Sözlü Tarih: 'The Practice'



7 Mayıs 2002'de Allen Iverson basın odasına girerken Neil Hartman, o zamanki adıyla First Union Center'dan Comcast Sportset'in 'Daily News Live' isimli programı sunuyordu.

Herkes önceki sezonun MVP'sinin, Sixers'ın Boston'a karşı oynadığı ve elendiği ölüm-kalım maçının ardından ilk kez basına konuşacağı anları bekliyordu. (Takımı sezonunu bitiren yenilginin ardından, temizlik gününde Philadelphia Inquirer yazarı Ashley Fox şöyle yazıyordu: "Önünde kendisini çeken fotoğrafçılarla birlikte First Union Center'da dışarı çıkan Iverson durdu, sola gider gibi yaptı, sonra sağa döndü ve ve bir fırtına gibi onları yarıp geçti.")

O gün kameraların olduğu tarafta bulunan Hartman, 'Daily News Live'ın sunucusu Michael Barkann'la konuştuğunu hatırlıyor. Hartman, Iverson'ı odaya girerken görünce "Bir saniye. Michael, başlıyor. Hadi bakalım" demiş. Beyaz tişört ve Boston Red Sox şapkasıyla oturan Iverson, Hartman'ı taklit ediyordu: "Başlıyor Michael, hadi."

"Beni taklit ettiğinde 'Tanrım, başlıyoruz' derdim" diyor Hartman.

Ortaya çıkana bakınca, herkes idmandan bahsettiğimizi biliyor. Iverson'ın verdiği bu cevap o kadar çok tekrarlandı ve taklit edildi ki, popüler kültürün bir parçası hâline geldi.

Ama o gün o odada bulunanlar, yazarlar, muhabirler ve Sixers organizasyonu üyeleri için bu, tek bir meşhur lafın çıktığı 30 dakikalık bir basın toplantısından daha fazlasıydı. (Özel bölümlerde yer alan cümleler Iverson'ın o gün söyledikleri. Menajeri Garry Moore ise yorum isteklerine cevap vermedi.)

"Kaybettik abi. Çok konuşacak bir şey yok. Kaybettik, bu kadar basit."

Billy King (dönemin 76ers genel menajeri): Basın toplantısı fikri benimdi. İyi olabileceğini düşündüm; Allen konuşur, geri dönüp Larry Brown için oynamak istediğini söyler falan.

Neil Hartman (Comcast SportsNet sunucusu): Unutmayın, bir sene önce Finaller'de oynamış olan bu takı, şimdi 5. maçta korkunç bir yenilgiden çıkmış. İlk turda. Yani Allen ve diğer oyuncuların durumunu bir düşünün.

Tom Moore (Bucks County Courier Times muhabiri): Uyum yoktu. Eksik bir şeyler vardı ve (sezon başlamadan önce) formül değişmeliydi. Dürüst olmak gerekirse Philly'deki maçları kazanırken Boston şanslıydı. Seriyi rahatça 3-0 veya 3-1 kaybedebilirlerdi.

Dave Cockey (dönemin 76ers başkan yardımcısı): 5. maçı kaybettik demek nazikçe olur. O maçın ardından kulüp sahibi Ed Snider'la beraber eve uçtum -- sadece maç kaybetme meselesi değildi. Elimize vermişlerdi.

Ashley Fox (Philadelphia Inquirer muhabiri): Basın toplantısının ilk 5 dakikasına falan bakarsanız, her şeyi yakıp yıkmak gibi bir niyeti yok. Öyle bir şey yok. Olay sonradan oraya döndü, geldiğinde o tip bir amacı olduğunu sanmıyorum.

King: Allen ve o zamanki menajeri Leon Rose'la arkadaki soyunma odasında buluşup ne söyleneceği hakkında konuştuk. "Basit tutulsun" dedik. Herkes mutabıktı, "Tamam, sorun yok" dendi. 15 dakika falan konuştuk basın toplantısından önce. Halkla ilişkiler sorumlusu Karen Frascona da oradaydı... Herkes bunun standart bir basın toplantısı olacağını düşünüyordu. Allen bile.

"Ona benim bu bahçenin köpeği olduğumu ve biri zorla girecek olursa onu ısırıp evimi koruyacağımı söyledim. İlk günden bu yana söylediğim şeyi yani."

Boston'a elenmelerinin ardından birçok gazeteci Iverson ve Brown'ın yeni sezonda da bir arada olup olmayacağını merak ediyordu. Tatilin ilk gününde Brown ateşe körükle gitti.

"Onu seviyorum. Rekabetçiliğini seviyorum. Her maç ortaya koyduğu mücadeleden dolayı gurur duyuyorum, ama başımdaki sorunlar hep onun kontrolündeki şeyler" diyordu Brown. "Bunun değişmesi gerek. Değişmezse benimle arası bozulacak. Anahtar oyuncunuz burada olmalı. Antrenmanını yapmalı. Örnek teşkil etmeli ve bunu biliyor. Eğer bunu yapma niyeti varsa, sonuna dek Sixers oyuncusu olarak kalır."

King: Basın toplantısının sabahına, Allen ve Larry için, havayı dağıtma adına bir buluşma ayarladım çünkü ikisinin de memnun olmadığını biliyordum... Zor bir yıldı. Sezonun bitme şekli de kimsenin istediği biçimde olmamıştı. Geçirdiğimiz sezon yüzündendi bu hayal kırıklığı.

Larry Brown (dönemin koçu ve basketbol operasyonları başkan yardımcısı): Yaşımdan dolayı belki, basın toplantısından önce Billy ve benim Allen'la görüştüğünü hatırlamıyorum. Başka bir zaman da buluşmuş olabiliriz... Tüm hatırladığım, Allen'la basın toplantısından önce, akşamüstü buluştuğumuz. Sanırım basın toplantısı 6 gibiydi. Allen'la 3 gibi buluştuk; o biraz geç gelmişti, ben kalkmak üzereydim. Arabada bir arkadaşıyla birlikteydi ve "Nereye gidiyorsun koç? Seninle görüşmeye geldim" dedi. Ben de "Evet, saat 3'te gelmeni söylemiştim, o saatte ofisimden ayrıldım. Sen yoktun" diye cevap verdim. "Sadece birkaç dakika geciktim koç" dedi o da.

King: Herkes zamanında gelmişti.

Coskey: Allen gecikmemişti.

King: 3'ten daha erken olduğunu düşünüyorum, çünkü 3'te olsaydı, basın toplantısının ne zaman yapılacağına dair açıklamadan haberim bile olmazdı. Bittiği saati, şöyle düşünmeden söyleyecek olursam -- 4, 4.30 falandı. 6'da basın toplantısı yapılacağına dair açıklama yapıldığını sanmıyorum. O zaman herkesin çabucak gelmesi gerekirdi.

Brown: Epey bir konuşmuştuk... Bana takımda kalıp kalacak mı, takas olacak mı diye sorup durdu. Ben de en iyi oyuncum hakkında düşündüğüm şeyleri söylediğimi hatırlıyorum. Beni dinlediğinden emindim ama aklında sadece bir tek şey vardı. Takas olmak istemediğini ve önümüzdeki sezon tekrar orada olacağını söylüyordu. Bunu netleştirdik. Onu takas etme niyetimizin olmadığını söyledim.

King: Oldukça uzun bir görüşmeydi ve yoğun geçmişti -- iki taraf da seslerini yükseltmişti. Bağıran tek bir kişi değildi... Bu toplantı daha çok, iki tarafın da içinde kalanları dışarı çıkarmak içindi. Herkes düşündüklerini söyledi ve "Birlikte çalışmaya devam etmek istiyoruz" dedi.

O gün daha erken saatlerde yapılan görüşmenin ardından, akşam saatlerinde bir basın toplantısı yapılacağı açıklandı. Zaman çizelgesi ve toplantıdaki bazı detaylar gibi, Iverson'ın da bu arada ne yaptığı belirsizdir. Gün ortasında içki içtiği şeklinde bir söylenti vardı ama bunu reddetti.

"Bilirsiniz, ben kontrol edebildiğim şeylere inanırım, idrak edebildiğim şeylere. Ama kaybettiğinizde ne olur, biliyor musunuz? Finaller'e yükselirsiniz, ardından sonraki sezonda ilk turda elenirsiniz. Böyle olur. Bilirsiniz. Anlıyorum bunu. Herkes Allen Iverson'a sallar. Bu benim cevap veremeyeceğim bir talihsizlik."

Moore: Brown'ın, asistleri için Iverson'ı övmesini hep komik bulmuşumdur. O pas verip de birileri sayı attığında Brown her zaman alkışlar ve destekler. Ama sonra Iverson inanılmaz bir sayı atıp, atarken bir de faul aldırıp serbest atışı da soktuğunda Brown'ın suratının ne söylediğine bir bakın. Ve sonra da kolayca deşifre edilebilecek bir şekilde "Bu akşam topu iyi paylaşmadık" der. Çok bariz. Iverson orada ne demek istediğini biliyor: Allen çok şut kullandı ve takım arkadaşlarını oyuna sokmadı. Kuş dili gibi bir şey. Brown'ın ne dediği ve ne demek istediği, en kötü saklanmış sır gibi bir şeydi.

Hartman: Bilirsiniz, bence birbirlerini seviyorlardı; ama bazen de birbirlerine çok sinirlenirlerdi... Ama birbirlerine iyi geldiklerinin de farkındalardı. Larry'nin Allen'ın yeteneğine elbette saygı duyduğunu, ama aynı zamanda da onu dizginlemek zorunda kaldığını düşünüyorum. Ve Allen da buna meyilliydi.

Fox: Larry ile alakalı mesele, onun eski tip bir hoca olmasıydı. Bir keresinde şeytan tırnağı için mi, pedikürle uğraşmak istemediği için mi ne idmana çıkmayan Matt Geiger'ı haşlamıştı. Yani antrenmana çıkmayan oyuncular için hep bir laf sokma durumu vardı. Ve Larry, mümkün olan her gün idman yapılmasını isterdi -- olabildiğince uzun, olabildiğince sıkı.



Larry Platt (Allen Iverson Efsanesi kitabının yazarı): İşlevsel olmayan bir ilişkiydi, bir sevgi ilişkisiydi; ama aynı zamanda Allen'ın genelde daha yetişkin gibi davrandığı bir ilişkiydi. Tüm dehasına rağmen Brown hep bir dargınlık ve kontrol çabası içindeydi.

Fox: Larry'nin antrenman yapmamaya müsamahası yoktu. Böylece o ve Allen habire kapışırdı. Larry medyaya bu konuda kayıt dışı konuşup Allen'ı incitme konusunda hiç de tereddüt etmiyordu. Allen zeki bir adam, Brown bunu da biliyor. Böylece bir dinamik oluştu ve uzun süre de işe yaradı.   

Platt: Philly Mag için Brown'ın bir dâhi olduğuna dair bir yazı yazdım. Başlık da buydu: 'Dâhi.' O zamanlar idmanlar basına kapalıydı ve bir haftalığına bana izin verilmişti. Steve Mix, Sixers maç yayınlarında renklendirmeden sorumluydu. Benimle birlikte oturdu ve gördüklerimi yorumlamama yardım etti. Muhteşemdi çünkü mesela Brown idmanı durdurup Toni Kukoc'u 15 cm hareket ettiriyordu ve Mix bu 15 cm'nin bir şutu bloklamakla boş şut imkanı vermek arasındaki farkı yarattığını açıklıyordu.

Ama asıl muhteşem olan, antrenmandaki Iverson'dı. Brown'ın takım şınav çekerken başlarında olduğu bir an vardı. Iverson onun yanındaydı ama şınav çekmiyordu. Sanki şınav yapıyormuş gibi yerde yatıyor, şınav yapıyormuş gibi sesler çıkarıyordu. Ama bunu kasıtlı olarak, takım arkadaşlarını güldürmek adına yapıyordu çünkü Brown'la bir nevi dalga geçtiğini biliyorlardı.

Brown: Ben bir hocayım. İşim, idmana gelip sıkı çalışmalarını sağlamak; bir şeylerin başarıldığı yer burasıdır. Ama günün sonunda hayranlığınız, bir oyuncunun her gün sahaya çıkıp ortaya koyduğu mücadeleyedir. Allen ve ben hep bunun hakkında konuşurduk. Beni daha iyi bir insan ve daha iyi bir koç yaptı. Ve bilirsiniz, geri dönüp bakmanın bazı yolları var ve birtakım şeyleri fark edip ayarlamalar yapmam gerekiyordu. Muhtemelen bazı tecrübeli oyunculara bazen biraz daha hassas yaklaşabilirdim. Ama eninde sonunda, ben nerede çalıştıysam, oyuncularım idmanlarını yaptı. Ama o farklı kumaştan biriydi. Ona farklı bir koçluk uyguladım ve bundan utanmıyorum.

"Herkes idmanı kaçırdığımı söyleyebilir. Eğer bir koç, idmanı kaçırdığımı söylerse ve bunu duyarsanız, bu böyledir. Yani, bu sene bir tane idman kaçırmış olabilirim, ama biri "İdmana gelmedi" derse --tüm sezonda kaçırdığım tek idman olabilir-- bu yeter. Bütün tantanayı başlatmaya yeter. Yani bu... tek başına yeter."

Brown: Gelen ilk sorulardan biri "Koç senin idmanlar açısından biraz daha bilinçli olman gerektiğini söyledi" idi. Ve o bunu duymak istemiyordu. O, hiçbir yere gitmeyeceğini duymak istiyordu. Ve sanırım bu onu biraz kızdırdı.

Hartman: O zaman haber operasyonlarını denetleyen Tom Stathakes'in ofisindeydim. Tom ve ben orada oturuyorduk ve olanlar oldu.

Tom "Niye bu şerefsize hiç idmana gelmediğini sormuyorsun?" dedi. Ben de ona bakıp "Bence mantıklı bir soru, iyi bir soru bence. Sana katılıyorum. Soracağım" dedim.

Dei Lynam (Comcast SportsNet, 76ers saha kenarı muhabiri): Bazen gerçekten gelmezdi... Ama bu A.I.'dan önce görülmemiş bir şey değil, ve hâlâ da vardır. Ama o hiçbir zaman idmanı seven biri olmadı. Onun için külfetti. İdman için orada olmayı hiç sevmezdi ama şunu demekten çekinmezdi: "Maç için orada olacağım."

Moore: Bugün yapılandan daha fazla idman yaptıklarını kesinlikle söyleyebilirim. Eğer çarşamba ve cuma günleri maç oynanacaksa, perşembe idman konurdu. Spor bilimi o zamanlar çok önem verilen bir şey değildi. Eğer öyle olsaydı bile, henüz ilk aşamalarında olurdu.

Lynam: Gerçekten video izler, beşe beş maç yapar, bazı talimatları alır, yine maç yapar ve sonra belki şut idmanı yaparlardı. Şimdi ise salona girince tüm yaptıkları şut idmanıymış gibi görünüyor. Kenardan topu atan birilerinin eşliğinde birebir maç yapıyorlar. Ama hayır, onlar gerçek idmanlardı.

King: Bence oradakiler olayı deşmeye devam etti ve bu da Allen'ı kışkırttı. Allen "Ben burada hocamla harika bir görüşmeye imza attığımızı ve önümüzdeki sezonda da burada olacağım" deme niyetindeydi ama herkes ona idmanla ilgili soru sorma peşindeydi. Ve bence onu çileden çıkaran bu oldu.

"Burada oturmuş  --lider oyuncu olduğumu farz ederek-- idmandan bahsediyoruz. Yani, bakın, idmandan bahsediyoruz. Bir maçtan değil, bir maçtan değil, bir maçtan değil, idmandan bahsediyoruz. Bir maçtan değil; çıkıp kanımın son damlasına kadar oynadığım, son maçımmış gibi mücadele ettiğim bir maç değil. Maç değil. İdmanda bahsediyoruz, dostum. Yani, ne kadar aptalca bir şey?" 

Moore: Keşfedilmemiş topraklar gibiydi. Neler olduğu hakkında hiçbir fikrin yok ve birden şöyle diyorsun: "Buraya nasıl geldi?"

Fox: Aniden, ağzından fırlar gibi oldu. İdman hakkındaki o sözleri söyledi; neredeyse kazara olmuş gibiydi. Sonra basın ufaktan gülmeye başladı çünkü devam ediyordu. Bu da onu kışkırtmışlar gibi oldu. Maksadını aştı diyebiliriz yani.

Hartman: Ve sonra bana sordu: "Salona geldin, beni oynarken gördün mü?" "Kesinlikle" dedim. "Her şeyimi verdim" dedi, ki vermişti. Ben yine "Kesinlikle" dedim. Bu adam sahadayken her şeyini verirdi,  buna şüphe yok. Ama Larry Brown'a göre olay şöyleydi: Hepimiz maçlarda ve idmanda ne yapmamız gerektiğini çözmeye çalışırken en iyi oyuncum her şeyini vermezse nasıl gelişebiliriz? Larry'nin Allen'ı ikna etmeye çalıştığı konu buydu ve orada bir kopukluk vardı.

King: Bir muhabir için, istenen şeydi  bu: Antrenman hakkındaki sorularına gelen arka arkaya cevaplar. Ve onun daha da tahrik edildiğini görüyorsunuz: "Güzel, devam edeceğim, çünkü onu ele geçirdik."

"Takım arkadaşlarım idman yaparak nasıl daha iyi olabilir ki? Ben onları daha iyi hâle getiririm... Zaten benimle oynamaya alışmaları gerekiyordu."

Hartman: Ashley, idman yaparak takım arkadaşlarını geliştirme konusunda güzel bir soru sormuştu. "İdmanla takım arkadaşlarımı nasıl daha geliştirebilirim ki?" Bu, gelmiş-geçmiş en iyi cümlelerden biri. Bu, Allen'ın yaptığı harika bir yorumdu çünkü çok açık bir şekilde görüyordunuz ki, konuyu anlamamıştı. Harika bir cümle. Bayılıyorum.

Fox: Sorum bir nevi durumu kurtarmıştı ama sonra da canıma okudu. Hoşuma gitmedi tabii bu (gülüyor).

King: Allen'ın kafasında olay şöyleydi: "Ben sakat sakat 42-43 dakika oynayıp her şeyimi veriyorum, herkes antrenman hakkında konuşmak istiyor." Bence anlayamadığı şey buydu. "Tamam, sahada her şeyimi verdim ama siz idmanı önemsiyorsunuz. Eğer idman yaparsam ve sahada her şeyimi vermezsem, bu kabul müdür?" Eğer günde üç saat idman yapsa ve sahaya o formla çıksa herkes daha iyi durumda olur muydu?

Brown: Her maçta sahadaki liderdi. Hiç kimse Allen'ın maç kazanmaya çalışmasını ya da hocalarının ne kadar sıkı oynadığı, ne kadar rekabetçi olduğu, ne kadar sert olduğu konusunda ona olan hayranlığını sorgulamadı... Maçın 48 dakikasında da oynamak ister. Şimdilerde oyuncuları dinlendirmek için kenara aldıklarında gülüyorum ve onunla dalga geçiyorum. Eğer Allen'a bunu uygulasam, kimbilir neler olurdu.

Platt: "Onlarla idman yaparak nasıl onları daha iyi hâle getirebilirim" diyerek bir kör noktayı göz önüne serdi. Evet, çünkü Larry Hughes'un seni savunması onu daha iyi yapacak. Çünkü Eric Snow seri boyunca yüzde 30'la şut soktu. Ve ben bir taraftar olarak oturmuş, "Eric Snow potanın dibinden şut kaçırıyorsa neden antrenman hakkında konuşuyoruz" diye düşünüyorum. Yani, konuşmamız gereken şey bu.

Bu noktada, Iverson bir muhabirle atışırken Frascona, Daily News'in tecrübeli muhabiri Phil Jasner'ı sesleniyor: "Yapma, Phil." Birkaç dakika sonra, Iverson'ın Barkann'la tartışmasının ardından Frascona onu durdurmaya çalıştı. Iverson ona baktı ve şöyle dedi: "Hiçbir yere gitmiyorum. Hiçbir yere gitmiyorum. Hiçbir yere gitmiyorum. Konuşabilir, konuşalım. Konuşsun. Konuşabilirsin. Konuşabilirsin." 

Destek kuvvet olarak orada yer alan Frascona ve King, Rose ile birlikte podyumun yanında duruyordu.

Platt: Orada, sahnenin yanında durduğumu hatırlıyorum. Sahnenin diğer tarafında, Allen'ın tam karşısında Billy King ve Karen Frascona vardı. Başta hepimiz gülüyorduk çünkü komikti. Ama sonra devam ettikçe --basın toplantısından hatırladığım tek şey bu-- Billy'nin gülümsemesinin küçüldüğünü, küçüldüğünü ve sonra dağıldığını gördüm. "Hasiktir, sıkıntı çıkacak" dediğini tam zamanlı olarak fark ediyordunuz.

Fox: Bunu pek sık görmezsiniz çünkü Karen "Evet, son soru" der ve oradaki oyuncu da içinden "Tamam, bitiyor" der. Ama o noktada Allen "Hayır, hayır, hayır; burada oturmaya devam edip konuşacağım" dedi.

King: O noktada sanırım yerel TV canlı yayındaydı, orada olup Allen'ı dışarı çıkarmaya çalışacağıma koltuk değnekleriyle duruyordum -- çünkü aşil tendonumu koparmıştım. Boston serisi bittiğinde ameliyat olmuştum. Daha da kötüleşmesini istemediğim bir durumdu.

Coskey: Tam olarak şöyleydi: Eve geldim, telefonu tezgaha koydum ve akşam yemeği için giyinmeye gittim. Döndüğümde Ed Snider tarafından gelen 30 tane falan cevapsız arama vardı. Tam o anda televizyonu açtım ve SportsNet canlı yayındaydı.

Telefondaki mesaj şuydu: "Bunu izliyor musun?"



Stathakes: Şuna gülmüştük: Oradan biri "Aha şimdi küfür edecek" dedi. Sonra biz de "Kablolu TV'deyiz ya, ederse eder, ne yapalım" diye cevap verdik.

Coskey: Odamda giyinirken televizyon açıktı ve "Hassiktir" dedim. Hayatta hiçbir şeyin şaşırtıcı olduğunu söylemem ama evet, bu biraz şaşırtıcıydı.

"Bir sebepten üzgünüm, çünkü buradayım. Kaybettim. En yakın arkadaşımı kaybettim. Onu bu sene kaybettim. Beni için her şey yokuş aşağı gidiyor, biliyor musunuz? Ve burada şimdi nelerle uğraşıyorum."

Iverson'ın yakın arkadaşı Rahsaan Langford, 2001'in Ekim ayında memleketleri Virginia'da vurulup öldürülmüştü.

Platt: "İdmandan bahsediyoruz" dediğinde aslında "Hayatımdaki dertlerle de uğraşıyorum" demek istiyordu. Ve bence gerçekten o trajediye odaklanmıştı. O sezon boyunca bu olayın etkisiyle çok duygusaldı.

King: Onu sezon boyunca duygusal olarak etkilemişti.

Andy Jasner (gazeteci ve Phil Jasner'ın oğlu): Bence Larry Brown'ın antrenmanla ilgili söyledikleriyle pek alakası yok. Bence bir numaralı sebep, arkadaşının ölümünün etkisi; orada olmak istemiyordu.

Brown: Allen'la ilgili hiç değişmeyen şey, bilirsiniz, onun hakkında hayran olabileceğiniz pek çok şey var ama, birlikte büyüdüğü insanlara sadakati hepsinden farklı seviyede.

Platt: Langford iyi bir ruh olarak ölümle tanıştı, diğerleri gibi fazla kabadayı bir havası yoktu. Onu iyi tanımıyordum ama maçlarda selam verecek kadar falan muhabbetimiz vardı ve gerçekten etkilendiğimi söyleyebilirim. Ve her zaman Allen'ın aslında bu kadar zor biri olmadığını düşünmüşümdür. Aslında sert adamlar tarafından korunduğu için, büyürken sert olmaya ihtiyacı yoktu. Yani her zaman Langford'un Allen'a en yakın ruh olduğunu hissetmiştim.

King: Bence oyuncuların çoğu, basketbol salonuna ya da futbol sahasına, her şeyden kaçabileceği bir yer gözüyle bakıyor. Eğer büyük sporcularla konuşacak olursanız, sahayı bir kaçış imkanı olarak gördüklerini anlarsınız.

Platt: Hayatında olup bitenlerle ilgili çok duygusal ve hassas olduğunu hatırlıyorum, özellikle de Rah konusunda. Bu açıkça o sezonki oyununa yansımıştı.

"Her şeyi kazanamam. İnsanım ben. Ben de sizin gibiyim dostum, hepiniz gibi. Sizin gibiyim. Sizin gözününüzde veya sizi seven insanların gözünde benden biraz daha iyi olabilirsiniz, onların gözünde benden biraz daha iyi olabilirsiniz. Ama siz de benim gibi insansınız, değil mi? Benim gibisiniz, farklı değilsiniz. Benim gibisiniz. Kanınız benim gibi akıyor, beni gibi ağlıyorsunuz, canınız benim gibi acıyor. Sizden farklı değilim. Farkım yok. Ama ben Allen Iverson'ım, bir basketbolcuyum, bilirsiniz, basketbol oynamak için para kazanıyorum." 

Michael Barkann: Bu yüzden farklısın, değil mi? Bu yüzden farklısın, değil mi?

"Ben sizden farklı değilim, sizden farklı değilim. O mikrofonu alıp saçmalamak için para alıyorsunuz, değil mi? Para almıyor musunuz?"

Stathakes: İnsanlar Comcast SportsNet'in ofisinin salonda olduğunu unutmamalı.  Oraya 45 saniyelik yürüme mesafesinde yani. Bunun nasıl olduğunu hemencecik söyleyebilirsiniz.

King: Herkes üstüne gitmeye devam etti. İkisi de iyi arkadaşımdır, ama Neil Hartman ve Michael Barkann bir oldu ve idman hakkında konuşmaya devam etti.

Stathakes: Barkann televizyondaydı, ve eğer Michael'ı tanıyorsanız --Neil buradaydı, çünkü 'Daily News Live' için stüdyoda değildi-- ki ben tanıyorum, Michael orada olmak ister. Michael yanan bir ev gördü ve açık sözlü olmak istedi. Kolay bir işti.

"Ne yapmam gerek? Buraya geleceğim, en büyük, en fena, en güçlü vücut geliştiricisi olacağım. Ve bu beni dünyanın en iyi oyuncusu yapacak! Bu beni... Eğer bunu yaparsam, her tarafımı kasla kaplayıp Arnold Schwarzenegger gibi olursam, otomatikman bana MVP ödülünü mü verecekler? Lütfen... bunu yapar mısınız. Eğer buraya gelip kaslı görünürsem, büyük, güçlü ve sert görünürsem bana bu ödülü verecek misiniz?"

Lynam: Hiç spor salonuna gitmiş midir? Yani, hiç sanmıyorum. Onu orada gördüğümü hiç sanmıyorum.

Jasner: Ağırlık kaldırmak veya kas yapmayı sevmesin, tamam ama vücudunu belli bir seviyede tutman gerek çünkü 82 maçlık normal sezon ve sonrasında playoff'un bir bedeli var.

Fox: Ağırlık kaldırmama konusunda sabıkalıydı. O cevabında da bunu söylüyor. "Bu sıska halimle MVP oldum" falan demişti. Ve bu adamın boyu 1.83, kilosu 75'di! Ama aynı zamanda da başarısının sırlarından biri buydu. İşte korkusuzca oynayan ufak bir adam içeri giriyor ve darbeyi yiyor, şutu sokuyor, faulü alıyor, sonra gidip serbest atışı da sokuyor. Ağırlık kaldırmaya ya da maçtan sonra bisiklete binmeye inanmazdı.

Lynam: Ne yemeyi çok sever, biliyor musunuz? Taco Bell. Şehrin farklı bölgelerinde yapılan 'Taraftar günü' etkinliklerinde onu oraya götürmemizin sebebi buydu.

Platt: Menajeri Gary Moore, Sixers tesislerinin oradaki Taco Bell'e geldi diye ortadan kaybolduğu bir an vardı. Allen çıkıyor, birkaç tane burritoyu gömüyor, sonra geri dönüp antrenmana katılıyor.

Hartman: Bazı yıldız oyuncular kendilerini o kadar iyi görür ki, antrenman yapma gereği hissetmezler. Ama sonra şu soruyu soruyorsunuz: "Eğer tatilde ve kamp sürecinde sıkı çalışmazsan, ne kadar iyiye gidebilirsin ki?"

"Basketbol hakkında ne biliyorsunuz? Hiç oynadınız mı?.. Phil Jasner'ı tanımıyorum. Seni bir basketbolcu olarak bilmiyorum. Gerçekten. Sen bir köşe yazarısın. Bak, seni bir basketbolcu olarak tanımıyorum ama... Seni hiç basketbolcu olarak duymadım. Niye böyle bir meselemiz var? Çünkü basketbol hakkında konuşuyoruz!"
 Phil Jasner: Müsade et, sorumu sorayım.
"Ne. Sorun nedir... Phillip?"

Andy Jasner: Phil saatlerce Billy ve Pat Croce ile telefonda olurdu ve Larry Brown kayıtdışı olarak "Neler oluyor? Gerçekten?" diye sorardı. Duyduğum ortak iki kelime şu olurdu: "Ne yaptı?" Habire bunu duyuyordunuz. Bu yüzden onu takip etmek neredeyse insanı bitirirdi çünkü günün hangi istikamette gideceğini bilemezdiniz.

Coskey: Pazar akşamı saat 10'da telefonumun çalmasına ifrit olurum. O zamanlar henüz arayanın ismi telefonda görünmüyordu. Onun Phil Jasner olduğunu biliyordum ve o anda benim bilmediğim ne biliyor olabilirdi ki? Yakalamam gereken ne olabilirdi?

Moore: Phil sorulması gereken soruları sorardı ve bunlar bazen Allen ve diğer oyuncuların duymak istediği sorular değildi.

Fox: Phil'le konuşma şeklinden tiksinmiştim.

Jasner: Allen'la babam hakkındaki kitabım için konuştuğumda şöyle dedi: "Andy, hepsi benim hatamdı. Yani, arkadaşım için çok üzgündüm ve başladıktan sonra kendimi durduramadım. Ama o zaman herkes tarafından eleştirilmekten çok yorulmuştum."

Hartman: Phil Jasner, NBA'deki her yazar kadar saygı görürdü. Allen da Phil Jasner'a saygılıydı. Ama o zaman çok kışkırtılmıştı ve ağzına geleni söyledi.

Jasner: Herkes ona Phillip derdi. Yazarlar, koçlar, oyuncular. Özellikle de Kobe. Kobe onun canına okurdu: "Phillip, yürü git şuradan. Bundan daha iyi bir soru sorabilirsin." Nereye gitse buna maruz kalırdı. Kobe acımasızdı, sivriydi. "Çubuk krakerim nerede Phillip?"

Moore: Böyle derdi (gülüyor). "Phillip." Abartarak söylerdi -- böyle nasıl desem, sanki küçümser bir tonla.

Jasner: 2008'de Allen, Denver ile buraya geldiğinde oradaydım; Sixers için takip ettiğim en çılgınca normal sezon maçlarından biriydi. Allen basın toplantısından önce onu arıyordu, birbirlerini arıyorlardı. 5-10 saniyelik bir sarılma olmuştu. Daha gelir gelmez "Phil nerede?" diye soruyordu. O zaman bile her şey geride kalmıştı.

Normal bir ilişkinin özel bir şeye dönüştüğü örneklerden oldu. Babamın asla beklemediği bir şeydi. Bana bundan hiç bahsetmedi, ama işin başlangıcına bakarsak böyle bir samimiyetin oluşmasını öngörme ihtimali yok. Yani mümkün değil.

"Ama inanın bana, bu sadece Allen Iverson'la ilgili değil. Öyle değil. Ben, Philadelphia için savaşacağım.Top her bana geldiğinde savaşacağım. Dövüşeceğim. Bazı şeyleri yanlış yapacağım, bazı şeyleri doğru yapacağım. Ve her zaman hepsini doğru yapamam."  

Fox: Öğretmenlerinin 7 yaşındaki kızına takas olup olmayacağıyla ilgili sorular sorduğundan bahsetti. Allen ayrılmak istemedi, gerçekten istemedi. Burayı seviyordu.

King: Allen'ı 2001'den evvel, Finaller'e çıkmadan önce, neredeyse takas ediyorduk. Ondan sonra bunu hiç düşünmedik. Aklımızdan bile geçmedi.

Brown: Her şeyden çok, söylemek istediğinin "Philly'de kalmak istiyorum koç" olduğuna inanıyorum.

Stathakes: Şu anda bu şekilde, ağzına geleni söyleyebilen, mahalle tarzı bir adam var mı bilmiyorum. Philadelphia şehrinin mücessem hâli gibiydi, konuştuğu zaman bu konuda kimin ne düşüneceğini önemsemezdi. Hiç önemsemedi, hiç umursamadı.

Moore: Basın toplantısından çıktığımı hatırlıyorum. Olan bitenin farkında değil gibisiniz, neler olduğunu çözmeye ve bu konuda ne yapacağınızı çözmeye çalışıyorsunuz. Evet, değişik bir durumdu ama böyle efsanevi bir olay hâline geleceğini bilmiyordum.

Jasner: Telefonum çaldı. Babamdı, "Konuşmamız gerek" dedi. Otoparktayken aradı ve "Gördün mü?" diye sordu. "Evet, biraz gördüm. Çılgınca görünüyordu."

Fox: Ayrılmak için kalkmıştım çünkü sinirlenmiştim ve konuşmak istemiyordum. Haberi yetiştirmem gerekiyordu. Çalışan girişine doğru gittim ve binadan çıktım. Orası, bir otoparkı diğerine bağlayan bir aralığa çıkıyor. Arabama doğru yürürken Allen ve arkadaşları geldi ve normalde oyuncuların park ettiği yerin oraya bir çit çekiyorlardı. Benim arabamın durduğu yerin hemen yanına park etmişlerdi. Onu binanın dışında kovalamıyordum -- tamamen kazaraydı. Ve önümdeki çitin üstünden atladı. "Bu neydi?" der gibi baktım. "Sadece bir tek şey vardı" ve "İyi tatiller" dedi.

Hartman: Allen'ı 2016'da gördüm --Villanova, Final Four için Houston'dayken. Ben Hall of Fame sunumu için oradaydım. Masada 10-12 kişi vardı.

"Allen, o soruyu kimin sorduğunu biliyor musun?" diye sordum. "Yok" dedi. "Ben sormuştum" dedim. Bana baktı ve "Ben seni severdim ya!" dedi. Herkes o soruyu Phil Jasner'ın sorduğunu düşünüyordu ve böylece ben Allen'la o laf dalaşını yaşadım. O ve çocukları, bu muhabbeti duymadıkları tek bir günün geçmediğini söylüyorlar. O gün Allen'ı kışkırtmıştı ve kesinlikle hayatında önemli bir gündü. 

Brown: O konuşmayı her yıldönümünde izlerim çünkü bu büyük bir mevzu. Allen bir takımla konuşmak için geldiğinde hemen bunu soruyorlar. Onun hayran olduğum birçok yönü var, ama özellikle çocuklara karşı çok dürüst. Ondan ne zaman oyunculara bir şeyler anlatmasını istesem, onlara yaptığı iyi şeylerden bahseder, neyi farklı yapabileceğinden bahseder. Çekinmez. Onlara karşı şeffaf ve dürüsttür ki, onu inanılmaz biri yapan da bu.

Fox: Philly'de çalıştığım 12 yılı aşkın zaman içerisinde birçok garip şeyle karşılaşma zevkine eriştim. Terrell Owens'ı kendi bahçesinde ağırlık kaldırırken gördüm, Drew Rozenhaus'u, T.O'nun evinde "Diğer soru" diye bağırırken duydum...

King: O zamanlar Twitter yok tabii, sosyal medya şimdiki gibi değil. Anca yerel TV basın toplantısını verirdi, ya da gazetede yer bulurdu, ama şimdi gerçekleşse -- yani insanlar şimdi bile bu olay hakkında konuşuyorken, eğer günümüzde yaşansa çok daha büyük etki yaratırdı. Sosyal medya sayesinde bu olay hâlâ canlı. Ama bugünün sosyal medyası o zaman var olsa, 'meme'ler ve diğer şeylerle birlikte, olay zıvanadan çıkardı.

Fox: Burada güzel anılarımız var. Ama o basın toplantısı, benim için gelmiş-geçmiş en iyisi olarak kalacak.


(Orijinali The Athletic'ten, gene de linki verelim. Göktuğ sağolsun. Olayın yirminci yıldmönümünde yazılan başka bir yazı için de şuradan.)


Yorumlar