18 TEMMUZ 2002’DE Kobe Bryant, Harlem’deki meşhur sokak basketbolu mekanı Rucker Park’a geliyordu. Üstünde açık mavi, kolsuz bir tişört vardı ve bir güneş gözlüğü takmıştı; attığı her adımda, boynundaki zincire takılı olan anahtar dalgalanıyordu. Seyirciler, süperyıldıza yaklaşmak için, sahayı tribünlerden ayıran metal çitlere doğru koştular. Bryant’ın yüzünün hemen önünde bir mikrofon sallanıyordu. Güvenlik görevlilerinden oluşan bir ordu onu kuşatmış durumdaydı. Rucker spikeri Hannibal, Kobe’nin 8 numaralı formasıyla etrafta dolaşıyordu.
“Hadi sahaya” diye bağırdı Bryant.
Kalabalık, bas ağırlıklı bir ses sistemi eşliğinde şarkılar söylüyordu. Bryant içeri girerken seyirciler ayağa kalktı. Bir hayran, o heyecanla güvenlik kapısına çarptı. Bryant önce bir yumruğunu, sonra diğerini havaya kaldırdı. Yaklaşabilecek kadar şanslı olanlara elini uzattı. Ardından sağ elinin üç parmağını havaya kaldırdı. All-Star guard, birkaç hafta önce Lakers ile arka arkaya üçüncü şampiyonluğuna ulaşmıştı.
Artık, 1982’de Greg Marius tarafından kurulan Entertainer’s Basketball Classic’te oynamaya hazırdı. Rucker’ın yaz turnuvası, onyıllar içinde yerel bir yarışmadan, hip-hop ve basketbol dünyası ünlüleri için dikkat çekici bir organizasyona dönüşmüştü – ama onların hiçbiri Bryant’tan daha büyük değildi.
Bulutlu gökyüzü altında hava atışı vakti yaklaşırken, ödünç aldığı Air Force 1’leri bağlamakla meşguldü. 8 numaralı turuncu bir EBC forması ve kararlı bir bakışla görünümü birden değişmişti. Sonra da birazdan ringe çıkacak bir boksçu gibi arkadaşına doğru yumruklar savurmaya başladı.
Mahallede büyümüş eski bir Rucker oyuncusu olan Jay ‘My Block’ Holder şöyle diyordu: “’Ne düşünüyorsanız onun için hazırım’ mesajı veriyor.” “Burada, parkın içindeyim. Oynamaya geldim. Eğer kavga etmek isteyen olursa da bundan kaçmam.”
İşte Philadelphia banliyösünde doğup İtalya’da büyüyen Kobe Bryant’ın Harlem’e gelişinin ve sokak basketbolu efsanesi oluşunun tescillenip ‘Yüzüklerin Efendisi’ ilan edilmesinin hikayesi.
2020’DE BREAKFAST
CLUB’A verdiği bir röportajda, “Kobe’yi Irv Gotti ile ben tanıştırdım” diyordu,
hip-hop dünyasının ünlü isimlerinden Steve Stoute. “Irv’ün Rucker’da bir takımı
vardı. Ona ‘Kobe’yi senin takımına getirebilirim’ demiştim.”
Ama 2002’nin Temmuz
ayında Kobe nihayet geldiğinde, bu bir haber niteliği taşımıyordu – çünkü
geleceğinden neredeyse kimsenin haberi yoktu.
Bryant parka gitmeden birkaç saat önce yerel bir radyo istasyonu,
Rucker’ın yakın çevresinden bazı insanların bile henüz duymadığı ve mahallenin
delirmesine neden olacak bir haber aldı.
Cheryl Marius (Greg’in kız kardeşi): Nasıl olduysa Kobe’nin Harlem’e geleceği duyulmuş. İşte o andan itibaren, gelen telefonlardan başımı kaldıramadım.
E.J. ‘Mayor’ Johnson (tecrübeli Rucker maç anlatıcısı): Yıllar içinde Allen Iverson ve Stephon Marbury’nin burada aynı takımda oynadığını izledik. Kevin Garnett gelmişti. Kobe’nin farkı neydi peki? İnsanlar Kobe’nin parkta oynayacağını bilmiyordu.
Fat Joe (Bronx doğumlu rapçi ve bir dönemin EBC koçu): Greg o gün her zamankinden daha ketumdu, çünkü eğer oraya geleceği söylenseydi, Kobe o sahada bir saniye bile duramazdı. Düşünsenize: Kobe Bryant, o sıralarda Michael Jordan’a en yakın şey.
Budd Mishkin (tecrübeli New York City’li yayıncı): O gün MSG Network için Rucker spikerleri hakkında bir haber yapıyordum ki, NBA’den tanıdığım Teri Washington’ı gördüm. “Sanırım niye burada olduğunu biliyorum” dedi. Ben de şöyle yanıtladım: “Madem öyle dedin, bu akşam kim buraya gelebilir?”
Vincent M. Mallozzi (New York Times muhabiri ve ‘AsphaltGods’ isimli kitabın yazarı): Maç geç başlayacaktı ama ben oraya öğleden sonra 1 gibi varmıştım. Neden, biliyor musun? Çünkü kendime yer bulmak istedim. Kobe’nin oynayacağı maç için taraftarlar saat 3’te oradaydı.
‘The Mayor’: Akşam 6’da, Kobe’nin Rucker Park’ta oynayacağı haberi, resmî olarak çıktı. Şöyle diyeyim, 6:05 itibariyle saha tam kapasite doluydu. Bir sahanın daha hızlı dolduğunu görmemiştim. Tamamen Kobe hayranlarıyla doluydu.
Robert ‘Gusto’ Wells (Greg Marius’un ortağı): Aslında güvenliği artırmıştım. Her sene orada 25 polis olur, ilaveten 25 de güvenlik koyardık. Ona 10 kişi daha eklemiştim.
Cheryl Marius: İşte o zaman herkes Cheryl ile içeriye girmek istedi. Kardeşim şöyle demişti: “Hayır, sadece sen gelebilirsin. İlaveten kimseye izin yok.” Güvenlik sıkıydı. Özel davet yoktu. Sadece seyirciler içindi bu maç.
‘Gusto’: Oranın kapasitesi 1200 kadardır. Ama 1500-1600 kişi vardı ve 500 kişi de dışarıda kalmıştı.
Michael Super (New York City parkları Manhattan ilçe operasyon ekibi; şu anda Brooklyn operasyonlardan sorumlu başkan yardımcısı): Sağ taraftaki sahada 300-400 kişilik yer vardı. Kalabalık bazen, VIP alanı sebebiyle dalgalanıyordu. Ama Rucker’daki lakabım da böyle ortaya çıkmıştı: 'Bay Kapatın Şurayı'. Çünkü aşırı kalabalık bir gün olduğunda sahayı kapatmak zorunda kalırdım.
Corey ‘Homicide’ Williams (eski Rucker Park oyuncusu ve Avustralya Basketbol Ligi MVP’si): Caddenin karşısındaki efsanevi Polo Grounds Houses toplu konutlarında insanlar çatıya çıkıp manzarayı görmeye çalışırdı. Sadece kuşbakışı bir açı, tam da göremiyorsunuz. Ama orada insanlar tam da bu haldeydi. Dr. J.’den beri bir NBA oyuncusu için toplanan böyle bir kalabalık görmemiştim.
‘Gusto’: Önden girmesine izin veremezdik, bu yüzden güvenlik onu FDR Drive’ın arka girişinden, parkın bitişiğindeki beyzbol sahasının yanından ve hentbol sahasından geçirmek zorunda kaldı.
Adrian ‘A Butta’ Walton (CBA ve USBL’de oynamış, eski Rucker yıldızı): Beyzbol maçı bile durmuştu ve çocuklar Kobe’yi görmek için girişe doğru koşturmuştu.
Super: Kobe’nin ekibi, EPC güvenliği, NYPD ve Parklar Departmanı arasında koordinasyon vardı. Güvenlik, Kobe’yi arabasından indirip VIP alanına getirecekti. O bölge olabildiğince güvenliydi. Yani arabadan indiğinde, dümdüz yürüyebilecekti. Eğer orada biri varsa, o da EBC ile alakası olan biriydi. Halk ona orada temas edemezdi.
Mishkin: Kobe’nin gelmesi... benim yaşadığım yerde Beatles’ın ortaya çıkması gibiydi. Ve orası ufak bir yer. Kobe gelmeden önce onun için çıkan sesi duyuyordunuz. NBA Finalleri’nin yedinci maçını, 90’larda Knicks’in playoff maçlarını takip etme imkanı buldum, Michael Jordan’ı anons ettiklerinde, kendi düşüncelerinizi bile duyamazdınız. Ama o akşamki ses, asla unutamayacağınız bir ses.
Lonnie ‘Prime Objective’ Harrell (D League’de de oynamış olan Rucker yıldızı): Yanında doğru-düzgün ayakkabı bile yoktu. Sahadan birisi –Tiny Bum isminde birisi— ona Air Force 1’larını getirdi.
‘Tiny Bum’: Gittim ve otoparktaki arabamın bagajından ayakkabıları aldım. O kadar ünlü meraklısı değilimdir. Biraz konuşup onu gaza getirdim. Parka gelenlere böyle davranırsınız, sonra da çıkıp şov yaparlar.
‘Prime Objective’: Ayakkabısını bağlarken “Hadi, şov yapalım” dedi. Ben de "Tamam" dedim.
KOBE BRYANT’IN, kariyerinin baharında nasıl Rucker Park’a geldiğini anlamak için, önce Rucker Park’ın nasıl ‘Rucker Park’ olduğunu anlamanız gerek.
155. Sokak ve 8. Cadde. Basketbolun Kâbesi. Dolandırıcılar, sokak basketbolcuları ve Billboard listelerinde yukarıya çıkanların evi. Nate Archibald’ın 1.85’lik boyuna karşın devasa oyunuyla parladığı yer burasıydı; Queens’li sıska bir kız olan Nancy Lieberman’ın dikkatleri üstüne çekip ‘Ateş’ lakabını aldığı yer de – evet, onun saçına yapılmış bir göndermeydi bu ama, aynı zamanda sahayı alevlendirdiği ve onu korkutmaya çalışanlara karşı ortamı kızıştırdığı için de.
1956’da açılan bu parkın adı, çocukları sokaklardan uzak tutmak için şehir çapında turnuvalar düzenleyen, New York City Parklar Departmanı oyun alanı direktörü olan Holcombe Rucker’dan gelmekte. En ünlüsü Rucker Park’ta düzenlenen ’The Entertainer’s Basketball Classic’, başlangıçtan itibaren kültür ve sporu birleştiren Marius’un vizyonuyla kuruldu. Marius, 2017’de kanserden öldükten sonra, Rucker Park’taki basketbol sahasının adı, Greg Marius Sahası olarak değiştirildi.
‘My Block’: Rucker Park, sokak basketbolunun zirvesiydi.
Lieberman: Rucker kahramanların evidir – Joey Hammond, Helikopter Herman, Tiny Archibald ve hattâ Kareem Abdul-Jabbar. Dünyayı sallayan oyuncular. Ben 11-12 yaşındayken, Far Rockaway’den 155. Metroya binmek için annemin cüzdanından biraz para çalardım. Sonra da oraya gitmeye devam ettim.
Mallozzi: EBC’nin Rucker’a gelmesiyle, müzisyen ve sponsorları etrafta görmeye başlamıştık – eski oyuncular başta kayıt olamamıştı. Çeşitli sebeplerden. Wilt Chamberlain burada oynadığında, gerçekten basketbol haricinde hiçbir şey yoktu.
‘A Butta’: Ve hemen ardından, 80’lerin sonlarında, maalesef, uyuşturucu satıcıları, mahallenin rapçileri ile birlikte takım kurup turnuvaya katıldılar.
Al Cash (EBC katılımcısı ve sunucusu): 80’li yılların başında Dico Four isimli bir grupta dj’lik yapıyordum. Greg Marius’un sahne adı ‘Greg G.’ İdi ve grup üyelerinden biriydi. Bir rapçiydi ve Crash Crew isimli başka bir gruba karşı maç yapmıştık. Mr. Magic de bir radyo programcısıydı ve turnuvayı radyoda duyurmuştu.
‘The Mayor’: Etrafta “Benim grubum senin grubunu yener” diye şakalaşıyorlardı, ‘EBC at Rucker’ orada başladı. Ve cidden çok büyüdü.
Cash: Turnuvamız, Harlem Merkez’de bulunan ve 1977’de Marcus Garvey Parkı olarak yeniden adlandırılan Morris Park’ta yeniden başladı ve daha sonra Rucker’a taşındık. Mount Morris Parkı’nda binden fazla insan olurdu. O andan itibaren turnuvaya daha fazla hip-hop grubu ekledik. Ve sonra da takım başına ikişer oyuncu daha eklenmesini sağlayan yeni bir kural getirdik – sokak oyuncusu, üniversite oyuncusu, profesyonel oyuncu; hangisi olursa.
‘Gusto’: Büyük bir müzik yapımcısı ve iyi bir arkadaşım olan Teddy Riley, Greg’i bana getirdi. İkisi iyi anlaşırdı. New York’taki en büyük paten pistlerinden biri olan The Rooftop’a sahiptim. Basketbol ligine dahil olmak istiyordum. Sponsor olacak birine ihtiyaçları vardı.
‘My Block’: Greg zekice bir plana sahipti: Sıradan insanların takım satın alabilmesine ve bir takıma para yatırmasına izin vermeyecekti. Büyük sponsor ve müzik şirketlerinin peşine düşer, parayı onların harcamasını sağlardı.
‘Gusto’: İlk yıl (EBC, 1982 yılında Rucker’da oynanmaya başlanmıştı) bir takım kurmuştum ve hem lige, hem de turnuvaya sponsor olmuştum. Sonra ben, Greg ve Teddy müzik alanında ortak çalışmaya başladık ve aynı zamanda Greg’le basketbolda partner olduk. The Rooftop’ta bir prodüksiyon stüdyomuz vardı ve Rucker Park’ın tam karşısındaydı. Böylece yalnızca yolun karşısına geçerek oraya ulaşabilir, orada müzik açabilir ve sonra aynı zamanda bir kulübü de olan mekanı geri açabilirdik. 1985, 86 gibi Rooftop Records’ı kurmuştuk. Bir sürü rapçiyle çalışıyorduk. Kool Moe Dee, LL Cool J, Heavy D. Turnuva için dışarıya çıktığımızda tüm ünlüler caddenin karşısında olurdu. İşte bu turnuvanın ünlülerle alakalı kısmı oradan geliyor.
Jim Jones (EBC müdavimi, rapçi ve Harlem sakini): Rucker, en gösterişli, caka satılan ve stil sahibi yerlerden birinin tam ortasındaydı. Ve Rucker’ın olayı da buydu. Orada şov dönerdi. Eğer dikkat çeken bir arabanız varsa, Rucker’a yanaşıyorsunuz ve park ediyorsunuz. Arabadan iniyorsun, güzel kızları süzüyorsun: Yeni spor ayakkabıları, taytlar giyilmiş, saçlar yapılmış. Kendini bıracaksın, o enerjiyi hissedeceksin. Sahanın dışında o kadar çok parti vardı ki, içerde yapman gerekeni unuturdun. İşte size Harlem.
‘The Mayor’: Eğlence dünyasından simalar, turnuva büyüdükten sonra da oynamaya devam ettiler. Brian McKnight’ın oynadığını, Chris Brown’ın oynadığını, Master P’nin oynadığını hatırlıyorum. Ama normalde bir Division 1 ya da NBA oyuncusuyla bir-iki maçlığına anlaşılırdı. Ve sonra bir alışkanlık hâline geldi.
Cash: Greg zemine parke koydurduğunda işler biraz değişti. Gelmek isteyen NBA oyuncuları olurdu ama asfalt zeminde oynamak istemezdiler. Ama ara sıra zemine parke koyulduğunda, onlardan hiç ret gelmezdi.
‘Bone Collector’: Tek bir sahanın çevresinde binlerce insan var. Ve o sahanın içinde, trenle sahaya gelene kadar, Jamaal Tinsley’nin benden fazla sayı atacağını savunan, New York’un farklı ilçelerinden –Brooklyn, Harlem, Queens– insanlar vardı.
‘My Block’: Sanatçıların sahne aldığı maç önü ya da devre arası şovları ortaya çıktı. Tüm kültürü tek bir mekanda, basketbol etkinlikleri çevresinde bulmak için harika bir yerdi. Herkes orada olurdu. Greg, Harlem’in kültürünü ve tarihini özümsemiş biriydi. Hip-hop orada, spor orada. Ve yaz aylarındayız?
Cheryl Marius: Yeteneklerini devre arasında sergilemek için oraya gelen genç sanaçılarımız olurdu. Mahallenin sarhoşu devre arasında ortaya çıkar ve işini yapardı. Her zaman biraz eğlence olurdu.
‘Prime Objective’: Ben 90’lardan 2000’lerin başına dek olan kısma altın çağ diyorum. New York’ta hip-hop’ın büyüdüğü zaman aralığı da buydu. Sokak basketbolu ve hip-hop birlikte güçlüydü. Sanatçıların çoğu NBA oyuncusu olmak isteyen kişilerdi; aynı şekilde NBA oyuncularının çoğu da onlar gibi olmak isterdi.
‘A Butta’: Puff Daddy ve diğer o tüm adamlar –Fat Joe, Jay-Z– dahil olmaya başlayınca... her şey değişti. Kurumsal hâle geldi.
Cash: Plak şirketleri, Harlem’in onları nasıl kabul edeceğini görmek için sanatçıları orada sahneye çıkarırlardı. Ve onlardan bazıları çok büyük rapçiler olular. Fat Joe turnuvayı gerçekten çok seviyordu. Takımını desteklemek için, geceliği 100 bin dolarlık konserini ertelemişliği var.
‘Fat Joe’: Harlem’deki sokak basketbolu 60 ve 70’li yıllarda gerçekten büyüktü ama sonra öldü. Sonra, 2000’lerin başında, bu ortamı canlandırma hamlesinde katkım oldu. Tüm NBA oyuncularını getirdim. O zaman en ünlü rapçilerden biriydim ve tüm şarkılarım listelerde 1 numaraydı. Böylece NBA maçlarına gidip, çocuklara Rucker’a gelmelerini söyleyebiliyordum. Onlar da gelip bana destek oldular. Sonra “Herkes oraya gelmeye başladı ya” gibi cümleler duyulmaya başlandı. Iverson, Marbury; hepsi birinci sınıf oyuncular.
‘My Block’: Marius’un büyük şirketleri dahil etmesi, oradaki vatandaş için çok faydalı oldu. Birçok lig kurulmuştu, çünkü bu ligleri besleyen oyuncu kitlesi oralardan çıkıyordu; arada bir, istenmeyen şeyler olurdu tabii. Oraya biraz istikrar getirmeyi başarmıştı Marius.
Fat Joe: Güvenlik için para gerekiyordu, sahayı tamir için para gerekiyordu, ışık koymak için para gerekiyordu. Greg, huzur içinde yatsın, sokak basketbolunu profesyonelleştirmeye çalışıyordu.
Bu istikrarla birlikte büyüme de beraberinde geldi ve bu da, Rucker Park’ın –ve EBC’nin– çok sayıda kabiliyetli oyuncu için bir platform olarak hizmet etmesini sağladı.
‘A Butta’: Rucker Park, kişisel olarak benim NBA’im. Eğer sokaktan geliyorsan ve burada oynarsan, görülme şansın var.
‘Homicide’: Bir NBA salonuna gidip 20 şut kullanamam. Beni tanımıyorlar. Hata lüksüm çok fazla değil. Sokakta ise dilediğim kadar şut atabiliyorum. Bu benim takımım çünkü.
‘A Butta’: David Stern’ün önünde oynadığım için şanslıydım. Bill Clinton’ın önünde oynadığım için şanslıydım. Bir amatör olabilirsin, ama yine de bir yıldız olma şansın var. Ve burası, amatörlerin gelip yıldız olduklarını gösterme şansı buldukları yer.
‘My Block’: Bir sokak efsanesinin, bir NBA yıldızının, bir üniversite yıldızının ve bir lise oyuncusunun aynı alanda, risklerin çok yüksek olduğu, çok yüksek seviyede rekabet ettiğini görebileceğiniz tek yer denebilir.
‘Bone Collector’: Sokak basketbolu ve NBA arasındaki rekabetin tam da bu yüzden var olduğunu düşünüyorum. Bir NBA oyuncusu şöyle diyebilir: “Elbette rahatım, NBA’deyim. Bu yüzden çok sert oynamam gerekmiyor.” Sonra parka geliyorsunuz, karşınıza profesyonel olarak belki biraz oynamış ve epey iyi bir oyuncu çıkıyor. Şimdi sadece ağzın iş yapmamalı. Gerçekten oynamak zorundasın.
‘Homicide’: Bazı NBA oyuncuları buraya, Rucker oyuncularının onlarla aynı seviyede olmadığı düşüncesiyle geldi ve madara olup döndüler. New York’ta bir NBA yıldızı olmanız umrumuzda değildir. Gel ve parkta oyna; böylece gerçek saygıyı, sokağın onayını al. Günün sonunda insanlar sana sallayacaktır. Kim olduğunu umursamayız – kendini kanıtlamalısın. Hiç umrumuzda değil. Biz, gözümüzle görene dek kimsenin hayranı olmayız.
Lieberman: Kobe, Rucker’da oynadığımı biliyordu ve bana sürekli “Orada korkmuş muydun?” diye sorardı. “Hayır, asla korkmadım” demiştim.
Nate ‘Tiny’ Archibald (Rucker Park efsanesi, eski NBA oyuncusu ve Hall of Fame üyesi): Kobe’nin babası Joe Bryant’ı tanırım. Kobe ile babası İtalya’da oynarken tanışmıştım. Yıllar sonra yine bir yerde denk geldik. “Seni hatırlıyorum” demişti. Babası hepimizi tanır. Babası ona yabancı ülkede yaşama ve farklı ülkeleri tanıma imkanı sundu ama aynı zamanda sokak basketbolunun önemini de öğretti.
‘Gusto’: Kobe oraya gelip aynı zamanda bir lakap edinmek de istedi.
KOBE BRYANT GİBİ kıdemli bir All-Star bile Rucker’da kendini kanıtlamak zorunda kaldı; kem kendisine boyun eğmiş, hem de oyununa şüpheyle bakan bir kitlenin önünde oynuyor olacaktı. Hava atışından önce Bryant, gezegendeki en ünlü sporculardan biri değilmiş de kendisini tanıtıyormuş gibi mikrofonu eline aldı. “Burada olduğum için çok mutluyum” dedi kalabalığa. “Hadi oynayalım.”
‘The Mayor’: O zamanki partnerim Hannibal, büyük bir Kobe Bryant hayranıydı. Kobe parka geldikten sonra da arkadaş olmuşlardı.
Mishkin: Öğrendiğim kadarıyla Hannibal konuşurken asla tıkanmazmış. Ama o anda durumu zar-zor idare etti. Oturduğunu hatırlıyorum. Sonra kendisini ve sözlerini tekrar buldu. "Hadi şu lanet şeyi yapalım" diyip duruyordu – sinirli değil de, daha çok kutlama yapar gibi.
‘My Block’: Hannibal, Kobe’den ‘Üç Yüzük’ olarak bahsediyordu, hem de Knicks taraftarının önünde. Ben de onu aradım, aynı mahallede otururuz zaten. “Hayır, Yüzüklerin Efendisi demelisin. En az iki veya üç tane daha alacak.” Gayet uygundu.
Cash: Spikerler olarak, eserlerimizi formaların arkasına kondurmuştuk. Herhangi bir oyuncuya –NBA oyuncusu, sokak oyuncusu, lise oyuncusu– sorarsanız, size EBC'ye o lakabı almak için geldiğini söyleyecektir.
‘Bone Collector’: Ve bence Kobe’nin lakabı, kendi lakabımı daha çok takdir etmemi sağladı çünkü o ismi hak etmesi gerekiyordu.
Peki Kobe bundan ne fayda sağlayacaktı? Asfaltta oynamak,
onunla aynı ortamdan olmayan kişilerle eşleşmek, ve onlarla birlikte oynamak
için onu motive eden şey, bir lakaptan fazlası olmalıydı.
Anlaşıldığı üzere
biraz karmaşıktı.
‘A Butta’: Rucker Park’a gelip altın çağda oynadığınız zaman kariyerinizi daha da sağlamlaştırmış olursunuz.
‘My Block’: NBA oyuncularıyla, telefonda, meslektaşlarından birinin oraya gittiğini ve iyi iş çıkarmadığını konuşmuştum. Oraya herkes gitmek istemiyor. Ama bu da görülmedik bir şey değil – gerçek bir oyuncu, gerçek bir adam, parka gidecek.
‘A Butta’: Kobe'yle alakalı kendime örnek aldığım ve sürekli dikkat ettiğim tek şey buydu: Bir NBA maçında dahi, Rucker'ı izlediğini size belli etmek için bir şeyler sergileyeceğini bilirdiniz.
Mishkin: İki farklı basketbol stili. Bu iki dünyayı birleştirebilecek adamlar vardı. Earl Monroe önceki yıllardan harika bir örnekti. Julius Erving, ‘Tiny’ Archibald bu iki dünyayı birbirine bağlayabilir. Kobe de kanıtlaması gereken bir şey olduğunu hissetti.
‘Tiny’: Rucker size özgürlük verir. Ben body-checking’e izin verilen ve oyuncuların birbirlerini yere vurabildikleri bir dönemden geliyorum. NBA’de olduğu gibi, olağandışı şeyler yapınca ceza almıyorsunuz.
Jones: Kobe’nin Rucker Park’a gelmek için üç şampiyonluk kazanmayı beklediğini bilmek bile bir saygı göstergesiydi. NBA’de olup da şunu diyen herkes için çıtayı o kadar yükseğe koydu ki: “Rucker’da oynamak istemiyorlar, ya da Rucker’da oynamaya ihtiyaç duymuyorlar. Kimse bize bunun için para vermiyor.” Şimdi ise şampiyonluğunun gerçekliğinden emin olmak için buraya gelip sahaya çıkan bir süperyıldız vardı. Bu yüzden oraya gelmişti. Bunu yaptı, çünkü böylece basketbolla ilgili her alanda kendisini kanıtlamış olacaktı: NBA, Rucker Park vs.
‘A Butta’: Kobe her şeyi, işi de aklının bir köşesinde tutarak yapar. Yani onun bu tarafını görmezden gelemezsiniz.
‘My Block’: Reebok, Greg’in, ortağı Gus ile birlikte ayarladığı birçok sponsordan biriydi. (ek var bunda, alıntı)
Mishkin: O zamanlar bir süre spor muhabirliği yapmıştım ve biraz yorulduğumu itiraf etmekten çekinmiyorum. O yüzden merak ediyordum. “Ah, buraya geliyor. Demek ki kontratı kaptı.”
‘My Block’: Kobe’nin Adidas ile anlaşması henüz sona ermişti. Artık serbestti.
Bryant, 1996 yılında
Adidas ile bir anlaşma imzalamıştı. Bu sözleşme, 15 Temmuz 2002’de sona
ermişti. Üç gün sonra Bryant, Rucker’da Nike Air Force 1 Mid ile sahada yer
aldı. 2003 yılında ise Nike ile anlaştı.
‘My Block’: Tüm şirketler Kobe’nin peşindeydi. Reebok’ın, Greg ile koordineli olarak, Kobe ve ekibine söylediği şeylerden biri şuydu: Bunun Kobe'nin markasını nasıl geliştireceğine dair bir fikir verecekti Rucker ziyareti. NBA’in yüzüsün, Reebok’ın yüzü olacaksın ve aynı zamanda Rucker Park’ın da yüzü olacaksın. [2002'nin Ağustos ayında New York Times, Kobe'nin parka gelişinden sonraki ay, Greg Marius, Reebok ile bir anlaşma için görüşmüş.]
Kobe, spor ayakkabı endüstrisini bir iş olarak anlamıştı. ABD çapında ayakkabılarının satılması ve biraz para kazanmak, tamam. Ama tüm rapçiler hip-hop camiasındakiler senin ayakkabını mı giyiyor? Diddy gibi birinin formanı giymesi mesela. Bu bambaşka bir şey. Unutmayın ki, Kobe de rap yapmaya çalıştı. Hip-hop’tan etkilendiği ortada. Rucker Park ve hip-hop kitlesi iç içe zaten. Misal, Diddy gibi adamların Rucker Park turnuvasına katıldığını bilse, Kobe bundan etkilenebilirdi.
‘Homicide’: Philly’nin dış kesimlerinden geliyordu. Avrupa’da büyümüştü. Hikayesi, büyük şehir banliyösünden çıkan basketbolcu hikayesine uymuyordu. Hem de hiç.
Fat Joe: Ve bazen harika olduğunuzda, insanlar bunu size karşı kullanır – insanlar onun satılmış biri olduğunu düşünebilir, ki bu doğru değildi.
‘My Block’: Yurtdışında büyürken başka kültürlerden etkilendi, farklı diller öğrendi. Hip-hop uzaktan maruz kaldığı bir şeydi. Bir parçası, bu kültüre daha da yaklaşmak istiyor olmalıydı.
Fat Joe: Sokaklara yumuşak birisi olmadığını göstermek istiyordu.
‘My Block’: Michael Jordan’ın asla gelip oynamadığı o kutsal sahaya çıkıp o sokak güvenilirliğine sahip olmanın ne anlama geldiğini biliyordu.
Lieberman: Kobe saflık peşinde bir adamdı. Bence o ruhu hissetmek istediği için Rucker Park’ta oynamak zorundaydı.
'Homicide': Birçoklarından daha fazla haksızlığa uğradığı bir konu vardı ve bu da sinirini bozuyordu hâliyle. Banliyöden çıkan çocuklar şu cümleyi çok duyar: “Sen kolpanın tekisin.” Bunu sayısız kez duyduğuna eminim. “Tamam, ben sokaklardan gelmedim ya da ailem parçalanmadı. Ama yine de kıçınıza tekmeyi vuracağım. Bu, içimde o adamın olmadığı anlamına gelmez.”
‘Boobie Smooth’ (kıdemli Rucker Park spikeri): Los Angeles’ta bir keresinde bana tek eksiğinin sertleşmek olduğunu söylemişti. “Yine de buna ihtiyacın olduğunu sanmıyorum” demiştim. “Hayır, buna ihtiyacım var” diye yanıtlamıştı.
BRYANT, Houston Rockets guardı Moochie Norris ve Toronto Raptors forveti Jerome Williams’ı da kadrosunda barındıran, Washington merkezli bir takım olan Source’a karşı sahaya çıktı. Bryant’ın rakipleri bir saat kadar gecikti, hava atışının sarkmasına sebep oldu ve yağmur bulutları dolaşmaya devam ederken beklenti yarattı.
Source maçın ilk basketini bulduktan sonra Bryant topu ‘Prime Objective’e yolladı ve geri istedi. Bunun manası açıktı. Bryant o gün “Sanırım maçın ilk birkaç dakikasında yaptığım şeyleri aşmak oldukça zordu” demişti. Bir ara topu savunmacısının sırtından atıp geri aldı ve pozisyonu ters turnikeyle bitirdi. Kalabalık öylesine delirmişti ki, hakemin düdüğü zor duyuldu. Hannibal tekrarlayıp duruyordu: “Buna inanabiliyor musunuz?”
Daha sonra, sağ taraftan, karşısında Maryland’de ulusal şampiyonluk kazanmış bir guard olan Byron Mouton ile potaya tekrar hücum etti. Baseline’da döndü ve driplingini kesecek bir NBA tarzı savunma olmadığından önü açıldı. Ardından bir 360 derecelik smaç girişiminde bulundu ama çemberden dışarı sekti.
“Bunu telafi etmek için bolca zamanı olacak” dedi Hannibal. “Dert etmeyin oğlum.”
Tribündeki herkes buna katılmıyordu – gürültünün içinden yuhalamalar seçilebiliyordu. Maç devam ediyordu. Kobe geri adım atmayacaktı.
‘A Butta’: Kalabalığın içinde “NBA’de üç kez üst üste şampiyon olabilirsin ama burası farklı bir yer” diye bağıranların olduğunu duydum. Yani tribünlerde tartışma döndüğünü görebilirdiniz.
‘Homicide’: Kobe de trash-talk yapıyordu. Bunu içinde taşıdığını söyleyebilirdiniz. Orada olduğu için çok mutluydu. Sanki bir geçit töreni gibiydi.
‘A Butta’: Harlem’de seçmelere katıldığınızda hissettiğiniz duygu bu. İnsanlara bir yıldız olduğunuzu göstermek için sabırsızlanıyorsanız, Harlem de size hak ettiğiniz enerjiyi vermek için sabırsızlanıyor. Eğer rekabetçi biriyseniz, trash-talk’tan beslenirsiniz.
‘Boobie Smooth’: Spiker olarak ben de kendi işime bakıyordum. Dedim ki... “Kobe’yi savunan adam eve gidecek ve annesine Kobe’nin kendisinin üstünden sayı bulduğunu anlatacak.”
‘Homicide’: Elemanlar onu çok sıkı savunuyordu, gerçekten durdurmaya çalışıyorlardı. Yapmayın, kararlı bir Kobe’yi kim durdurabilir ki? Ve sokakta ikili sıkıştırma falan da yok.
‘Bone Collector’: Kobe'nin oyununu harmanladığını gördüm. Profesyonel oyunuyla normal Kobe sayılarını buluyordu. Ama bazen de hareketlerinin ritmini değiştirip yarı sahayı kendisi geçerek oyununu farklı hâle getiriyordu. Bunu bizzat görmek güzeldi. Birini canlı canlı izleyene kadar gerçekten saygı duyamıyorsun.
Düşündüğümden daha iyi çıkmıştı, çünkü o zamanlar Kobe’yi pek sevmezdim.
Mishkin: Topu, onu savunan ya da savunmaya çalışan adamın sırtından aşağıya yuvarladığını hatırlıyorum. Ahali delirdi tabii. Sonra potaya doğru gitti ve ters turnikeyle bitirdi. Gösteri zamanıydı.
Mallozzi: Ve sonra, yağmur sebebiyle maç bitti.
Stoute: Yağmur çiseliyordu ve zemin ıslanmaya başladı. Şimdi durumdan sorumlu olan adam bendim. Kobe Bryant’ı oraya getirtip yaralanmasına sebep olan kişi olamazdım. “Hayır, hikaye böyle yazılmayacak.” Yani onu maçı bırkamaya ikna etmeliydim. Ama kimsenin bir profesyonel olarak orası ıslak diye ayrıldığını düşünmesini istemediğini biliyordum.
‘A Butta’: Maç bitmeden iki dakika önce oraya varmıştım. Çembere giderken biraz hissedilen ıslaklığı umursamıyordu. Boyalı alanın oralar biraz ıslaktı. Kalabalık için oynamak istedi.
‘Prime Objective’: Kobe şu tavırdaydı: “Hayır, hiçbir yere gitmiyoruz. Çok şiddetli yağmıyor. Sıçramayı bıraksak yeter.” Şoke olmuştum çünkü milyon dolarlık bu adamın riske girmesini aklım almıyordu. Yağmur yağıyor ama hâlâ oynamak istiyor.
‘Homicide’: Maç esnasında yağmur yağarsa, 1.5 kilometre uzaktaki bir sahaya, AAU New York Gauchos'un sahasına geçiliyordu.
‘My Block’: Maçı bitirmeye hazırlardı. Kobe ise şöyle diyordu: “Hayır. Maçı bitirmiyoruz. Burada kalmak istiyorum, parkın içinde.”
Stoute: Sahadaki diğer oyuncular “Gitmen gerek” diyordu ama o şöyle dedi: “Hayır, hayır, hayır. Size ıslak zeminde nasıl koşacağınızı göstereceğim. Bunun nasıl yapılacağını biliyorum. Kaldırın ayaklarınızı...” Ben ise “Yok abi, çıkalım şuradan” kafasındaydım.
Maç gerçekten de ikinci yarının başlarında durduruldu ve Bronx’a taşındı. Ancak Bryant oraya gelmedi; maçı 15 sayı, 7 ribund ve 7 asistle tamamladı. Ama sahadan ayrılmadan önce imza hareketlerinden birini sergiledi. Bryant elini kaldırdı, yumruk yaptı ve kenardaki kalabalığa bakarken göğsüne vurdu. Başı da yumruğuyla uygun şekilde sallanıyordu.
Fat Joe: İnsanın gözünü korkutan Rucker Park’ta daha önce de bulunmuştum. NBA’in en iyi oyuncusu oraya gidiyor ve hava buz gibi. Kobe için değil ama. Eğer hava öyle olmasaydı Kobe orada en az 50-60 sayı atardı.
Mishkin: İçimden “Bu akşamı asla unutmayacağım” diyerek uzaklaştığımı hatırlıyorum.
EYLÜL 2019. Kobe Bryant’ın Harlem’deki o unutulmaz gün için gelmesinden 17 yıl ve kendisini bir Hall of Fame üyesi yapan o harika kariyerinin sona ermesinden 3 yıl sonrası.
Bryant, FIBA Dünya Kupası için bulunduğu Çin’in başkenti Pekin’deki bir hastane odasında, mor ışığın altında, elleri cebinde duruyordu. Eski, gri bir halının üzerinde, yapay bir çiçeğin ve birkaç plastik kahve bardağının yanında duruyordu. Bryant, boyunlarında kimlik belgeleri olan iki adamın yaklaşmasını izledi. Birinin üstünde 24 numaralı Kobe forması vardı ve kulise giriş hakkı olan bir hayrana benziyordu. Kobe ile birbirlerini tanıyorlardı.
“Rucker’daki maçı hatırlıyor musun?” diye sordu formalı adam, konuşurken Bryant’ı dürterek.
Bryant adamın gözlerinin içine baktı.
O adam, Bone Collector’dı. Savunmacıları öyle sık uçururdu ki, sakatlıktan kurtulamazlardı. Her iki adam da Rucker’da seyircilerin saygısını kazanmıştı.
“Yağmur fena bastırmıştı” demişti Williams’a, 17 yıl sonra.
Williams da başını sallayarak onayladı.
Anlaşıldığı üzere, Bryant’ın Harlem’e gelişi, kendisininki de dahil olmak üzere, birçok hayata etki etmişti. Belki de hayatında ilk kez, mesele oyunla ilgili değildi – oyunu oynadığı yerle ilgiliydi.
‘Prime Objective’: Rucker’da oynamayı ne kadar çok sevdiğinden ve böyle şeyler yapmayı ne kadar çok istediğinden bahsediyordu. New York’ta yaşıyor olsaydı bunu hep yapardı.
‘Boobie Smooth’: Şampiyonluk kazanmış birinin oraya çıkıp oynadığını ve hâlâ bir şeyler kanıtlamak istediğini görmek... Final serisi maçlarını yerinde izleyemeyip, bunun için yeterli parası olmayan insanlara kendisini izleme imkanı sunmak... Oradaki insanlar için çok şey ifade ediyordu. Hâlâ bunun hakkında konuşuyorlar.
Mallozzi: Birkaç yıl sonrasında Kobe ile konuştum. Barınaklardaki insanlara yiyecek dağıtarak 2 kilometre kadar yürüdük. Harlem’de, Lennox Bulvarı’ndan aşağıya doğru yürümüştük sanırım. Rucker ziyaretinin, kariyerindeki en büyük deneyimlerden birisi olduğunu söylemişti. Hatırladığım kadarıyla şöyle demişti: “Bütün büyük oyuncular o parktan geçti, Wilt oradan geçti. Walt Frazier, Earl Monroe...”
Mishkin: Rucker elbette tarihinde efsanevi oyuncular bulunan bir yer; çünkü elimizde bazı görüntüler olsa da, hikayeler anlatılarak nesilden nesile yayılıyor. O akşam orada bulunan insanların, o günden bu yana birçok kez bu konuyla alakalı hikayeler anlattığından hiç şüphem yok.
Greg Marius (Rucker Park ile alakalı bir videodan): Kobe Bryant’ın geleceği günü, iki yılı aşkın zamandır bekliyorduk... Bizim için tarih yazdı.
Kobe Bryant (aynı videodan): O günden aklımda kalacak olan şey, maçı izleyen insanlar ve onlarla girdiğim etkileşim. Birlikte iyi vakit geçirmek ve laf dalaşı yapmak. Ve tabii güzel basketbol.
Yorumlar
Yorum Gönder