Sözlü Tarih: Lise Döneminden NBA'deki İlk Yıllarına, Genç Kobe

 



(Bu sözlü tarih için yapılan görüşmeler Kobe, kızı ve diğer kişilerin ölümüne sebep olan kazanın ertesi günü başlamış ve 15 gün sürmüş. Arkadaşları, takım arkadaşları, koçları ve rakipleriyle konuşulmuş. Bu röportajlarda Kobe'nin orta okul, lise ve NBA'deki ilk yıllarını kapsıyor. Allah rahmet eylesin bir kez daha. Orijinali şurada.)


Jeremy Treatman (Lower Merion'dan asistan koçu): 

Kobe'nin babası 1992'de İtalya'dan döndüğünde, bir Yahudi okulunda, kız basketbol takımının koçu oldu. O zaman ben de aynı okulun ikinci oğlan takımının koçuydum ve Kobe ara sıra uğrar, her iki takım da antrenman yaparken kendi kendine oynardı. Bir gün Joe'ya sordum: "Oğlunun basketbolcu olmaya niyeti var mı? Ne kadar iyi?" Şöyle yanıtladı: "Benim o yaştaki hâlimden daha iyi ve bu pek hoş değil." "Joe, sen All-American olmuştun. 76ers'ta, Rockets'ta, Clippers'ta oynadın. İtalya'da iki kez MVP oldun." Ne dedi, biliyor musunuz: "Valla sana şu kadarını söyleyeyim: Benim o yaşlarımla alakası bile yok."

Sam Rines (Philadelphialı koç): 

Delaware Shoot Out'a gittiğimi hatırlıyorum. Maç çoktan başlamıştı, gecikmiştim. Kenara oturmuş, o sıska çocuğa bakıyordum. "Bu kim ya?" Daha önce hiç görmemiştim. "Kobe o. Joe'nun oğlan" dediler. İzlemeye başladım. Uzun, zayıf bir çocuktu ama onda inanılmaz bir... buna 'Jordan fiyakası' diyorum. "Bu da ne şimdi? Çocuk, Jordan olmaya çalışıyor." O gün daha 13 yaşındaydı ama ilk 6 üçlüğünü soktu. Yanıyordu. 

Susan O'Bannon (Lower Merion Lisesi biyoloji öğretmeni ve rehber öğretmen): 

Sahada sahip olduğuna benzer bir agresifliği yoktu. İkinci sınıfta havalı ve aklı başında biriydi. Çalışkandı, notları iyiydi; inanılmaz derecede saygılı bir genç adamdı. Aynı zamanda sınıfta varlığını isteyeceğiniz türden bir öğrenciydi çünkü soğukkanlı karakteri, diğer öğrencileri de sakinleştirmeye yardımcı oluyordu. Ergenlerle uğraşmak kolay değildir, ama o etraftayken, herkes Kobe gibi olmak istiyordu.



Donnie Carr (Philadelphialı emekli basketbolcu): 

Kobe Bryant ismini ilk kez, Hoop Scoop dergisi onu, güneydoğu Philadelphia'nın en iyi 9. sınıf oyuncusu olarak tanıtınca duymuştum. Ben ise ikinci sıradaydım. Sonny Hill Ligi, şehirdeki tüm mahalleleri kapsıyordu. Kobe, Batı Philadelphia için oynuyordu; ben ise Güney Philadelphia için. O günlerde Kobe iki dizlik, iki dirseklik ve de gözlük takıyordu. O kadar atletik görünmeyen, uzun, sıska ve zayıf bir çocuktu; dürüst olmak gerekirse yanlamasına yavaştı. Bu yüzden onunla ilgili yaratılan havaya anlam verememiştim. Babasının adını duymuşluğum vardı. Kobe'ye karşı ilk kez oynadığımda "Herhalde babası yüzünden bu çocuğu abartıyorlar" diye düşünmüştüm. Bana her zaman basketbolda kısa olan adamın kazandığı öğretilmişti ve o eğilip bükülmekte zorlandığı için hareketlerini iyi kollayabilir, onu savunabilirdim. Ve yanlamasına iyi hareket edemediği için ona karşı sayı bulabiliyordum. İki yıl sonra ise vücudu gelişmiş, topa hakimiyeti artmıştı; yanlamasına artık daha çabuktu ve atletik olarak da daha iyiydi. 11. sınıfa geldiğimizde artık "Vay be, Kobe'nin ne yaptığını gördün mü?" dedirten şeyler yapıyordu.

John Linehan (Philadelphialı emekli basketbolcu, Bryant'ın AAU arkadaşı): 

AAU maçlarında Kobe hücumda ya da savunmadayken, babası ayağa kalkıp İtalyanca bir şeyler söylerdi. Oyun durduğunda ona bakar ve duyduğunu belli ederdi. Ama kimse ne konuşulduğunu anlamazdı. Maçlardan sonra babası onunla İtalyanca konuşurdu ve birlikte oyunu analiz ederlerdi. Orada oturup tüm maçı İtalyanca ele alıyorlardı. 

Sonny Vaccaro (Spor pazarlama yöneticisi): 

ABCD Kampı, Amerika'daki en meşhur kamptı. Ben Nike'ta çalışırken, 1982 veya 83 gibi başlamıştı ve hangi şirketle çalışırsam çalışayım, devam etti. Birkaç gün içinde kampı açmaya hazırlanıyorduk ve çok iyi bir arkadaşım yanıma gelip, Joe Bryant'ın orada olduğunu söyledi --  oğlu kampa katılabilir mi, bunu sormak istiyormuş. Jellybean Bryant, çalıştığım ilk ulusal lise All-Star maçı olan 1972'de oynanan Dapper Dan Roundball Classic'in MVP'siydi. Şimdi ise yıllardan 1994'tü, yıllardır onunla konuşmamıştım ve bir oğlu olduğundan haberim yoktu. Kobe, İtalya'dan dönmüştü ve ben bunu kesinlikle bilmiyordum, basketbol oynayıp oynamadığını da kimse bilmiyordu. Ama iyilik yapmanın zamanı olmaz. Kobe kampa geldiğinde tanınmıyordu. Lamar Odom ve Tim Thomas gibi oyuncular da oradaydı; oradan çıkıp All-Star olan 8-9 oyuncumuz vardı. Kobe kampta ilk ve ikinci yılını geçirenlerin All-Star maçına seçilmişti ki, bu büyük bir onurdur. Her neyse, Kobe daha sonra yanıma geldi ve "Özür dilerim Bay Vaccaro" dedi. "Niye özür diliyorsun? Kampın çaylağı olarak All-Star seçildin" dedim. Şöyle cevap verdi: "Seneye yine geleceğim ve kampın en iyi oyuncusu olacağım."

Donnie Carr: 

Lisedeki sevgilimle telefondaydım ve --o zamanlar Caller ID yok tabii-- Kobe arıyordu. Lower Merion ve Roman Catholic liseleri aynı yaz liginde oynuyordu ve o yaz son sınıfa girerken, takımlar birbiriyle karşılaşmadan önce bazı oyuncularımız transfer olmuştu. Kobe'yi yanıtladım, şöyle diyordu: "Yah Davis yarınki maça geliyor mu?" Bunu sorduğu anda benim antenler açıldı. Arthur 'Yah' Davis, ülkenin en iyi 40 oyuncusundan biriydi ve takım arkadaşımdı. Şöyle diyordu Kobe: "Eğer yarın sen ve o maça gelirseniz, yani ben, sana ve ona karşı sahaya çıkmış olursam, muhtemelen kazanırız. Ama sadece sen oynayacaksan... oraya gelmeye değer mi bilmem, anladın?" Bende jeton geç düştü, "Ne diyor lan bu?" şeklinde ahizeye bakıyordum. Telefonu kapadım. O arada kız arkadaşımla konuştuğumu da unuttum. Kızkardeşim odaya daldı: "Ne oluyor ya?" Sesleri duymuş tabii. "N'olacak, yarın Yah maça gelmezse beni ezip geçecek." Bana "Sakin ol" dedi, ben de "Hayır, yarın için sabırsızlanıyorum" dedim. Kolej basketbolundaki büyük koçların geleceğini bilmiyordum: Koç K, Rick Pitino, Bobby Knight, Steve Fisher. Kobe ve ben birbirimizi savunduk. Onun 36 sayı-12 ribaund-sekiz asisti varken, ben 29 sayı-9 ribaund-9 asist yapmıştım. Michael Jordan'ın Utah'ta, şampiyonluğu kazanmak için Bryon Russell'a karşı yaptığı hareketi hatırlıyor musunuz? Kobe o maçta aynısını yaptı. Omzunu aşağı indirip bana karşı crossover yaptı. Tıpkı Michael Jordan gibi. İşin komik yanı, Kobe o hareketi yapınca, aynı anda babasının da kenardan "İşte bu, aferin oğlum" demesiydi. Kobe devam etti ve şutu yolladı. 

Maçın sonunda buldukları basket sayesinde bizi bir sayıyla yenmişlerdi. Hayal kırıklığı içerisinde kendimi yere bıraktım. Bana doğru geldi, yerden kaldırıp şöyle dedi: "Seni kızdırdığımı biliyorum ama sana karşı oynamayı seviyorum. En iyi hâlimi göstermemi sağlıyorsun ve bunu tekrar yapacağımızı biliyorsun."

John Lucas (1994-96 yılları arası Philadelphia 76ers koçu, genel menajeri ve başkan yardımcısı): 

 Beş günlük bir yolculuğa yeni çıkmıştım ve karım bana "Nihayet senden daha iyi bir lise basketbolcusu gördüm" dedi. Eşim bana her zaman dünyadaki en iyi basketbolcu olduğumu söylerdi. Böylece onu ve çocukları alıp Kobe'ye izlemek üzere Philly'deki Palestra'ya gittik. Lisedeki ilk senesi olmalıydı. Salonun dışında babasını gördüm, ona gidip "Jellybean, buraya Kobe adında bir delikanlıyı izlemeye geldim" dedim. "Evet, benim oğlan" dedi. 

Maçtan sonra Kobe'yi bizimle çalışması için 76ers'e çağırdım. Her sabah saat 6'da bize katıldı. Ben tesislere bir blok uzakta oturuyorum, o ise 3 km yol tepiyordu ama hiç ondan erken gelemedim. 

O yıl draft ettiğim herkesi Kobe'yle birebir oynattım ve aralarında üçüncü sıradan seçtiğim Jerry Stackhouse isimli biri de vardı. Jerry bana gelip "Hangi pozisyonda oynayacak?" diye sormuştu. "Stack, çocuk henüz liseli." [Gülüyor]

John Linehan: 

Chester, vaktiyle orada oynayan oyuncular sebebiyle efsanevi bir okuldu. Lower Merion ise, Kobe oraya geldikten sonra aniden saygın bir takım hâline geldi. Ne zaman birbirimizle oynasak, maçlar savaş gibi geçti. İlk yılımızda Vilanova'da playoff'ta oynadık ve onları ezdik. 27 sayı fark attık. Kobe bunu uzun süre unutamadı. Tüm yaz bundan bahsetti. Son yılımızda, hiç unutmuyorum, bölge şampiyonluğu için onlarla oynayacaktık. Duş alıyordum, telefonu annem yanıtladı: "John, telefonda Kobe var." Hemen çıktım, telefonu aldım ve onun "Haftaya sizi geberteceğiz" şeklindeki cümlelerine maruz kaldım. [Gülüyor] Yok artık. Yani, hiç şansları yoktu. Neyse uzatmayayım, geldiler ve bölge şampiyonluğu için bizi yendiler. Onlar ilk sıradaydı, biz ise ikinci sırada. Tüm maçları oynadık ve eyalet turnuvasına gidecek takımın belirleneceği maçta buluştuk. Kobe'den 5-6 kez top çaldım. Ama onu durdurmak imkansızdı. Bütün takımımız onu durdurmaya çalışıyordu. 39 sayı filan attı ve ona pek etki edemedik. Ve uzatmada bizi yendiler. Yani... [Gülüyor]

Sam Rines:

Normal bir çocuğun hayatını yaşamıyordu. Her zaman ciddiydi. Sanki gelmiş-geçmiş en iyi oyuncu olmak için ruhunu satmış gibiydi ve bunun bir bedeli vardı. Maça giderken kimseyle şakalaşmazdı -- kulaklık yok, köşede top sektiriyor, esneme hareketlerini yapıp maça hazırlanıyordu. Muhtemelen koçluk yaptığım ve hayatımda gördüğüm en çalışkan oyuncuydu. Onunla Bellevue'de buluşur ve profesyonellere karşı nasıl oynadığını izlerdim. Son yılına giriyordu, herkes onunla profesyonel olma ihtimaliyle ilgili konuşuyordu ve henüz o kadar iyi değildi. Herkes onun hakkında farklı şeyler söylüyordu. Şehirdeki tüm profesyoneller Bellevue'ye gelirdi: Allen Iverson, Stackhouse, Aaron McKie, Eddie Jones. Ve Kobe muhtemelen oradaki en dominant oyuncuydu. Bir gün Vernon Maxwell'le eşleşti. Vernon o yaz Rockets tarafından serbest bırakılmıştı, yavaş yavaş emekli olma yolundaydı ve Kobe'nin onu yiyeceğini düşünüyordum. Hayır, tam tersi oldu. Kobe hiçbir şey yapamadı, çünkü Vernon yarı sahadan falan şut atıyordu ve kaçırmıyordu. Vernon işi biraz da kişiselleştirerek "Benimle uğraşamazsın genco!" dedi. Kobe de dönüp ona "Bu ligde işin yok, ihtiyar" diye cevap verdi. Kobe'nin hiç böyle konuştuğunu duymamıştım. Olayı kişisel almıştı. Bir keresinde onunla dalga geçmiştim ve yemin ederim, birkaç hafta benimle konuşmamıştı. [Gülüyor] Birkaç turnuvada hiç konuşmamıştık, çünkü Vernon'un ona söyledikleriyle ilgili alay etmiştim. Kobe işte. 


 
Donnie Carr:

O zamanlar ben en iyi 30 oyuncunun arasındaydım, Kobe ise ülkedekş en iyi 3. oyuncuydu ve NBA tarafından düzenlenen All-American kampına katılacaktık. Ülkedeki en iyi 50 oyuncu gelecekti. Bize sundukları tek şey, hayranlardı -- televizyon falan yasaktı, çünkü oradaki amaç, organizasyona gelenlerle arkadaş olmak ve bağ kurmaktı. Girişimizi yaptık, kimliklerimizi aldık ve Kobe'yle birlikte Princeton Üniversitesi'ndeki yurda dönüyorduk. Şöyle dedi: "Adamım olduğunu biliyorsun ama ben buraya arkadaşlık kurmak için gelmedim. Şu anda bana ülkedeki en iyi 3. lise oyuncusu diyorlar. Kimsenin benim kapımı çalmasını istemiyorum. Maç vakti gelene dek odamdan çıkmayacağım." Odada ne yaptığını bilmiyorum -- mekik, şınav, meditasyon? Ama tam olarak bunları söyledi. Maça kadar odasından dışarı çıkmadı. Kamptaki herkesi bitirdi. Şampiyonluğu kazandı. MVP oldu. Ve oradan ülkenin bir numarası olarak ayrıldı.

John Lucas: 

Sonraki sezonda onu tüm maçlarımıza davet ettim ve o da geldi. Ve onu Michael Jordan ile tanıştırdım. Bulls'a kaybettiğimiz maçın ardından Michael'la bir dakika konuşmasını sağladım. Michael'a doğru gidip "Merhaba, Bay Jordan" demesini hiç unutmayacağım. Ona şöyle demiştim: "Kobe, eğer önümüzdeki sezon profesyonel olursan, ona Bay Jordan diyemezsin." 

Jeremy Treatman:

O zamanlar şöyle telefonlar gelirdi: "Merhaba, ben Detroit Pistons'tan bilmem kim." Sosyal medya çağından önce böyleydi. Birçok NBA takımı istatistikler için aramaya başladı: "Evet, 31 sayı attıç Üstüne 12 ribaund, 8 asist, 3 blok ve 3 top çalma." Ezberledim artık. "Evet, 2625 sayısı var. Muhtemelen bir ara Wilt Chamberlain'ın rekorunu kıracak." Kobe'yi otobüse bindirip indirmek, takımın otele girmesini sağlamak ve çıkarmak gibi şeylerle de uğraşıyorduk. Çok sayıda hayran vardı. Bruce Springsteen bizim takımdaymış gibi hissediyordum. Onun hiç acelesi yoktu. Ama insanların ilgisi büyüktü. Çok uzun kuyruklar vardı. Dışarıda biletler havada uçuşuyordu. Palestra'daki Coatesville maçında 1000 kişi dışarıda kalmıştı. Eyalet şampiyonası maçı, devasa bir salonda oynandı. Böylece herkesi içeri aldılar ama bu kez de biletler tükendi. 

Mike Harris (Kobe'nin ilk temsilcisi): 

Bir gün, gece yarısı olmalı, bisikletle bana geldi. Annem "Kobe kapıda" diye seslendi. Şöyle diyordu: "Yarın okuluma gelmeni istiyorum, çünkü üniversiteye gitmeyeceğim. Doğrudan profesyonel olacağım." "Peki ne giyeceksin?" dedim. "Babamın takım elbiselerinden birini" dedi. Babasının takımlarından birini giydi ve --biraz büyük geliyordu ama o günlerde böyle giyinilirdi zaten-- New York'ta falanca oyuncudan gördüğü gibi güneş gözlüğünü kafasına takmıştı. İşte basın toplantısına bu şekilde çıkmıştı.

Jeremy Treatman: 

1996'da liseden direkt NBA'e geçişini açıklamak için düzenlenen basın toplantısı için yardımcı oldum. New York bölgesindeki ve civardaki tüm basın kuruluşlarını aramış olmalıyım, bazı ulusal çapta gazetecileri de belki. Kobe ve koç Gregg Downer'ın yanında oturuyordum. Lower Merion'dan Tom McGovern'in, bunun doğru ya da yanlış seçim olmadığını, yalnızca Kobe'nin seçimi olduğunu söylediğimi hatırlıyorum. Sonra Kobe geldi ve "Yeteneklerimi NBA'e taşımaya karar verdim" dedi. Çok tezahürat aldı çünkü birçok öğrenci de oradaydı. Ama onu erkenden eleştirenler de vardı. Philadelphia'dan birçok kişi bunun doğru karar olmadığını düşünüyordu. Kobe, liseden NBA'e geçiş yapan ilk guard olması açısından bir ilke imza atıyordu. Yani karşımızdaki, para için, zor koşullardan, ya da üniversiteye alınmayacağı için NBA'e geçiş kararı alan birisi değildi. Bu adam istediği herhangi bir üniversiteye, kendi meziyetleriyle, akademik başarısı ile girebilirdi. Üç dil biliyordu, SAT puanı ve notları çok iyiydi. Basketbol oynamıyor olsa Duke'a girerdi. 

Sonny Vaccaro: 

Kobe son sınıftan öncei yaz ABCD Kampı'na tekrar geldi ve oradan MVP olarak ayrıldı. O zamanlar Adidas sponsorumuzdu ve Adidas o zamanlar, Nike ile aynı seviyeye çıkma peşindeydi. Adidas'ı yöneten kişiler beni bir yıllığına New York'a yolladılar. Adidas'ın ilk ulusal yüzü olacak oyuncuyu arıyordum ve bu Kobe oldu. Adidas'ın ne kimsesi, ne de parası vardı. Bir milyonları vardı ve onu da Kobe'ye verdim. Tüm bahsi onun üstüne yaptık. Her şeyi. 

Susan O'Bannon: 

Liseden sonra NBA'e geçme kararını almasının ardından mezuniyet balosunun sıradan olmayacağını biliyorduk. Brandy'yi getireceğini anladığımız zaman baloya ne kadar kaldığını hatırlamıyorum ama bunun dikkat çekecek bir mesele olduğunun farkındaydık.

Mike Harris:

Kobe'yle ilk çalışmaya başladığımda onu Essence Ödülleri'ne götürmüştüm. İnsanlar onu yavaş yavaş tanımaya başladı tabii, o arada kendi programı olan bir spor spikeri de onu gördü. Kobe'ye şöyle dedi: "Bence okuluna geri dönmelisin. Liseden NBA'e gelen son oyuncu Kevin Garnett'ti ve onun da boyu 2.10'du." Eğer Kobe'nin çevresinden biriyseniz, erken yaşta özgüven sahibi olduğunu bilirsiniz. Şu ufak sırıtışını gösterdi ve sonra ordövr tabağını alıp partiye devam etmek üzere yürüyüp gitti. Adam bana şöyle dedi: "Balosuna kafa yormalı." Ona kızmadım ama. Bana bir fikir verdi çünkü.

Susan O'Bannon:

Balodan belki 1-2 hafta öncesinde muhabirler bizi aramaya başlamıştı. Onları bizim ofislerimize yerleştirmeye çalıştılar, sınıflara erişimlerine izin verilmedi fakat ara ara gelirlerdi. Ve şu tip şeyler soruyorlardı: "Şey, bunlar size engel olmuyor, değil mi?" Yani, bunu söylerken dersimi bölmüş olması epey sinir bozucuydu aslında. [Gülüyor]

Mike Harris:

Şarkıcı Monica ve onun temsilcileriyle arkadaştım. Bazı hit şarkıları vardı ve gerçekten çekici birisiydi. Ama Kobe'nin gözü Brandy'deydi. Ona aşıktı. O anda ne yapıyorsak yapalım, şöyle derdi: "Benim eve gidip Moesha'yı izlemem gerek." "Ha, şu diziyi mi diyorsun?" dedim. "Brandy'yi getirebilir misin?" diye sordu "Tamam" dedim. Zamanında Boyz II Men için çalışmıştım ve o gruptan Wanya Morris, Brandy ile gizlice buluşuyor ve onun için çalışıyordu. Essence Ödülleri için gittiğimizde Kobe ve ben bir otel odasındaydık; Brandy'nin Wanya ile koridorun sonundaki odada olduğunu biliyordum. Wanya'ya geleceğimizi söyledim ama Kobe'ye bunu çaktırmadım. Sonra gittiğimizde onu takdim ettim: "Merhaba, sizi birlikte çalıştığım Kobe'yle tanıştırayım." Ben Wanya'ya bir şeyler fısıldarken o Brandy'yi gördü ve Wan, Brandy'ye balo hakkında soru sormamı söyledi. Sordum: "Şey, anneme sormam gerekiyor." Annesi Bayan Norwood'u tanıyordum, ve tabii ki Kobe'nin annesi Pam'i da gayet iyi tanıyordum. Wan dedi ki, onları tanıştıralım ve bu iş hallolsun. Odamıza döndüğümüzde Kobe çıldırmış durumdaydı. Üstüme atladı, yatakta zıpladı. "Aman tanrım, Brandy'ydi o! İnanamıyorum! Aman tanrım! Aman tanrım!" Onunla tanıştığı için cennette gibi hissediyordu. Bu yüzden bunu yapmalıydım. 

Susan O'Bannon: 

Herhangi bir baloya giderken belirli bir çılgınlık unsuru vardır ancak Bellevue Oteli'nin önünde o kadar çok basın mensubu ve paparazzi vardı ki, öğrencileri, yanlarındaki kişileri ve herkesi yan kapıdan almak zorunda kaldık. Kobe, Brandy'yle gelene kadar kesinlikle yüksek seviyede bir beklenti vardı. 

John Lucas: 

O baloya kızım ve Kobe'nin lise arkadaşı olan kavalyesi, Kobe ve Brandy ile birlikte gitmişti. Kobe tüm balo fotoğraflarını bizim evde çekti. Karım biraz sinir oldu çünkü Brandy'nin korumaları vardı ve Brandy'nin annesi fotoğraf istemiyordu. Eşimin şöyle demesini hiç unutamam: "Ah, hayır, bu özel bir gece." [Gülüyor]

Mike Harris: 

Limuzinle gelişlerini izlemiştim. Kobe her zamanki Kobe'ydi. "Olması gereken bu" der gibi sakindi. Şu anda hâlâ onun traşlı küçük kafasını görür gibiyim. Bir balo kıyafeti giymişti ve esas oğlan benim der gibi yürüyordu. 

Susan O'Bannon: 

Ben koridorda, bilet masasının oralardaydım ve herkesin doğru yerde olup olmadığını kontrol ediyordum. Kobe içeri girdiğinde adeta üstüne çullandılar. O ve Brandy, fotoğraflarını çekmek isteyen insanların saldırısına maruz kaldılar -- ben de onlardan biriydim. Sanki kraliyet ailesi üyesi gibiydiler.

Sanki herkes bu ünlü çiftin gelmesini bekliyordu ve geldiklerinde de havada bu elektrik vardı. Herkes ya Kobe'ye ya da Brandy'ye bakıyor ve/veya onlara bakmamaya çalışıyor, "Ah, biz iyiyiz. Etraftaki yıldızlara dikkat etmemize gerek yok" havalarına giriyordu. 

Brandy (R&B şarkıcısı): 

Philadelphia Daily News'in 1996'daki haberine göre onu iki kez minicik öpmüşüm. Dudakları çok yumuşaktı.

Mike Harris:

Sonrasında oldukça yakınlaştılar, ve aslında... Çenemi kapalı tuttuğumdan emin olmalıyım. Sonradan biraz daha yakınlaştılar ancak Wanya bundan hoşlanmadı. Ama o yaşlardaki iki karizmatik figür bir araya gelirse, sonuç bu olur.

Arn Tellem (Kobe'nin ilk menajeri): 

Draft günü Kobe'yi otel odasında görmeye gittiğimi hatırlıyorum, yatakta uzanıyordu. Ona "New Jersey Nets kararsız. Halletmeye çalışıyorum" dedim. Yataktayken beni kendine doğru çekti ve bir espri yaptı. "Unutma, sen Hyman Roth'sun. Kimse ona 'Hayır' diyemez." Bir sinema manyağıydı. New Jersey'ye gitmesini istemesek de Nets, 8. sıradan Kobe'yi seçeceğini söylüyordu. Lakers, eğer 13. sıraya kalırsa onu seçeceğine dair bana güvence vermişti. Kobe aşağı sıralara kaldıkça onu seçmek daha da cesaret istiyordu, bu riskli bir işti. Nets'ten vazgeçmek zorunda kaldı. Ya başka biri onu seçerse ne olacaktı? Henüz 17 yaşındaydı ve basketbolun en büyük kulüplerinden birisi için bu büyük sahnede, Los Angeles gibi büyük bir şehirde oynamanın nasıl bir şey olduğunu anlıyordu -- mesele çaylak kontratı değildi. Fırsatın ne olduğunu hemen anlamıştı. "Tamam, ben halledeceğim" dedim. Ve Nets genel menajeri, kalbimi kırmış olan Philadelphialı John Nash'e, Kobe'yi seçmemeleri için baskı yaptığımı hatırlıyorum. 

Sonny Vaccaro: 

Arn, Jerry West ve Lakers'la, Inglewood'daki The Forum'da Kobe için bir antrenman ayarlamaları için anlaştı. Jerry West salonun bir tarafındaydı, ben öteki tarafında. Jerry, Kobe ile birebir oynaması için, draftta yukarılardan seçilmiş, umut vaad eden başka bir genç oyuncuyu getirmişti: Mississippi State mezunu Dontae Jones. Ve Kobe çocuğu parçaladı. Jerry West sahanın diğer tarafına geldi ve şöyle dedi: "Tamam, durdurun. Ben ne istediğimi biliyorum." Tüm söylemesi gereken buydu.


Arn Tellem:

Normalde, draft sürecinin başında bir güvenlik ağı oluşturmak istersiniz ki, ben böyle bir şey yapmak istememiştim. En iyi takımların Kobe hakkında ne düşündüğünü görmek istedim, bu yüzden tam tersini yaptım. İlk antrenman, çok yakın olduğum ve saygı duyduğum Jerry West'in fikrini almak içindi. Jerry, Kobe'nin kendisi hakkında ne yazılıyorsa onlara ve daha da fazlasına sahip olduğunu söyledi. Draftın tepelerinde bazı çok büyük isimler vardı -- İlk 5-6 sıra hemen hemen belliydi. Ama bu takımların Allen Iverson, Shareef Abdur-Rahim, Stephon Marbury ve Ray Allen'a kıyasla nasıl baktığını görmek istiyordum. Bu yüzden Kobe'yi Milwaukee ve Philadelphia'ya yolladım. Philly genel menajeri Brad Greenberg, eğer seçme hakları varsa ilk almaları gereken kişinin o olduğunu söyledi, çünkü muhtemelen Kobe, daha garanti görülen seçimlerden daha büyük oyuncu olacaktı. Kobe, Nets için deneme idmanına çıktı ve John Nash bana özetle, eğer henüz seçilmediyse Kobe'yi sekizinci sıradan alacaklarını söyledi. Bu noktada henüz Lakers ile bir takastan söz edilmedi. Ve bir kez daha Kobe'yi Jerry West'e yolladım. 

John Black (Lakers halkla ilişkiler başkan yardımcısı): 

Bir gün ofisimde otururken Jerry içeri girdi ve şöyle dedi: "Benimle gel. Bu Kobe Bryant denen çocuğu görmelisin. Onunla deneme antrenmanı yapıyoruz. Gelip bu çocuğu görmelisin. İnanamayacaksın." Böylece Jerry'nin arabasına atladık ve Inglewood Lisesi'ne gittik. Jerry, Kobe'nin, emekliye ayrılmasının üzerinden çok zaman geçmeyen NBA oyuncusu Michael Cooper ile birebir antrenmana çıkması için düzenlemeler yapmıştı. Michael, tüm zamanların en iyi savunmacılarından birisi olarak görülüyordu. Larry Bird defalarca kez onun karşılaştığı en sert oyuncu olduğunu dile getirmişti. 

Gary Vitti (Lakers doktoru):

NBA'de 'yılın en iyi savunmacısı' ödülünü kazanmış olan Michael Cooper'a karşı oynadı ve... Cooper onu kontrol edemedi. 

John Black: 

Kobe mahvetti onu. Aklınızın bir köşesinde şöyle düşünüyorsunuz: "Yani, belki Michael kendisini pek zorlamamıştır." Ama eğer Michael'ı tanıyorsanız öyle biri olmadığını bilirsiniz. Son derece rekabetçi bir adamdı. Kobe'yi durdurmaya çalışmaya, onu etkisiz kılma çabasını bir meydan okuma olarak algılardı. Kobe fena yendi onu. 

Arn Tellem:

Ben de oradaydım, kısa bir antrenmandı. Sanırım Jerry West'e 10 dakika yetmişti. Sonra Jerry ile konuştuk. Ona şöyle dedim: "Jerry, onun idmana çıkacağı takımları sınırlayacağım. Sence onu alabilecek misin?" Jerry "Bir düşüneyim" dedi. 




Neal ElAttrache (Lakers ortopedi danışmanı):

Jerry West'i Los Angeles'a geldiğimden beri tanırım ve onu gördüğü andan itibaren Kobe için deliriyordu. Kobe'nin içgüdüleri ve basketbol becerilerinin, bu konuda gördüğü en yüksek seviyede olduğunu söylüyordu -- hele de o yaştaki biri için. Bu çocuğun henüz 17 yaşında olmasına karşın NBA' hazır olduğunu söylüyorlardı.

Sonny Vaccaro: 

Arn ve Kobe'nin babası Joe, Kobe'nin İtalya'ya gideceği söylentisini çıkardı. Bu doğruydu. Ancak Kobe, NBA'de oynamak için çok çaresiz durumda olduğundan değildi bu. İtalya'dan teklif vardı zaten, bunu kendileri yoktan var etmemişti. Mümkün olan her şeyi denemeliydik ki, Lakers'ın onu alma ihtimali olan aşamaya dek kimse onu seçemesin. Ve draft için New Jersey'deydik. Kendinizi yeşil odada hayal edin, tamam mı. Oradayız, tüm ailenin yanındayım. Ben ve eşim, Bryant ailesiyle bir aradayız. Tüm bu melodram, bir Villanova oyuncusu olan Kerry Kittles'ın etrafında dönüyordu. O da tam arkamızda oturuyordu. 

Arn Tellem: 

Jerry West, Charlotte Hornets ile bir takas ihtimali bulunduğunu, kendi sıraları ve Vlade Divac'a karşılık Kobe'yi seçeceklerini söylediğinde sanırım Haziran ayının ikinci haftasındaydık. Onu 13. sıraya kadar düşürmeliydim. Yani birçok takımı onu almaktan vazgeçirmem gerekiyordu.

John Black: 

Yani Charlotte ile takas, onların seçme sırası geldiğinde Kobe'nin hâlâ seçilmemiş olmasına dayanarak yapıldı. Eğer ilk 12 sırada Kobe seçilirse, takas iptal olacaktı. Ama orada olursa Charlotte onu seçecekti ve takas yürürlüğe girecekti. 

Sonny Vaccaro: 

Hepimiz yeşil odadaydık. Arn, Kobe'nin İtalya olayını başlatmıştı -- Jerry'nin bununla alakası bile yoktu. Sonra 76ers bana geldi. Joe ve ben onlara önümüzdeki yıla dek bekleyebileceğimizi söyledik. Sekizinci sıra New Jersey Nets'indi. Kobe Bryant veya Kerry Kittles seçilecekti. Drafta kadar bilmiyorduk. 

John Black:

O zamanlar Kobe'nin bir kozu vardı. Sadece belirli takımlara gitmek istiyordu ve eğer o takımlardan biri kendisini draft etmezse üniversiteye ya da Avrupa'ya gitmek istiyordu. Yani bu senaryo gerçekleşir ve onu seçerlerse Kobe, Avrupa'ya gidecekti -- o zaman da misal Nets, 8. sıradan eli boş dönecekti. Bunlar blöf müydü, gerçek miydi --  kim bilir?

Arn Tellem:

Draft başlayana kadar John Nash ve John Calipari ile birlikteydim. Asla açıkça tehdit etmedim. Onları başka seçeneklerimiz ve başka alternatiflerimiz olduğuna ikna etmeye çalıştım ve bu onların veya Kobe'nin çıkarına değildi. Sonra New Jersey'nin seçim vakti geldi ve ben de Kobe ve ailesiyle birlikte seçme masasına oturmaya gittim. Kerry Kittles'ın masası hemen yanımızdaydı, hepimiz el ele tutuşuyorduk. İşte başlıyorduk.

Sonny Vaccaro:

New Jersey Nets, sekizinci sıradan Kittles'ı seçti. Biz havaya zıpladık, çünkü odada Kobe'nin Lakers'a gideceğini bilen sadece bizdik. Görüntülere bakarsanız hepimiz ayağa fırlıyor, birbirimizi tebrik ediyor ve sarılıyoruz, ondan sonra da dönüp Kerry Kittles'ı tebrik ediyoruz. 

Arn Tellem:

Kittles'ın ismini duyurduklarında sevinçle ayağa fırladık çünkü o anda istediğimizi almıştık ve diğer takımlar da onu seçmeyecekti. Kerry Kittles'ın masası da bize bakıyordu: Niye onların oyuncusu seçildi diye seviniyorduk ki? Kittles'ın menajeri David Falk'un yanıma gelip "Neler oluyor?" dediğini hatırlıyorum. "Göreceksin" demiştim ben de.

Mitch Kupchak (Lakers asistan genel menajeri):

Sadece Vlade Divac'ın emekli olabileceğini söylemesiyle kalmadı, aynı zamanda bu sıra hakkında öyle bir heyecan vardı ki Charlotte aslında bir anlaşma yapmak istemiyordu. Vlade'nin reddiyle ya da kulüp üstündeki baskıyla, anlaşma bir süre için tehlikedeydi aslında. 

Arn Tellem:

Her şeyin yolunda olduğunu düşünüyorduk. Ama sonra Vlade Divac takası duydu ve oraya gitmek istemiyordu. Mutsuzdu ve Charlotte'u onu almamaları için ikna etmeye çalışıyordu. Bir noktada kararımızı test etmek için bizi anlamaya çalışıyorlardı. Onlara tek bir şey söyledim: "Kobe'yi asla Charlotte formasıyla göremeyeceksiniz."

Donnie Carr:

Drafttan hemen sonra 4 Temmuz'da, Philly'de, South Caddesi'nde buluştuk. Bana Lakers yönetiminin yapmak üzere olduğu şeyi anlattı: "Nick Van Exel'ı takas edecekler, çünkü arka alanda benimle Eddie Jones'u kullanmak istiyorlar." Açıkçası buna inanmadım. Şöyle diyordu: "Sanırım Van Exel ve Eddie Jones'tan kurtulacaklar, çünkü benim ve Shaq'ın yıldızları olmasını istiyorlar." O zamanlar liseyi bitirmiş, üniversiteye başlayacak olan biriyim. Nick Van Exel inanılmaz bir oyuncuydu. İçimden "Ne yani, liseyi yeni bitirmişsin. Senin için Nick Van Exel ve Eddie Jones'u mu takaslayacaklar? Eddie Jones dediğin adam All-Star amına koyim" diyordum.  

John Black: 

Son derece kibar biriydi. İlk yıl, hattâ ikinci yılın tamamında da bana 'Bay Black' demeye devam etti. Henüz gençtim, 30'lu yaşlarımın ortalarındaydım ve "Kobe, lütfen ama. Bana 'John' de. Kendimi yaşlı hissediyorum" demek zorunda kalıyordum ona. Jerry West'e 'Bay West' derdi. Asistan genel menajerimiz Mitch Kupchak'e de 'Bay Kupchak'. Herkese 'Bay' diyordu ki 17 yaşında birisi için nadir görülecek bir durumdu. Bu bir tür eski stil, büyüklere saygılı olduğunu belli eden bir tutumdu. Çok iyi huylu ama kendisinden emin.

Del Harris (Lakers koçu, 1994-99):

1982-83 sezonunda Kobe'nin babasına Houston'da koçluk yapmış ve onun son NBA koçu olmuştum. Kobe o zamanlar 4 yaşında, küçük ve sevimli bir veletti. 13 sene sonra draft edileceğini ve onun ilk hocası olacağımı bilemezdim tabii.

John Black: 

Del Harris eski tipte bir koçtu ve Kobe'nin hazır olduğunu düşünmüyordu. Onu Kobe'nin istediğinden daha yavaş şekilde devreye sokmak istiyordu. Kobe'ye kalsa hemen ilk 5 oyuncusu olarak sahaya çıkar, her maçta da 48 dakika oynardı.

Del Harris:

Kobe, 17 yaşında Lakers ile anlaşma imzaladığında, vücudu erkenden gelişmiş herhangi bir genç gibiydi -- 1.98 boyunda fakat yalnızca 80 kiloluk bir ergen. Ona yer açmak için tecrübeli oyunculardan birini yollama düşüncemiz yoktu. Kobe'nin en iyi pozisyonu, başlangıçta şutör guarddı. Kötü haber, ilk yılında 'Yılın çaylağı' seçilen ve Kobe'nin ilk iki sezonunda All-Star seçilen Eddie Jones'un o pozisyonda oynamasıydı. Aksi gibi, bir an önce idmanlara başlama konusundaki sabırsızlığı, Venice Plajı'nda oynanan bir maçta elini kırmasına yol açtı. Kampı kaçırdı ve sezon başlayana dek sahaya çıkamadı. 

Sonny Vaccaro:

Del ile anlaşamadı. 18 yaşındaki Kobe isyanın eşiğindeydi. Del ona 18 yşaındaki biri gibi davrandı ama Kobe kendisini öyle görmüyordu. Basketbolda bir "akış", on dakikalık kesintisiz bir oyun süresi veya bunun gibi bir şeydir. Kobe asla böyle bir şeye sahip olmadı. "Herifçioğlu beni bir bırakmadı ki" derdi. 

Sam Rines: 

Kobe lige ilk girdiğinde inatçılığından dolayı Del Harris ile problem yaşayacağını biliyordum. 

Barrence Baytos (Sinir ve kas terapisti):

Kobe ile 18 yaşında çalışmaya başladım. Bir keresinde ona doğum günü için tap dansı ayakkabıları vermiştim çünkü ona Philadelphialı Fayard ve Harold Nicholas kardeşlerden bahsetmiştim. Onlarla gençken çalışmıştım. Ve gerçekten tap dansı dersleri almaya başladı, çünkü ayak bileği kuvveti ve hareketliliğini geliştiriyordu. Ayakkabının bir topuğu vardı ve bu, aşil tendonunu rahatlatmaya yarıyordu. 




Del Harris:

Sezonun son 22 maçında 10 sayı ortalaması tutturmuştu ve bir çaylak olarak playofflarda önemli bir faktördü. Öyle ki, Utah'la oynanan beşinci maçta skor berabereyken son topu kullanma fırsatı ona verilmişti. Uzatmada yenildik ama bu onun ne kadar geliştiğini gösterir. 18 yaşında olmasına karşın koçunun ona güvendiğini bilmesini istedim. 

John Lucas:

Ligimizde genç oyuncular iyi takımlarda oynayamıyor. Eğer şampiyonluğa oynuyorsanız, tecrübeli bir takımınız vardır. Utah serisinde o son saniye şutunu kullanıp kaçırdığında, Kobe'nin hatalarının galibiyet ve mağlubiyetlere sebebiyet vereceği açıktı. 

Sonny Vaccaro:

Utah'taki beşinci maçın ardından, havaalanından eve dönerken beni aradı. Ona "Çılgınca şutlar kullandın" dedim. Şöyle cevap verdi: "Başka kimse şut atmak istemedi. Ben ise korkmuyordum."

John Black:

Çembere değmeyen o şutlar belki biraz utanç vericiydi ama benim için çembere değip değmemeleri ya da değip de isabetli olmamaları pek önemli değildi. O noktada, maçın kaderini tayin edecek olan şutu kullanan oyuncu, ligin en iyi birkaç oyuncusundan birisi olan Shaquille O'Neal, ya da All-Star oyuncular olan Eddie Jones veya Nick Van Exel değildi. Kobe'ydi. Del Harris'in Kobe'yi o konuma getirmesi önemliydi. Kobe'nin öne çıkıp bunu yapması da aynı şekilde. Oyun öyle çizilmiş olsa da, sonuçta o şutu kullanmayabilirdi. 

Joe Carbone (Kişisel güçlendirme koçu):

Utah serisindeki o çembere değmeyen şutları inceledik ve hepsinin çok düz gittiğini ama kısa kaldığını anladık. Bacaklarında bir sorun olduğunu biliyordum, bunu çözmemiz gerekiyordu. Ona birçok farklı hareket yaptırdık. Türk halterci Naim Süleymanoğlu'nun dediğine göre, Bulgaristan'dayken Bulgarlar onları öyle zorlarmış ki, sadece kırılmayan adamlar Olimpiyatlar'a gidebilirmiş. Kobe bana bunu hatırlattı. O, kırılmayacak adamdı. 

Neal ElAttrache: 

Oyuncu olarak kim olduğu ve kim olabileceği konusunda bir tür yanlış hesaplama yaptıklarına dair herhangi bir soru işareti yoktu. Olay sadece şuydu: "Tamam işini yaptıkça öğrenen bir çocuğumuz var ve her şeyi hızlıca halledecek." Ama yine de onun becerisine, 18 yaşındaki başka bir çocuğunu deneyebileceğini düşünmediğim bazı şeyleri yapma kararlılığına ve kendine olan güvenine hayran kaldılar.

John Black:

İkinci sezonunda ilk 5'e yerleşti ve hâlâ henüz 19 yaşındaydı. All-Star seçildi ve ondan sonra da Kobe'nin gördüğü ilgi, çılgınlık boyutuna vardı. 

Mike Harris:

1997'de Cleveland'da düzenlenen All-Star maçına gittik. Smaç yarışmasını kazandı ve hiçbir partiye gidemediği için otelin lobisinde oturup konuşmak haricinde bir şey yapamadık. Hiçbir şey yapamadı. Yaşı yetmiyordu.

Sonny Vaccaro: 

İlk All-Star maçına çıktığında Joe ve ben birlikte oturduk, eşlerimiz de vardı. Kobe tam bir şovmendi. O akşam sahada 9-10 tane Hall of Fame üyesi vardı ve oradan ayrılırken bu çocuk hakkında konuşuyordunuz. Daha o yaşında Madison Square Garden'ı ayağ kaldırıyordu. Şovu yaratan oydu. Joe da salondaki en gururlu kişiydi.

John Black:

60 Minutes onun için geldi. Rolling Stone'un bir muhabiri, bir hafta boyunca takımla gezdi. Sports Illustrated kapak çekimi için onu istedi. GQ keza. Neredeyse her medya kuruluşu tarafından darlanıyordum ve herkes onun peşindeydi. 19 yaşında bir çocuk, All-Star kalibresindeki, 20'li yaşlarının ortalarındaki tecrübeli oyuncularla oynuyordu. Onların hepsi bu dergilerde görünmek isterdi. Sanırım biraz kıskanıyorlardı da. Ama insan doğası bu. O zamanlar Jerry genel menajer, Del de hocaydı. Onu biraz yavaşlatmaya çalışıyor ve mesela bana "Çiğneyebileceğinden fazlasını ısırmasına izin verme" gibi şeyler diyorlardı. Bu yüzden biraz arada kaldım çünkü Kobe her şeyi yapmak istiyordu. Bir ara onunla konuşma fırsatı bulduk, şöyle dedim: "Bak, yönetim bu işlere biraz ayar çekmemi istiyor. Bütün bu isteklerin altında kalıyorum -- ne yapmak istiyorsun, ne yapmak istemiyorsun?" Cevabı şu oldu: "Hepsiyle başa çıkabilirim -- bırak gelsin. Hepsini hallederim." 

Arn Tellem:

McDonald's epey erkenden sponsor olmuştu. Sprite da öyle. Spike Lee'nin He Got Game isimli filmi için adı geçti ama sonrada Ray Allen başrolü oynadı. 

Del Harris:

Kobe kendisini bir yıldız olarak kanıtladığında ikinci sezonundaydı. Shaq, Jones ve Van Exel ile birlikte All-Star seçildi. Ve evet, daha fazla oynamak istiyordu -- oyundaki en büyük rekabetçilerden biri bunu nasıl istemez? Ve evet, o sezon oynadığı süreyi elde etmesi adına oyununu geliştirmesini ve iyileştirmesini sağlamak için koç, yoluna çıktı. Maç başına 'yalnızca' 27 dakika. 

John Black: 

Eddie Jones, Kobe için bir abi olacaktı. Eddie üniversiteyi Philly'de okuduğu için böyle bir bağlantıları vardı. Ebatları neredeyse aynıydı. İkisi de 1.98, aynı ince beden, çabuk ve atletikler. Ama Eddie için bu işin zor kısmı, Kobe'nin onun işini elinden almaya çalışmasıydı. O zaman için başarısız olduğumuzu düşünüyorduk. Gerçekten yetenekli bir takımdı ama ikinci turdan ileri gidemiyordu. Yani düşüncemiz, istediğimiz başarı için başka yollara başvurmamız gerektiği yönündeydi -- ki bu da bir şampiyonluk, en azından NBA Finalleri'ydi. 

T.J. Simers (spor yazarı, Los Angeles Times):

Çocuk olmasına karşın her zaman bir adam gibiydi. İstediğini yaptı. Fikirleri vardı. Kendi felsefesi vardı. Kendi bakış açısına sahipti.

Sonny Vaccaro: 

Yeni koç Phil Jackson onun için bir kurtarıcıydı. Phil psikolojik olarak Kobe'yi olması gerektiği seviyeye getirdi ve Shaq'ı ya da diğer yıldızları övdüğünden daha fazla övmeden, olması gerektiği gibi övdü. Kobe'yi Rushmore Dağı'ndan biriymiş gibi hissettirdi. 



John Black:

Phil Jackson, Bulls ile altı şampiyonluk kazanmıştı. Bilindiği gibi Michael Jordan, Kobe'nin idolüydü ve Phil de onun hocasıydı. Sanırım Kobe, Michael'a bir şeyler öğreten ve onu geliştiren kişiyle çalışma fikrini sevdi. Kobe yüzde 100'ün ötesinde kendini vermişti. Burada Del Harris'e bir şey demiyorum, onu severdim. 27 yıl boyunca Lakers'ta birçok hocayla çalıştım ve Del taktik anlamda en iyisiydi. Ama karakteri tamamen farklıydı, oyun stili ve felsefesi farklıydı. Phil Jackson göreve geldiğinde her şeyin bir gecede hallolmayacağını söyledi. İlk sezonda şampiyon olamazdık... Ama olduk.

Barrence Baytos:

Phil, Kobe'ye Nietzsche ve Schopenhauer üzerine kitaplar ve Marcus Aurelius'un Düşünceler isimli kitabını veriyordu. Stoacı felsefenin Kobe'nin hayatında önemli bir yeri vardı. Ve medyada, özellikle L.A. Times'ta onu iğneleyebilecek sözler görülüyordu -- Schopenhauer üç anlayış düzeyinden bahseder: Birincisi alay, ikincisi öfke, üçüncüsü ise kabullenmedir. Hayatta böyle her şeyi merak eden, bilgiyi emen ve saklayabilen biriyle karşılaşmadım. Odysseia ve İlyada'yı Latincesinden okurdu. 

John Black:

2000 Finalleri'nde Indiana'da, uzatma dakikalarında Shaq altı faulle kenara oturdu ve o anda Kobe'nin el hareketleriyle "Herkes sakin olsun, kontrol bende" dediğini gördük. Bunu takım arkadaşları ve koçlarına yapıyordu. Shaq o sezon neredeyse oybirliğiyle MVP olmuştu. Oyundaki en dominant oyuncuydu ve Finaller'in çok kritik bir ânında onu kaybetmiştik. Kobe öne çıktı ve şöyle dedi: "Sorun yok. Onsuz olsak da kazanacağız. Kontrol bende." Ve onsuz kazandık.

Mark Madsen (2000-2003, Lakers forvet-pivotu):

Onunla tanışmam, ilk şampiyonluklarından sonraki sezonda olmuştu. Draft edildikten sonra, Ağustos ayında spor salonundaydım. Oraya sabah 10'da, ben daha yeni başlarken geldi. "Çalışacak mısın?" diye sordu. O sabah 5'te kalkmış ve o saate dek 2000 şut atmış.

John Black:

Kobe her şeyi genç hâliyle yaptı: Lige genç girdi; genç evlendi; genç yaşta baba oldu. İlk şampiyonluğun ardından henüz 21 yaşındaydı, evlendi ve hâlâ büyümekteydi. 21 yaşındaydı ama yaşının hayatını sürmüyordu.

Arn Tellem: 

Evlenirken yanındaydım. Vanessa'yla tanışmasını hatırlıyorum, "Evlenmek istediğim kızı buldum" demişti. Onunla tanıştığı anda bunu anlamıştı. 

T.J. Simers:

Hangisi olduğunu unuttum; Jordan veya Larry Bird. Onlardan birine her zaman meydan okunması gerekiyordu. Maçtan önce birinin gelip "Bu adam senin üstünden 25 sayı atacak" demesinden hoşlanırlardı. Sonra Jordan ya da Bird sahaya çıkar ve onları yok ederdi. Bir maçtan önce sahaya indim, Kobe ısınırken oralarda durdum ve şöyle dedim: "Sen gördüğüm en kötü üçlükçülerden birisin. Liseye giden kızımı getirsem, senden daha çok üçlük sokar." Bana kısaca defolup gitmemi söyledi. O akşam (7 Ocak 2003) ligin bir maçta en çok üçlük isabeti rekorunu kırdı ve bana doğru bağırdı: "Git kızına anlat!" 

Mark Madsen:

2000-01 playofflarında durdurulamıyorduk. Sadece bir maç kaybettik. Takımınızda Shaq'ın en iyi hâli ve zirveye doğru tırmanan Kobe var. Bu iki oyuncuyu da şu isimlerle çevrelemişsiniz: Robert Horry, Rick Fox, Derek Fisher, Brian Shaw, Horace Grant. Soyunma odasında o kaliteyi hissediyordunuz. İkiz Kulelerle birlikte San Antonio favoriydi. Ama onları süpürdük. Shaq bir maçın ardından Kobe'nin evrendeki en iyi oyuncu olduğunu söyledi. Sonra Kobe de onun en dominant oyuncu olduğunu. Aralarındaki ilişki ve sinerjinin gelişimine şahit oluyorduk. 

John Black:

Kimsenin yancısı ya da küçük kardeşi olmak istemiyordu, Shaq'la eşit olmak istiyordu. İlk yıllarda --2, belki 3 yıl-- buna razı oldu. Ama gittikçe daha az kabul eder oldu. 

T.J. Simers: 

Kobe'nin diğer insanlara olan öfkesi, daha çok onu hayal kırıklığına uğratmalarından kaynaklanıyordu. Şampiyonluklar kazanmak istiyordu ama Shaq'ın çok yumuşak olduğunu düşünüyordu -- Shaq'ın sezon öncesinde kendisi kadar hazırlık yapmadığını düşünüyordu. Bir şeylerin doğru gitmediğini söyledi ve bu Shaq yüzünden olmuştu. Bu konuda asla çok ileri gitmedi. Bu biraz, şey gibi: Bir diyet kola almış, iş arkadaşınla konuşuyorsundur. "Amına koyim böyle işin. Bu herif beni çok ayar ediyor." Eğer kendinize "Vay, gerçekten kendini adamış ve şampiyonluk isteyen birisi söz konusu" derseniz, kulağa sevimli gelebilir bu. Birinin hayattaki tek amacının, sezon sonunda şampiyonluk kupasını kaldırmak olduğunu söylemesi belki aşırı gelebilir. Her şey ona nasıl baktığınla alakalı. Kobe'nin diğer insanlara duyduğu öfke daha çok, onun zihninde onu nasıl hayal kırıklığına uğratacaklarından kaynaklanıyordu. Bu yüzden beklentilerini diğer insanlara dayandırdı ve insanlar da bu beklentileri yerine getirmek istemedi ya da yerine getiremediler.

Mike Kupchak:

Uzun süre birlikte oynadılar ve üç şampiyonluk kazandık. Hiçbir şey sonsuza dek sürmez, ne olabileceği hakkında tahminde bulunmanın mantıklı bir şey olduğunu düşünmüyorum. 

Mark Madsen:

Takımdaki rolüm, ismim söylendiğinde hazır olmaktı ve 5 ila 20 dakika arasında sahada bulunurdum. Benim için gerçekten zordu çünkü bazen Kobe beni, düşündüğümden çok daha fazla zorluyordu. Konfor seviyemin çok çok ötesine geçmişti. Anladın? [Gülüyor] Bazen kaldıramayacak duruma gelirdim. Ama her zaman gelip seni desteklerdi. Ve bunun sonucunda, daha iyi bir oyuncu hâline geldim. Çünkü Kobe ile birlikteyken yeteneklerinizi geliştirmelisiniz ve derinizi kalınlaştırmalısınız. 

İster Kobe ile sahada olayım, ister kenarda havlu sallıyor olayım, o yıllardaki enerji, heyecan ve iyi hisleri tarif edemem. Ben oradayken Houston'a karşı oynadığımız bir maçı hatırlıyorum, Phil aynı oyunu oynatmaya devam ediyordu ve benim Kobe'nin adamına perde yapmam gerekiyordu. Kobe çembere gidip duruyordu. Ben perdeyi ayarlıyordum, o da içeri girip smaçları vuruyordu. Çok eğlenceliydi. Kobe Bryant ile pick-and-roll oynamak çok eğlenceliydi ve gidip Yao Ming'in üzerinden smaç vuruyordu. Ve maçı kazandık. Kazandık. 




Yorumlar