2003 yılının cumartesi sabahlarında Katalunya'nın TV3 kanalı, Barça'nın genç takımlarının maçlarını yayınlıyordu. Arjantinli göçmenlerin sohbetlerinde de sık sık şu iki soru soruluyordu: "Yoğunlaştırılmış sütü kaynatarak dulce de leche nasıl yapılır?" ve "Her maçta gol atan şu Rosario'lu 15 yaşındaki çocuğun maçı saat kaçta?"
2003-2004 sezonunda Lionel Messi, otuzyedi maçta oynadı ve otuzbeş gol attı: Katalan televizyonunun gündüz reytingleri, geceden daha yüksekti. Kuaförlerde, barlarda ve Camp Nou tribünlerinde 'o çocuk' hakkında konuşulmaya başlanmıştı bile.
Konuşmayan tek kişi ise kendisiydi: Maç sonu röportajlarında genç oyuncu, tüm soruları "evet", "hayır" ya da "teşekkür ederim" şeklinde yanıtlıyor ve sonra yere bakıyordu. Biz Arjantinli göçmenler daha konuşkan birini tercih ederdik ama burada iyi bir şey vardı: Konuşurken 's'leri yutuyordu ve 'falta' yerine 'ful' diyordu.
Onun bizden biri olduğunu, bavulunu boşaltanlardan biri olduğunu büyük bir rahatlama eşliğinde anladık.
İki tür göçmen vardı: İspanya'ya gelir gelmez bavulu dolaba koyanlar, 'vale', 'tio' ve 'hostias' kelimelerini kullanırdı. Bavulunu boşaltmış olanlarımız ise, 'mate' veya 'yeismo' gibi kelimeleri kullanarak geleneği sürdürürdü. "Yuvia" derdik, "caye" derdik.
Zaman akıp geçti. Messi, Barça'nın tartışmasız 10 numarası oldu. Lig şampiyonlukları, Kral Kupası şampiyonlukları ve Şampiyonlar Ligi zaferleri geldi. Ve hem o, hem de biz göçmenler, tutunması en zor şeyin aksan olduğunu biliyorduk.
'Regate' yerine 'gambeta' diyip durmak hepimiz için zordu ama aynı zamanda bunun son siperimiz olduğunu biliyorduk. Ve Messi, o savaştaki liderimizdi. Konuşamayan çocuk, konuşma tarzımızı canlı tuttu. Bu yüzden sadece gördüğümüz en iyi oyuncudan hoşlanmakla kalmıyor, aynı zamanda röportajlarda İspanyolca bir argo kullanmadığından emin olmak için onu izliyorduk.
Gollerine ek olarak, soyunma odasında her zaman 'termo' ve 'mate'sinin olmasını kutladık. Birdenbire kentteki en ünlü insan oldu ama tıpkı bizim gibiydi ve başka bir ülkede Arjantinli olmayı bırakmadı.
Avrupa Kupası kutlamalarındaki Arjantin bayrağı. Kulübünün izni olmadan, Arjantin'le altın madalya kazanmak için Olimpiyat Oyunları'na gittiğindeki tavrı. Ocak ayında Camp Nou'da oynamak zorunda olmasına rağmen Noel'i her zaman Rosario'da geçirmesi. Yaptığı her şey bizim için, 2000 yılında onunla birlikte Barcelona şehrine gelen bizler için bir göz kırpmaydı.
Evinden uzakta yaşayan bizler için, hayatlarımıza ne kadar mutluluk kattığını açıklamak zor. Bizi monoton bir toplumun can sıkıntısından nasıl çıkardığını ve bir amaç duygusu verdiğini. Yönümüzü kaybetmememiz için bize yardım ettiğini. Messi bizi o kadar doğal ve sakin bir şekilde mutlu etti ki, Arjantin'den hakaretler gelmeye başlayınca buna anlam veremedik.
"Her şeyini vermiyor." "Sadece parayı umursuyor." "Orada kal." "Formayı hissedemiyorsun." "Sen bir Galiçyalısın, Arjantinli değilsin." "Eğer bırakacak olursan iyi düşün." "Paralı asker."
15 yıl boyunca Arjantin'den uzakta yaşadım ve dünyada en çok sevdiğiniz yerden gelen aşağılayıcı cümleler duymaktan daha kötü bir şey düşünemiyorum.
Şu cümleyi, Thiago'nun Messi'ye sorduğu soruyu duymak kadar dayanılmaz bir acı olamaz: "Baba, neden Arjantin'de seni sevmiyorlar?"
Bir çocuğun babasına bu cümleyi söylediğini düşündükçe nefesim kesiliyor. Ve biliyorum ki, sıradan bir insan, sonunda gücenmeden edemez.
Bu nedenle, 2016 yılında Messi'nin Arjantin Milli Takımı'nı bırakması, biz göçmenler için adeta bir rahatlama oldu. Onun ne kadar acı çektiğini göremedik, çünkü vatanını ne kadar sevdiğini ve bağını koparmamak için gösterdiği çabayı biliyorduk.
Milli takımı bıraktığında Messi, sanki bir süreliğine ellerini ateşten çekmeye karar vermiş gibiydi. Sadece kendi ellerini değil. Çünkü o eleştiriler bizi de yakmıştı.
Bence futbol tarihindeki en sıradışı olay bu noktada gerçekleşti: 2016'da bir öğleden sonra, Messi hakaretlerden bıkıp milli takımı bırakmaya karar verdiği günlerde, onbeş yaşındaki bir çocuk, ona Facebook'ta, şöyle biten bir mektup yazdı: "Kalmayı düşün. Ama eğlenmek için kal, çünkü insanların senin elinden almak istediği şey bu." Yedi yıl sonra bu mektubun yazarının, Messi ile 2022 Dünya Kupası'nda aynı kadroda bulunan Enzo Fernandez olduğu ortaya çıktı.
Messi, kendisine mektup gönderen çocuklar, hayattan vazgeçmenin bir seçenek olduğuna inanmasın diye milli takıma döndü -- bunu kendisi söyledi.
Ve döndüğünde, daha önce elden kaçırdığı her şeyi kazandı ve onu eleştirenlere cevabını vermiş oldu. Bazıları onu "ilk kez mikrofon önünde kaba" bulsa da: "Ne bakıyorsun lan? Yürü, önüne bak," demişti. Onbeş yıldır aksanına dikkat eden bizler için mükemmel bir cümleydi, çünkü 's'leri yutuyordu ve 'yeismo'su hâlâ aynıydı.
Biz uzaklardayken mutlu olmamıza yardımcı olan kişinin hâlâ aynı kişi olduğunu doğrulamaktan sevinç duyuyoruz.
Şimdilerde bazı göçmenler geri dönmüş durumda; diğerleri ise kaldı. Ve hepimiz Messi'nin, Dünya Kupası'nı bavulundan çıkarmış olarak eve dönüşünü izlemekten keyif aldık. Onbeş yaşındaki Lionel, bavulunu dolaba saklasaydı, bu destansı hikaye asla yaşanmazdı. Çocukken 'vale', 'hostia, tio'ya teslim olsaydı. Ama aksanını ve dünyadaki yerini asla unutmadı.
Bu yüzden tüm insanlık Lionel'in zafer kazanmasını bu kadar güçlü bir şekilde diledi. Hiç kimse, şimdiye dek dünyanın zirvesinde sıradan bir adam görmemişti.
Kupanın ardından da, her yıl olduğu gibi Noel'i ailesiyle birlikte geçirmek ve komşularına merhaba demek için memleketine döndü.
Değişen tek şey, bavulunda bize getirdikleri.
(Orijinali şuradan. Aslen de Hernan Casciari'nin şu dergideki yazısından. Bir de Messi'nin yazıyla alakalı yorumunu ekleyeyim.)
Yorumlar
Yorum Gönder