Sözlü Tarih: Tim Duncan'ın Sessiz Mükemmelliği

 



Tim Duncan, oyunun kendisi adına konuşmasına izin vererek, sessiz ve gösterişsiz bir 19 sezon geçirdi. 

19 playoff katılımı. 15 All-Star seçilimi. 5 şampiyonluk. Üçü Finaller, ikisi normal sezon olmak üzere toplam 5 MVP ödülü. Ve bu hafta Kevin Garnett ve merhum Kobe Bryant ile birlikte Hall of Fame'e seçilecek.

"Hep şu soruya maruz kalıyorsunuz: Neyi değiştirirdin? Neyi farklı yapardın?" Duncan bunu, geçen yıl Hall of Fame'e seçildiği açıklandıktan sonra yayınlanan videoda söyledi. "Dürüst olmak gerekirse, değiştireceğim bir şey olduğunu sanmıyorum." 

Duncan'ın macerası bir tesadüf ve azim yolculuğuydu. St. Croix'da yetenekli bir yüzücü olarak büyüdü ve 1989 yılında Hugo Kasırgası adayı harap edip yarıştığı havuzu yok ettiğinde sporu bıraktı. Dokuzuncu sınıfta basketbola başladı ve kendisini önce Wake Forest Üniversitesi, sonra NBA ve en sonunda Hall of Fame'e taşıyan yola girdi. 


Chris King (Wake Forest oyuncusu 1988-92): NBA'de oynayan bir grup oyuncumuz vardı, günün birinde Virgin Adaları'na gitmek istediler çünkü o dönemde orada şiddet olayları çok yaygındı. Benim de içinde bulunduğum grup, Alonzo Mourning ve Georgetown'dan Mark Tillmon, adalardan gelen oyunculara karşı oynadık.

Bir gün maça hazırlanıyorduk ve salon doluydu. Sonra bu Tim Duncan isimli --o zaman kim olduğunu bilmediğim-- sıska çocuk geldi ve salona girdi. 

Onu ilk kez görüyordum. 

Onunla ilgili fark ettiğim ilk şey, lisede geliştirdiği bir özelliğiydi: Panyayı kullanmak. Çok etkilenmiştim.


Dave Odom (Duncan'ın Wake Forest'taki koçu): King, Eylül ayı başlarında geldi, ofisimin oradan geçerken hemen ona seslendim: "Chris, gel bakalım. Seninle konuşmak istiyorum. Bana geziyi anlat."

King: "Bir çocuk vardı" diye başladım lafa.

Odom: Ben de "Güzel, kimdi? Adı neydi?" diye sordum.

"Bilmiyorum" dedi. 

"Hangi adadaydı?" diye sordum. 

"Bilmiyorum."

Yani bana yetenekli bir çocuğun varlığını bildirmek dışında başka bir şey yapmadı. O zamanlar ekibimde Larry Davis isimli bir koç vardı ve o adalardan bir oyuncuya koçluk yapmıştı. 

Ertesi gün Davis toplantı için geldi ve Tim Duncan ismi masada duruyordu: "Koç, çocuk bu."


Odom, St. Croix'ya yaptığı yolculuğun ardından heyecanlanmıştı. Wake Forest'ta Duncan ile birlikte dört sezonda 97-31'lik bir dereceye imza attılar ve 1994-95 ile 1995-96'yı 26-6 ile bitirdiler. 



Randolph Childress (Duncan'ın Wake Forest'tan takım arkadaşı): Yağmurlu, soğuk bir gündü ve üstünde ceket yoktu. Kollarını gömleğin içine çekmiş, öyle dolaşıyordu. Gördüğüm ilk hâli oydu. Şöyle düşünmüştüm: "Vay arkadaş, çocuğun paltosu bile yok. Bu sıska çocuk bize yardım edebilecek mi?"

Tracy Connor-Riddick (Wake Forest Kadın Basketbol efsanesi ve Duncan'ın uzun süreli arkadaşı): Onunla ilk tanıştığımda kafeterya alanındaydı ve kaybolmuş gibiydi. O yüzden yanına gittim ve ona yardımcı olabileceğim bir konu olup olmadığını sordum. Aksanım yüzünden beni anlayamadı, ben de onu anlayamadım. Konuşmanın pek iyi gitmediğini düşündüm. 

Odom: Onu Vanderbilt'e karşı oynattık. 9 sayı falan attı, 5-6 blok yaptı ve yaklaşık 10 ribaund çekti. O zaman ekibime şöyle demiştim: "Bu çocuğu biraz daha yakından inceleyelim ve hangi yöne gidebileceğimizi görelim." 

Deporah Best (Wake Forest psikoloji departmanı başkanı ve Duncan'ın akademik danışmanı):  Bir Pazar günü, öğleden sonra maçları vardı; oğlum ve kocamla o maçı izledik, Tim de oynuyordu. O akşam, daha sonra ofisimden bir şey almak için binaya girmem gerekti. 

O zaman bilgisayar laboratuarlarımız vardı ve ben de önünden geçmek zorundaydım. Kapı açıktı, İçeride kim olabilir ki, diye düşündüm. Kafayı sokup baktım ki, Tim. "Az evvel televizyondaydın" dedim. 

Şöyle yanıtladı: "Evet, yarın için bir araştırma yöntemleri raporu yazmam gerekiyor."  


Son yılındaki Duncan, ülkenin en iyi üniversite oyuncusuna verilen John Wooden Ödülü'ne layık görüldü. O arada Spurs, lotarya sonucunda draftta ilk sıraya sahip olmuştu.



Sean Elliott (1997-2001 arası Spurs'ten takım arkadaşı; şimdilerde Spurs için TV yorumcusu): Lotaryayı kazandığımızda evde izliyordum ve yemin ederim, yerin sallandığını hissedebiliyordum.

Avery Johnson (1997-2001 arası Spurs'ten takım arkadaşı): Eşim ve çocuklarımla lotaryayı izlememi asla unutmayacağım. Takımın adı dördüncü sırada yer alıyordu ve okunduğunda kalbim daha hızlı atmaya başladı. 

Elliott: Bir dakika sonra Avery beni aradı ve "Geri döndük" dedi. Bakın bu yalnızca lotaryayı kazandıktan sonraydı, yani Tim'i draft edeceğimizi biliyorduk. Düşünecek bir şey yoktu. 

Mike Budenholzer (1996-2013 arası Spurs asistan koçu; şu anda Milwaukee Bucks koçu): O anda neredeydin? O anda ne yapmaktaydın? tarzı soruların sorulduğu anlar vardır. Hayatımda size tam olarak nerede olduğumu ve tam olarak ne yaptığımı ve ne kadar etkili olduğunu söyleyebileceğim tek şey bu olabilir. 

Elliott: Tim'le ilk kez, evime geldiğinde tanıştım. O zaman Mortal Kombat gibi video oyunlarına sarmıştım. Mahalledeki çocukları yenerdi. Oyunu yiyip bitirmiştim. 

Tim geldi ve "Ah, bu ne böyle?" diye sordu. 

Yenilince bağırıp çağıracağını düşünerek, "Gel bakalım böyle" dedim. Ama tam tersi, beni fena yendi. Oyunu ilk kez oynamasına karşın bunu yapıyordu ve nasıl olduğunu hiç anlamamıştım. 

Dışardan gayet kibar davranıyordum ama anlam verememiştim. Artık defalarca kanıtlanmış olsa da o zaman beni etkileyen şey, hayatın boyunca yaptığın bir şeyi ona göstermen ve 5-10 dakika içinde onu senden daha iyi yapmasıydı.


Tim Duncan ve David Robinson harika şekilde uyum sağladı ve Spurs'ü 1999 ve 2003'te tarihinin ilk iki şampiyonluğuna taşıdılar. "Tim mütevazı bir çocuk" diyordu Robinson, TNT'den Ernie Johnson'a. "Ben her zaman sessiz biri olduğumu düşünmüşümdür ama Tim gürültülü biri olduğumu hissettirdi." 



Elliott: Timmy, David için bir tehdit değildi. David'in konumundaki pek çok kişi, drafttan gelen, yine onun gibi takım lideri olabilecek tipteki bir 1 numara seçimine düşmanlık besleyebilir ya da kızgınlık duyabilirdi. Ama David öyle biri değildi.

Timmy de büyük bir alçakgönüllükle geldi. Yıldız adayıymış gibi gelmedi. Herkesten bir şeyler öğrenmeye niyetliydi ve bunu soyunma odasında hissedebiliyordunuz. 

James Borrego (2003-10 arası Spurs video koordinatörü, 2015-18 arası asistan koç; şu anda Charlotte Hornets koçu): Beni çok şaşırtan şey, o yazın ilk günlerindeydi; beni idman maçına davet etmişti. Henüz adımı bile bilmiyor o anda. Yalnızca video odası için işe alındığımı biliyor.

"Sen de varsın" dedi. 

Beni beşe beş bir maça dahil etti. O günkü davranışı, hoşgeldin deme şekli ve beni rahat hissettirmesiyle, farklı birisi olduğunu anlamıştım. 

Speedy Claxton (2002-03 sezonundan Spurs'ten takım arkadaşı): Herkes Timmy'nin harika birisi olduğunu biliyor ama o aynı zamanda çok komik bir adamdır ve eğlenmeyi sever. Spurs'e geldiğimin ilk günü idmana çıktım, bir antrenman maçı yapmıştık. Ardından hep beraber paintball oynamaya gittik çünkü Tim çok sever. 

Ama harika bir takım arkadaşıydı. Her zaman sizi teşvik ederdi. Üst üste 2-3 şut kaçırsanız da ikili sıkıştırma geldiğinde topu size atar ya da üst üste kaçırsanız da size boş olduğunuzda o şutu kullanmanızı söyler. 


Kareem Abdul-Jabbar'ın skyhook'u vardı. George Gervin'in finger roll'u. Allen Iverson'ın öldürücü crossover'ı vardı. Duncan ise daima fundamentalıyla hatırlanacak, özellikle de panyalı şutuyla.  



Gregg Popovich (1996-günümüz, Spurs koçu): 2.5 ya da 3 metreden atmıyordu. Bunu 5.5-6 metre civarında yapıyordu, ayak hareketleri muazzamdı ve panyayı nasıl kullanacağını biliyordu. Nadir görülen bir şeydi, aslında hâlâ öyle, ama herkesin bu adamla ilgili muhtemelen oldukça özel bir şeylerin bulunduğunu fark ettikleri ilk imza hareketi buydu. 

Antonio Daniels (1998-2002 arası Spurs'ten takım arkadaşı): O alanda Tim Duncan'ın durdurulması imkansızdı. İkinci sezonunda kenarda otururken şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: Bu adam inanılmaz. İnanılmaz.

Ve bunu sessiz-sedasız gerçekleştiriyordu. Gülümseme yok, trash-talk yok, hiçbir şey yok. Çıkıp çok normalmiş gibi 30-15 yapar, 20-12 yapar. Hiç zorlanmıyormuş gibi, çok verimli biçimde. Sadece ayak hareketleri ve fundamental. 

Bir kağıt parçasının üstünden bile sıçrayamazdı ama savunulamıyordu da. 


2013 Final serisinin 6. maçında Ray Allen o meşhur üçlük isabetini bulmadan önce Spurs, neredeyse şampiyon olmak üzereydi. Duncan bu kritik maçta 24 sayı atıp 12 ribaund çekmişti ama son saniyelerde kritik bir serbest atışı kaçırmıştı. Bu, San Antonio için birkaç hayal kırıklığından biriydi. 



Borrego: 21 numara bizimleyken hep bir şansımız olduğunu hissediyorduk. 

Bir şey söylemesi gerekmiyordu. Anlıyorduk ve bunu hissedebiliyordunuz. Hepimiz onun özgüveni, ruhu, ateşi ve odaklanmasından etkileniyorduk. Allen'ın şutu bizi yıktı, hepimiz için çok zor bir andı. 

Steve Kerr (1998-2001 arası Spurs'ten takım arkadaşı; şu anda Golden State Warriors koçu): NBA TV'deki tüm maçları izliyordum ve 2005 Finalleri'nin yedinci maçı yayınlanırken Tim'e mesaj çektim.

Çoktan emekli olmuştum artık ama şöyle yazdım: "Yedinci maçı izliyorum, gerginim."

Yedinci maçlar böyledir. Hemen cevap vermişti: "O maçta çok kötüydüm." 

Bunu söylerken maçı domine etmiş ve belki istatistiki açıdan en iyi maçına imza atmamış ama takım her topu ona indirirdi. Ve Detroit'in buna yanıt vermesi gerekiyordu. Tüm maç onun üstünden döndü ve klasik Tim, kötü oynadığından yakınıyordu. Tim işte. Beraber oynadığımız dönemde ne zaman bir mağlubiyet alsak çıkıp "Benim atamdı beyler" derdi. Sonra istatistik kağıdına bakıyorsun, 30 sayı-17 ribaund-6 blok yapmış. 

George Karl (Seattle SuperSonics, Milwaukee Bucks, Denver Nuggets ve Sacramento Kings'i yönetirken Duncan'a karşı maça çıkmış NBA koçu): O bir "Biz" oyuncusuydu ve 15 sayı-10 ribaund yaparsa mutlu olurdu. Hiçbir zaman 35 ya da 40 sayı atmaya çıkmazdı. Sadece sizi yenmek için sahaya çıkıyordu ve bu yüzden oyun planı, hücum verimliliklerini azaltma üzerineydi.

Bir kişi değil. Mesele o şutları sokmamalarını sağlamak. Çünkü 10 yıldan uzun süredir hep en doğru şutu buluyorlar. Şut tercihleri mükemmeldi ve bunun sebeplerinden biri Popovich ise, daha büyük sebebi, Duncan, Ginobili ve Parker'ın daima uyum içerisinde olmalarıydı. Oyun planlarını asla bozamıyordunuz.  


Duncan ve Popovich hem saha içi, hem de saha dışında çok yakındılar. "Günlük hayatta, basketbolda olduğundan daha iyi anlaşıyoruz" diyordu Popovich, Duncan'ın 2016 yılında formasının emekli edildiği törende. 



Brett Brown (2007-13 arası Spurs asistan koçu): Devre arasında o ve Pop'un soyunma odasından bizden daha erken çıkması neredeyse bir ritüeldi. Timmy bençe otururdu, Pop da onun yanına.  

Hatırladığım kadarıyla çoğu zaman bir şey konuşmazlardı. Bazen bir yorumu paylaşırlardı ancak bu, daha çok ikisinin devre arasında bençte buluştuğu bir ritüel gibiydi. 

Peki orada ne tartışılırdı?

Bilmiyorum. 

Popovich: En iyi oyuncunuz herkes tarafından saygı duyulan ve eleştiri kaldırabilen, aynı zamanda liderlik özelliğine sahip biriyse, işiniz çok daha kolaylaşıyor -- bu açıdan çok şanslıydım. 


Duncan 2016 yazında emekliliğini açıkladı. Oynadığı 19 sezon boyunca San Antonio Spurs normal sezonda 1072-438 gibi bir dereceye imza attı ve bu, o dönemde tüm NBA, NFL, NHL ve MLB arasında en iyi dereceydi. 


Daniels: Bir ulusal radyo kanalında şunu söylemiştim ve taraftarlar canıma okumuştu: "Tim Duncan kapıdan çıktığı an, kültür de onunla birlikte gider."

Sürekli insanların bunu söylediklerini duyuyorsunuz ve bence spordaki en klişe ifade: "Şampiyonluk için ne gerekirse yapmaya hazırım." Ama bu cümlede eksik olan kelime, "sürece". "İstediğim dakikayı alamadığım sürece, istediğim sözleşmeyi alamadığım sürece, istediğim rolü alamadığım sürece." Tim Duncan o cümleyi aldı ve onunla yaşadı.  





(Orijinali için şuradan. Tim Duncan'la alakalı başka yazı ve çeviriler için de şuradan.)

Yorumlar