerini kullanarak, fiziği de kontratı kadar şişmiş durumdaki Shawn Kemp karşılığında takas etti.
İki hamle de zamanla birbirinden felaket olduklarını kanıtladı.
"Yarışı ikinci bitirdiğinizde, birinci olmaya çalışırsınız" diyor dönemin genel menajer yardımcısı Mark Wartentein."Hedefe yaklaştığınızda, oraya ulaşmaya gözünüzü dikersiniz. Biz yaklaştık. Ama tam olarak oraya varamadık."
Lakers için de her şey değişmişti. Finaller'e ulaşmak ve Indiana'yı altı maçta geçmek, bolca demeç ve drama ile geçen bir sezonun merhemiydi. Lakers genel olarak ana çekirdeği korudu ve bu istikrar da üç yıl üst üste şampiyonluk getirdi.
"Bunu sıkça düşünürüm" diyor Brian Shaw. "Yani, eğer o maçı kazanamayıp Finaller'e çıkmasak, her şey değişebilirdi."
Lakers'ın bunu başarmak için şans ve deha dokunuşlarına ihtiyacı vardı. Ligde unutulmuş bir oyuncunun eski takımına karşı başkaldırması gerekti. Farklı tavırlara sahip iki süperyıldızın kazanmak için farklılıkları üstünde yükselmesi gerekti.
Trail Blazers içinse yedinci maçın sonunda takım sahibi, yönetim ve koç arasındaki hassas denge ortaya çıktı. Ve bu dengenin bir hanedan ile bir felaket arasındaki fark olabileceği de.
Haziran ayındaki bu 12 dakika, iki kulüp için de sonraki onyılları tanımlayan bir zaman aralığı oldu.
Üçüncü çeyreğin bitimine 20.6 saniye kala Scottie Pippen dipten bir üçlük buldu ve Blazers'ı 71-55 öne geçirdi -- maçtaki en büyük fark. NBC yayınında Bill Walton şöyle diyordu: "Lakers'ın son çeyreğe girerken kalabalığı ateşleyecek büyük bir şeylere ihtiyacı var."
Saniyeler sonra Brian Shaw bir üçlük soktu.
Jerry West (Lakers yöneticisi): Bir yumruk, kavgayı değiştirebilir. Ve bu bir boks maçı gibiydi, anladın?
Brian Shaw (Lakers yedek guardı): Rasheed Wallace sıçramıştı ve beni şutu biraz daha yukarı doğru atmaya zorladı. Panyaya atmak istememiştim.
Mike Dunleavy (Blazers koçu): Çok da yetenek isteyen bir iş değildi sanki? Yani, panyalı sonuçta.
Mitch Kupchak (Lakers genel menajeri): Sanki bir işaret gibiydi. Şansımız dönmüştü.
Brian Grant (Blazers yedek forveti): Panyaya çarpıp girdiğinde "Umarım bir şeylerin başlangıcı değildir" demiştim.
A.C. Green (Lakers forveti): Lakers tarihinin klasik anlarından biri.
Shaw'un panyalı isabeti bir kıvılcım çıkarsa da, Staples Center'da baskı büyüktü. Lakers önceki iki sezonda playofflar'dan süpürülerek elenmişti ve Phil Jackson'ın Shaq ve Kobe ikilisinin egolarını yönetmesi için 30 milyon dolar harcamışlardı.
Rick Fox (Lakers yedek forveti): Önceki iki yılda yaşanan o utanç verici süpürülme ve elenmeleri yaşayan birkaç kişiydik... Yıkım ve çöküşün limitlerine ulaşmıştık.
West: Phil'i koç olarak seçmeyi önerdim, çünkü habire gelip giden hocalardan sıkılmıştım. Sağlam bir geçmişi olan bir hocaya ihtiyacımız vardı ve onun yaptıkları da ortadaydı. Jerry'ye onunla anlaşmamızı önerdim ve elimizdeki takımın, sahip olduğu yetenekle henüz olması gereken seviyenin yanına bile yaklaşamadığını düşünüyordum.
Gary Vitti (Lakers doktoru): Dev egoları ve kendilerine has bakış açıları olan oyuncuları takım için fedakarlık yapabilecek seviyeye getirme konusunda kabiliyetliydi. Bu maçın dördüncü çeyreğinde yaptıkları da buydu. Nihayet iki yıldız da bunu anlamıştı.
Shaw: Kamp döneminde yaptığımız tüm o hazırlıkları o zaman hiç anlamamıştık... Basketbol oynamaya geldiğimizi düşünüyorduk. Haftada iki gün tai chi, bir gün yoga, genelde haftada bir de meditasyon yapıyorduk.
Fox: Phil'in bütün sezon boyunca çalıştırdıklarının o anda işe yarayacağını bilemezdik, ama yaradı. Gerçekten işe yaradı.
Shaw: Liderimize ve verdiği enerjiye baktığınızda, bizim reaksiyon şeklimizi de görebilirsiniz. O sakindi, böylece biz de sakindik.
NBC yayını reklamdan döndüğünde, maçı anlatan Steve Jones ve yorumcu Bob Costas ortamı hazırlıyordu. "Lakers'ın fark etmesi gereken ilk şey" diyordu Steve Jones, "önlerinde 12 dakika olduğu ve 13 sayılık bir maç oynayacakları olmalı." Costas partnerinin sözünü kesti: "Steve Smith devreye girdi ve artık fark 15."
Fox: Shaq ve Kobe önderliğinde sahaya dönerken bir seri yakalayacağımızdan emindim. Hep böyle bir his olur. Ama 15 sayı da çok fazlaydı.
John Black (Lakers halkla ilişkiler başkan yardımcısı): Üçüncü çeyrekte bizi fena yapmışlardı ve güzel hislerle şampiyonluk umutları şuna doğru gitmekteydi: "Aman tanrım! Tarihin en büyük tıkanmalarından birine imza atacağız!"
Jermaine O'Neal (Blazers yedek forveti): Bu gerçekten aklımda kalmıştır: Staples Center boşalıyordu. Onları yeniyorduk.
Shaw: Farkı açtıklarında çok fazla konuşuyorlardı. Kazanacaklar gibi hissediyorduk ve belki çok erkenden seviniyorlardı.
John Salley (Lakers yedek pivotu): Steve Smith'ti o. Smitty! Smitty'yi NBA TV'de izlediğinizde onun dünyadaki en kibar insan olduğunu sanırsınız. Aman tanrım, sizi fena yiyor. Çok fena çenesi vardır.
Fox: Smitty'yi severim ben. Çok bıdı-bıdı yapar. Onu severim. En iyisidir.
Bob Whitsitt (Blazers genel menajeri): Üçüncü çeyreğin sonunda asla iyi hissetmezsiniz ama skorda görünen şey hoşuma gitmişti. Tüm seriyi aklımdan geçirdim ve onları yenebilirdik. Ama kolay olmayacağını biliyordum.
Blazers son çeyreğe Rasheed Wallace'ı kenarda tutarak başladı. Wallace ilk üç çeyrekte 23 sayı atmıştı ve serinin ilk 6 maçında da ortalama 22.2 sayıyla takımın en skoreriydi.
Dunleavy: Muhtemelen koçluk kariyerimde vermem gereken en büyük karardı: Çift haneli skorla öndeydik ve Rasheed Wallace'ı kenara almıştım. Harika bir maç geçiriyordu ama onu dinlendirmeliydim.
Shaw: Ona verecek bir cevabımız yoktu.
Dunleavy: Zayıflıkları, Rasheed'i savunacak kimseleri olmamasıydı.
Shaw: A.C. Green onu tam tutamıyordu. Robert Horry elinden geleni yaptı. Yine de sayı buluyordu. Birkaç kez Shaq bile onu tuttu ama bu kez de onu dışarıya doğru çekiyordu... Bizim için sorun yaratıyordu ve bunun farkındaydık.
Green: Dönerek, yüzyüze, topu alır almaz, orta mesafe şut; her şeyi yapabiliyordu, çünkü ayak hareketleri çok iyiydi. Saygı duyulacak bir oyuncuydu. Tüm dikkatler ona çevriliyordu.
Bitime 10.28 kala Bonzi Wells serbest atışları sayıya çevirip skoru 75-60 yaparken Rasheed Wallace oyuna döndü. Ama bunun haber değeri olmayacaktı. Yedinci maçın daha az olası ve ironik kırılma anlarından biri olarak Shaw, o panyalı üçlüğün üstüne iki tane daha üçlük isabet bulacaktı.
Grant: İronik olan nokta, Blazers'ın Shaw'u serbest bırakmış olmasıydı. Bir gün beni aradığını onu serbest bıraktıklarını ve bunun ne kadar saçma bir şey olduğundan bahsettiğini hatırlıyorum. Ama şunları da söylemişti: "Gerçekten şansınız var, Brian. Ve bu şanslar sık gelmez, o yüzden elinizden gelenin en iyisini yapmaya bakın."
Shaw: Haklarım hâlâ Trail Blazers'taydı. Scottie Pippen'ı aldıkları takasta Houston'a yollandım. Mark Warkentien beni aradı ve şöyle dedi: "Senin için acayip bir anlaşmam var. Pippen için 6 oyuncuyu göndereceğimiz bir takas yapılacak ve gerçekleşmesi için senin kontratına ihtiyacımız var." Birkaç milyonluk veteran minimum anlaşması olacaktı. Şöyle devam etti: "Sana kontratı faksla yollayacağız, tek yapman gereken imzalamak. Seni bir takasa dahil edeceğiz ve milyon dolarlar kazanacaksın."
Warkentien: Brian Shaw, çocuklarından birine ismimi vermeli.
Shaw: Ben de bir ukala dümbeleği olarak şöyle dedim: "Demek takasın gerçekleşmesi için bana ihtiyaç var?" O da "Evet" dedi. Cevabım şu oldu: "Peki, o zaman bu size 2 milyona patlar."
Kupchak: Onu getirmemiz, sonradan düşünülmüş bir şeydi. Yedek bir oyun kurucu aradığımızı hatırlıyorum. Kimseyi bulamamıştık. Sonra menajerinden bir telefon aldık ve Jerry West kafasını dikip "Brian Shaw?" dedi. Ve böylece Brian Shaw, Lakers oyuncusu oldu. Onun peşinde değildik yani.
Shaw: Böylece o sene iki yerden yolumu buldum. O sezon hem Portland, hem de Lakers'tan maaş aldım. Adamlar bana para öderken onlara karşı oynayıp, isabet bulup, yeni takımımın tur atlamasına yardım etmek gayet ironikti.
Grant: Blazers bizi alt etsin diye ona para ödedi.
Kupchak: Jerry West dehasının başka bir kazancı.
Dunleavy: Serinin başındaki basın toplantısına dönerseniz, insanların bana seriyle ilgili en çok endişe ettiğim şeyi sorduğunu görürsünüz -- cevabım Brian Shaw'du. İnsanlar bana kafayı yemişim gibi bakmıştı.
Kobe Bryant, ters taraftan gelip Wells'in şutunu blokladığında NBC yorumcusu Jones şöyle dedi: "Bakalım Lakers bir şeyler yapabilecek mi. Shaq'a geri dönmeleri lazım -- dönmediler."
Orada sözü Costas devraldı: "Onun yerine Shaw'a döndüler ve o da uzaklardan isabeti buldu!"
Costas: Ben gerçekten Shaw'un o iki üçlüğünün, Lakers'ın geri dönüşünü başlattığını düşünüyorum: Üçüncü çeyreğin sonundaki ve dördüncü çeyreğin başındaki şutlar. Bunlar olmadan, tepeye çıkmak çok daha zor olurdu.
Dunleavy: Dördüncü çeyrekte bir tane defansif hatamız oldu: Rasheed oyuna döndüğünde rotasyonu kaçırdı ve Shaw bir üçlük daha soktu. Ama bu tüm çeyrek boyunca kaçırdığımız tek rotasyondu.
Whitsitt: Bir takım şampiyon olduğunda, er ya da geç Brian Shaw gibi bir oyuncunun önemli iş yaptığı bir zaman gelir. Bulls'ta bu oyuncular John Paxson ve Steve Kerr'dü. Gerektiğinde katkı verecek bir rol oyuncunuz olmalı. Onlarda da bu Shaw'du.
Shaw: Phil zaten bize söylemişti: "Shaq'a çok fazla top indiriyorsunuz. Biraz şut atın." O noktada kararımı vermiştim. Eğer boştaysam ve rahatsız edecek kimse yoksa, şutu gönderecektim.
Shaw, Bryant, O'Neal ve Horry kritik sayılar bulurken, Blazers neredeyse 9 dakika boyunca saha içi isabeti bulamadı ve üst üste 13 şut kaçırdı. Bu süre zarfında Wallace yedi şut kaçırmıştı, Smith ve Pippen ikişer, Grant ve Wells de birer.
Dunleavy: Şut kullanmasını istediğimiz oyuncular şut atmıştı.
Grant: Sheed ve Sabonis boyalı alanda ne yaparsa yapsın, faul alamadı. Topu içeri indirdiğimizde, faul çalınmayacağını biliyorduk.
Dunleavy: İnsanlar şöyle diyip durdu: "Aha işte tıkandılar. Herifler tıkandı..." Tıkanmadık. Arka arkaya 13 şut kaçırdık ve bunların 11'i doğru şutlardı. İstediklerimizi yaptık. Son çeyrekte iki top kaybımız var. Tıkanan takım eline gelen topu sallar, serbest atış kaçırır -- baskı varsa bunlar olur.
Costas: Soğuklardı.
Fox: Rus ruleti gibi hissettirmişti. Bir mermi var. Her sıktıklarında ıskaladılar.
West: Çok iyi oyuncuları vardı, gerçekten çok iyi oyuncuları vardı ama asla bir oyuncunun çıkıp da arka arkaya 2-3 isabet bulacağını hissetmiyordunuz.
Dunleavy: Rasheed'i kenara almamış olsam ve o hâlde 7'de 0 atsa, hayatımın geri kalanı boyunca kabuslardan kurtulamazdım.
Whitsitt: Çok iyi şutlar seçen iyi oyuncularımız vardı. Tecrübeli oyuncular.
Bu tecrübeli oyunculardan biri olan Pippen, iki yıl önce altıncı şampiyonluğunu kazandıktan sonra Phil Jackson ve Michael Jordan ile birlikte Chicago'dan ayrılmıştı. Sezon başlamadan önce Blazers, yedi oyunculu takasla 34 yaşındaki Pippen'ı kadrosuna katmıştı.
Whitsitt: Lakers, Pippen'ı almaya çalışıyordu ve Pippen da onları istiyordu. Ben işlerin tam ortasındaydım ve Lakers için bu durumu bozmuştum... Pippen'ı alsalardı bu serinin 7. maçı oynanmazdı. Normal sezonda 70 maç kazanırlardı.
West: Aklımda onunla ilgili tek bir konuşma yok.
Salley: Scottie, Phil'in favori oyuncusuydu. Onun da Scottie'nin onlara katılacağını düşündüğünü biliyorum.
Fox: Gerçekleşeceğini düşünmüştüm. Phil'le ilişkileri sayesinde gerçekleşeceğini düşünüyordum; o yüzden, olmadığında şaşırdım.
West: Scottie Pippen'ı oyuncu olarak her zaman takdir etmişimdir. Ama bak, iyiydik. Anladın mı? İyi durumdaydık.
Blazers şut kaçırmaya devam ederken ve Lakers coşmuşken o klasikleşmiş pozisyon yaşandı: Bryant bir crosssover ile Pippen'ı geçti, sonra Shaq'a alley-oop pasını verdi ve onun smacıyla 41 saniye kala Lakers, 85-79 öne geçti.
Fox: O anda tepede, Scottie Pippen'ın önündeydim. Bana sorsanız Kobe'nin şut atacağını söylerdim. Evet, şüphesiz. Hepimiz öyle derdik.
Black: Pozisyonu izlerken, Kobe'nin ortadan daldığını gördüğümde, floater atacağını düşündüm. Topun çok yana doğru gittiğini görüyordunuz ve içimden "Aman tanrım, airball attı" dedim.
Grant: İki tercih hakkım vardı: Kobe'yi durdurmak için öne çıkmak ya da arkada kalıp Kobe ne yapacaksa ona izin vermek. Doğal olarak içimden gelen öne çıkmak, yardıma gitmekti. Öyle yapınca da Kobe üstümden topu attı.
Shaw: Shaq gibi atletik ve topu almak için kendisini gösterecek birini savunduğunuz zaman, potaya gelen adama doğru çıkmazsınız. Yani Kobe top elindeyken onu nasıl görüyorsa ben de aynı şekilde görüyordum. Doğru oyun buydu ve o da öyle yaptı.
Grant: O pozisyonda Shaq'ta kalsam ne olurdu diye hep düşünürüm. Belki başka bir açıdan biri gelip Kobe'ye faul yapardı. Onu yere serer ve faul çizgisine gönderirdi.
West: O pozisyonu sonsuza dek unutmayacağım.
Salley: O pasın Shaq'a doğru gitmesi ve onun da gözlerini kocaman açıp ellerini uzatmasını görmek, Michael Jordan'ın Ehlo'nun üstünden soktuğu şutu en iyi kamera açısından görmek gibiydi.
Costas: Hatırladığım tek cümle... Şöyle demiştim: "Elenmenin kıyısından, NBA Finalleri'nin kıyısına."
Fox: Benim için daima o dönemin doğuşunu tanımlayıcı an olacak. Aralarındaki ilişki hakkında ne kadar konuşursak konuşalım, doğru anda ve kazanmak gerektiğinde hep doğru şeyi yaptılar. Doğru oyunun ne olduğunu anladılar. Belki birbirlerine ve bize daha çok şey kanıtlamak için normal sezonda daha şahsi oynadılar fakat bunda hepimizin kabahati vardı.
Whitsitt: O âna dek salonda ölü toprağı serpiliydi. İnsanlar gergindi. Korkuyorlardı. Ama o pozisyondan sonra salon delirdi. Bizim çocukların daha çok gerildiğini söyleyemem ama Lakers birden aşırı özgüvenli, daha kabadayı, daha cesur olmuştu. Önümüzde süre olmasına rağmen, o anda her şeyin bittiğini hissetmiştik.
Staples Center o anda birbirinde olsa da, maç henüz bitmemişti. 34 saniye kala Wallace bir üçlük soktu ve skor 85-82 oldu. 32 saniye kala Ron Harper iki serbest atışın birini kaçırdıktan sonra Smith içeri doğru yüklendi ve Shaq'la çarpıştıktan sonra topu kaybetti. Yayında Bill Walton şöyle diyordu: "Buna nasıl faul çalınmaz?"
Dunleavy: Smith içeri girdi ve Shaq tarafından yere devrildi. Yani, bunun için adamı hapse falan atarlar normalde.
Grant: Sonlarda düdüklerini yutacakları çok açıktı.
Dunleavy: O yaz, hakemlerin de olduğu bir toplantıdaydım... ve onlara Smitty'nin pozisyonunu sordum. Hepsi biliyorlardı. O pozisyonu biliyorlardı. "Faul olmadığını düşünen var mı?" dedim. Bir tanesi bile elini kaldırmadı. Peki üç kişi birden bu pozisyonu nasıl kaçırır? Adam yere devrilmişti. Gün gibi ortada işte. Nasıl bu şekilde düdüklerini yutabilirler?
Son saniyeler Lakers'ın 89-84 galibiyetiyle geçerken, iki kulüp de apayrı yollara gitti. Sezon boyunca iki kulübü de esir alan ikilem, farklı şekillerde ortaya çıktı. Lakers ivmeyi sürdürdü ve arka arkaya üç şampiyonluk kazandı.
Shaw: İnsanlara her zaman, takım içinde çok fazla uyuşmazlık yaşadığımızı söylüyorum ancak bu uyuşmazlıkların ortasında iyi iş çıkardık.
Green: Full dramaydık. Bir sürü dramamız vardı.
Fox: Bunlar, duyulan ilk gök gürültüleriydi. Ben Bahama Adaları'nda, Hurricane Alley'de büyüdüm, kasırga sezonu geldiğinde anlarsınız. Yani her zaman uzakta bir şeylerin döndüğünü bilirsiniz ama bu asla Kategori 5'e girmez. O zamanlar Kategori 1'deydik, o sebepten kendimizi gerçekten tehdit altında hissetmedik, çok ciddiye almadık. Tropikal bir depresyondu. Bugünlerde Kategori 5'e giren bir kasırga görürseniz, birşeyleri yıkacağını anlarsınız. Ve sonunda gerçekten hanedanı yıkan da bu oldu.
Costas: İnsanlar haklı olarak, Kobe ve Shaq'ın düşüşe geçmediğini, eğer egoları onları etkilemese birlikte 5-6 şampiyonluk kazanabileceklerini söyler. Ancak bir yüzüğe bile ne kadar zor ulaştıklarını hatırlamakta fayda var. Çünkü hem 2000'de Portland'a, hem de 2002'de Sacramento'ya kolayca kaybedebilirlerdi.
Black: O çeyrek... bizi şampiyonluktan edebilirdi.
Vitti: Bence takımı dağıtırlardı ya da kazanmalarına yetecek seviyede tutacak bir yenilemeye giderlerdi.
Fox: Shaq ve Kobe bence ayrılmazdı. Ama sekiz yeni oyuncu görebilirdiniz... Bir takımı farklı yollarla yeniden kurabilirsiniz. Muhtemelen başka yıldızlar getirirlerdi. Fakat bunlar yerine o an bizi zirveye çıkardı ve bir hanedan hâline geldik.
Bu arada Blazers kadrosuyla bir şeyler yapmak zorunda hissederek Grant-O'Neal takasını gerçekleştirdi fakat bu hamle işe yaramadı. Portland o sezonun ardından 19 sezon boyunca konferans finaline yükselemedi.
Grant: Hep bir anlaşmazlık vardı. Ama başka takımlarda ilk 5 başlayabilecek 13-14 oyuncuya sahiptiniz. Harika oyunculardı, öyle olduklarını biliyorlardı ve kullanılmıyorlardı çünkü yeterli dakika yoktu. O yüzden oyuncularla alakalı hep bir sorun vardı.
O'Neal: Kendi açımdan, kişisel bir şey olduğunu biliyorum. Şans bulamayacağımı biliyordum.
Grant: Maçtan sonraki hâlimize bakarsak, sanki bedenimizden çıkıp geri gelmiş gibiydik. Herkese bakıp bir şeyler söylemem gerektiğini hissediyordum ama ağzımı açamıyordum. Şahsen bizi için her şeyin bittiğini biliyordum. O şekilde devam edemezdik.
Dunleavy: Son nokta: Gidip oyun planına baktım ve bayıldım. Yaptıklarımız hoşuma gitmişti. Mücadelemiz ve geri gelmeyi başarıp 7. maçı zorlamamız harikaydı. Kaybettik. Biri ya da bir şey yüzünden değildi. Takım hâlinde kaybetmiştik.
Grant: O maçın ardından her şey bitmişti. Mike ancak o kadar süre büyücülük yapabilirdi. Çok yetenekli bir takımdık. Bence Mike harika bir iş çıkardı. Ondan daha iyisini yapabilecek biri çıkar mıydı, bilmiyorum. Her gün milletin egosu ve tavırlarıyla uğraşıyordu.
Dunleavy: Benim için en acayip kısmı, o yazın sonuna doğru Bob Whitsitt'in beni ofisine çağırıp takas yapacağını söylemesiydi. "Brian Grant ve Jermaine O'Neal'ı yollayıp, Dale Davis ve Shawn Kemp'i alıyoruz" dedi. "NE! Neden? Dalga geçiyor olmalısın. Onlar takımın motoru sayılır" diye cevap verdim. Cevabı "Beni buna sen zorladın" şeklindeydi.
Whitsitt: Bir tanesi kesindi -- takım sahibi Paul Allen, Brian'a para ödemek istemiyordu, o yüzden o iş bitmişti bile. Gidip ona "İyi şanslar Brian, git ve orada hak ettiğini al" demek istedim. Ama Paul her zaman, giden oyuncunun karşılığında bir şeyler almak isterdi. Jermaine olayı farklıydı. Eğer Mike, söz verdiği kadar süre vermezse, takası için çalışacağıma dair söz vermiştim.
Warkentien: 7. maçtan sonra Portland'a döndüğümüzde Paul Allen'dan bir e-posta almıştım. Şöyle yazıyordu: "Bu çok acıttı. Bir süre etkisinden kurtulamam."
Whitsitt: Tüm seri bir ağırsiklet boks maçı gibiydi. Bu bir turnuvaydı ve... biz de en iyi ikinci takımdık.
Sonsöz:
A.C. Green, Portland civarında 34 yıldır her yaz, kendi gençlik vakfı kapsamında düzenlediği bir basketbol kampı düzenliyor. Benson Tech'i 1981 eyalet şampiyonluğuna taşıdıktan, Oregon State'te bir yıldız olmasından ve sonra NBA'e gitmesinin ardından bir yerel kahraman hâline gelmişti. Ancak son 20 yıldır, ebeveynler çocuklarını kampa bıraktıktan sonra yakınmadan edemiyorlar:
"Bunu sürekli duyuyorum" diyor Green.
"7. maçta sizi elimizden kaçırdık."
(Orijinali için şuradan. Tam ben bunu çevirirken, Bleacher Report'un da bu konuda bir tane sözlü tarih yaptığını gördüm. Howard Beck abimiz farkını konuşturmuş, orası daha iyi. Ama paralı site olduğu için buna devam ettim. İyi okumalar.)
Yorumlar
Yorum Gönder