Sözlü Tarih: Philadelphia 76ers'ın 1983 Şampiyonluğu

 



Philadelphia'nın acı çekmiş bir spor şehri statüsünde olması, kalıcı bir konum değil. Connie Mack dönemine dönüp bir bakın. Philly Special'dan önce yavaşlayın. Bildirimleri kapatın. WIP'de sesi kısın. Şehir, ortalığı dağıtan bir takımın mutluluğuna aşina. Kırk yıl önce 76ers, 65-17'lik bir normal sezon derecesine ve NBA şampiyonluğuna giden yolda rakiplerini ezmişti. 

Zorlanma yoktu, sürtüşme yoktu, gönül yarası yoktu. Güzeldi.

Fotoğraftan anlayabilirsiniz -- doğaçlama bir fotoğraf:  



O Sixers takımı çok iyiydi. Takımın biletten sorumlu müdür yardımcısı Steve McKenna, Spectrum'daki herkese o anların kıymetini bilmelerini söylemiş. Oyuncular, antrenörler ve yönetici asistanları hep beraber -- şu gülümsemelere bir bakın. Özel bir şeyin içinde olduklarını biliyorlar. Genç ve kendilerinden eminler. Bu, onların zamanı.

Altı yıl -- NBA şampiyonluğu için üç başarısız deneme. Favori Sixers, 1977'de Portland Trail Blazers karşısında 2-0 öne geçmesine karşın elenmişti. Üç yıl sonra Magic Johnson isimli güleç bir oyun kurucu, pivot pozisyonuna geçti ve Spectrum'da Sixers'ı bitirdi. Sonraki sezon Doğu Konferansı Finalleri'nde Boston Celtics'e karşı beşinci maça 3-1 önde girdi -- son üç maçı arka arkaya kaybedip seriyi verdi. 1982'de Lakers'a normal bir şekilde elenmeleri tuhaf geldi. 

1982-83 sezonu, sevilen skorer ve şehrin sembolü Julius Erving'in mükemmel bir tamamlayıcısı olarak kabul edilen, yorulmak bilmez MVP pivot Moses Malone'u getirdi. Ayrıca dinamik bir guard ikilisi, İtalyan Ligi'nden gelmiş bir oyuncu, dindar bir süper yedek ve deneyimli bir koç da vardı. Bunların toplamının "güzel basketbola" yol açtığını hatırlıyor, Hall of Fame üyesi Milwaukee Bucks guardı Sidney Moncrief. "Oyun böyle oynanmalıydı."

İşte her şey böyle oldu.

   

Birinci Bölüm: "Muhtemelen Moses Malone'u Getirtebilirim"


Harold Katz (76ers'in sahibi): Takımın önceki sahibi Fitz Dixon'la yalnızca anlaşma sağlandığında görüşmüştüm ve bana herkesi kovmamı söylemişti. Ciddi miydi, değil miydi, bilmiyorum. 

John Nash (76ers asistan genel menajeri): Harold Katz dahil olmak istedi ve oldu da. Bu açıdan baskı vardı: Yeni takım sahibi zor sorular soruyordu; koçlar, oyuncular ve yöneticilerle ilişki kuruyordu. Pat Williams'a baskı yaptı. 

Pat Williams (76ers genel menajeri): Harold basketbolu çok seven biriydi. Yakından takip ederdi. Başından beri güçlü duyguları vardı ve bunun farklı bir macera olacağını biliyorduk. 

Katz: Takımı para kazanmak için satın almadım. Başarı için satın aldım.

Williams: Arka bahçesinde bir çanak anten vardı. Gece yarısına dek kolej maçlarını izlerdi. Harold bir gececiydi. Sonra ertesi gün arardı: "New Mexico State'teki şu çocuk hakkında ne düşünüyorsun?" "Harold, o saatte uyuyordum."

Dorothy Summers Gabriel (yönetici asistanı, 76ers): Harold ararsa ve Pat onunla hararetli bir sohbete girerse ya da Pat bir toplantı için Harold'ın evine giderse, her zaman gergin olurduk, sanki onu derhal kovacakmış gibi. 

Steve Mix (76ers forveti, 1973-82): [1982'de] biraz daha ciddi bir soyunma odasını hatırlıyorum. Herkes şansımız olduğunu biliyordu ve ertesi yıl değişiklikler yapılacaktı.

Jack Swope (76ers promosyon müdürü): Çok fazla hayal kırıklığı vardı, çünkü şampiyon olmamız gerek gibi hissediyorduk. Ve taraftarlar da hayal kırıklığına uğradı.  

Summers Gabriel: "Size bir şampiyonluk borcumuz var," aman Tanrım, daha kötü bir kampanya sloganı olamazdı. 

Swope: O slogandan kurtulmak isterdiniz. 

Ron Dick (76ers bilet satış stajyeri): Philadelphia halkına herhangi bir şey borçlu olduğunuzu söyleyemezsiniz. Bunu asla unutmazlar. Kuzenimin şöyle dediğini hatırlıyorum: "77'de bize bir borcun vardı. Şimdi bana kaç tane borcun var, dostum? Kaç tane?" Sen benim kuzenimsin ya. Senin annen ve benim annem kardeş. Biraz daha sakin olsak?

Victor Sonder ("Size Bir Şampiyonluk Borçluyuz" kampanyasının yaratıcılarından): Bir reklam kampanyası 50 yıl sürdüyse, kötü bir iş olamaz. Halkı gerçekten etkilemiş olmalı. 

Nash: Bence herkes takımın başarısından keyif aldı -- ne kadar iyi ve ne kadar rekabetçiydiler. Ama aynı zamanda Celtics ve Lakers'ın ne kadar zorlu rakipler olduklarının da farkındaydılar. Eğer [Robert] Parish veya Kareem [Abdul-Jabbar] ile rekabet edecek bir pivot bulabilirlerse, yapbozun eksik parçasını tamamlayacaklardı. 

Katz: Ailemi Tahoe Gölü'ne götürmüştüm. Sayıları yazmaya başladım. Şöyle dedim: "Bunu yaparsam ve bunu yaparsam, muhtemelen hesapları denk getirir ve Moses Malone'u alabilirim."



Malone, o zamanlar 27 yaşındaydı ve Houston Rockets'ta oynuyordu. Birçoklarına göre oyundaki en iyi pivottu. Boyu 2.10'dan kısaydı ve elleri çok ufaktı ki, Malone'un döneminde Rockets'ın genel menajeri olan Ray Patterson'ın oğlu Steve'e göre, "bir basketbol topunu kavrayamıyor"du. Bu eksiklikler pek önemli değildi. Ne önemliydi peki? Malone'un Rockets'la olan sözleşmesi bitmişti ve Katz, Rockets'ın, onların teklifini karşılayamayacağından emindi.


Alex English (forvet, Denver Nuggets): Bir makine alıyorsunuz -- bir ribaund ve skor makinesi.

Steve Patterson (Houston Rockets ve Portland Trail Blazers genel menajeri): Gördüğüm en iyi ribaundçulardan birisi, belki en iyisi. Topu tam olarak yakalayamazdı. İki eliyle kavrayabilmek için, arkasındaki adamdan uzaklaştırana kadar parmak ucuyla dokunup dururdu. Top çemberden sektiğinde nerede olacağını tahmin etme ve ribaundu almak için oraya gitme konusunda esrarengiz bir kabiliyete sahipti. İzlemesi şoke ediciydi. 

Robert Parish (pivot, Boston Celtics): Onun bir orta mesafe şutörü, bir hook-shot uzmanı olduğunu söyleyemezdiniz. Moses'ın olayı pozisyon almaydı. Oynadığım oyuncular arasında en iyi pozisyon alan kişiydi -- post-up'ın derini, ribaund için en ideal yer. Şutun kaçacağına dair içgüdüleri vardı. Güçlü bir motora sahipti. Hiç durmazdı. Asla yorgun görünmezdi. 

Ron Rabena (76ers ekipman yönetici asistanı): Moses sahaya çıkar ve bir domuz gibi terlerdi. 5 tane, 10 tane su içerdi. Bir araya toplanır, küçük bir tepsinin başına otururduk -- tek başına boşaltırdı. 

Katz: Tahoe Gölü'ne indik, [Malone'un menajeri] Lee Fentress'ı aradım ve hepimiz New York'ta buluştuk. Eşime, "Yarın gitmeyi düşünüyorum," dedim. Heyecanlanmadı ama bu hamlenin başarıyı getireceğini düşündüğüm fikrine inandı. Birkaç gün sonra geri döndüm. 

Nash: Moses bir Nike gezisi için [ertesi sabah] New York'tan ayrılıyordu, belki de bu yüzden New York'u seçtik. 





İkinci Bölüm: " 'telenmiş yok"


Usta bir dalavereci olan Williams, görüşmelerde bulunmuyordu. Julius Erving ile beraber Çin'deydi. Sixers ekibinde Nash, Katz ve Nash'in Kuzey Carolina'daki bir golf gezisinden çağırdığı koç Bill Cunningham vardı. 


Nash: Billy, Moses'ın şampiyonluk seviyesinde bir takıma gelip, onu Houston'daki kadar dominant bir hücumcu yapmayacak bir rolü kabul etmeye istekli olduğundan şüpheliydi. Plan, Billy'nin Moses'ı ziyaret etmesi, ortamı rahatlatması ve bize olumlu ya da olumsuz bir yanıt vermesiydi. 

Saat 7'yi gelip geçti ve Billy Cuningham ortada yoktu. Yedi buçuk, Cunningham yok. 8'i 10 geçe kapı tıklatıldı. Billy gelmiş, elinde golf sopalarıyla odaya giriyor: "Newark Havaalanı'nda bir taksi yolculuğu için ne kadar istediklerinden haberiniz var mı? Otobür terminaline bi otobüsle gittim."

Billy Cunningham (76ers koçu): Grand Central İstasyonu'nun yanındaki Kırkikinci Cadde'deki Hyatt'a taksiyle gitmek 70 dolar ediyordu. Oturuyorum ve birden gelen soru: "Yılda iki milyon dolar mı alacaksın?" Ve gidip lanet bir otobüse biniyorum [gülüyor] --ve bu benim param bile değildi-- çünkü fiyatın çok saçma olduğunu düşündüm. 

Onunla ikimiz oturduk. "Takıma katılmanla birlikte senden beklediğimiz şey, bu," dedim. Ribaundlarda güçlü bir oyuncu olarak, koşabilmek için onun topu dışarıya çıkarmasına ihtiyacımız vardı. Çok atletik ve hızlı bir takımdık. Eğer hücumda bir şey üretemiyorsak, topu ona indirmeye bakıyorduk. Basitti. Beyin ameliyatı falan değildi. Bunu tamamen anladı ve çok güzel bir şekilde uyguladı. 

Katz: Dürüst olmak gerekirse, farkı yaratan şey paraydı. 

Nash: Gece 2'ye kadar konuştuk. Anlaştığımız her şey elle yazılmıştı.

Katz: Moses okumaya başladı ve [avukatlarına] " 'telenmiş yok. Burada hiç 'telenmiş yok," dedi. 'Ertelenmiş gelir' demek istiyordu. 

Patterson: İnsanların sandığından daha zeki biriydi. 

Nash: Oteldeki ofis, sabah altıya kadar açılmadı. Larry Shaiman [Katz'ın avukatı] ve ben, yazılan her şeyin kopyalarını çıkardık. Belgeyi bir an önce Houston'a ulaştırmak istedik. Shaiman ve ben, bir arabaya atlayıp Philly'deki ofislere geri döndük. Takımın maç yapıp yapmayacağını belirleyebileceği 15 günlük bir süre vardı. Bu süre bir an önce başlasın istedik. Houston Rockets'ın genel menajeri Ray Patterson'ı aradım ve sekreterlerden birini, sanırım Marlene Barnes veya Evelyn Canada'yı, belgeyi elden teslim etmesi için göndereceğimizi söyledim. Bu işleri yürüten Harold Katz'dı. Harold asla ayaklarının altında çim büyümesine izin veren biri değildi. [Canada sözleşmeyi teslim etmediğini söylüyor. Barnes ise 2016'da vefat etti.]

Patterson: Onlar kalmasını istiyorlardı. Mesele, Charlie Thomas'ın kulübü daha yeni satın almasıydı ve Charlie şöyle diyordu: "Tanrım, Ray, bu canına yandığımın takımına 12 milyon saydım ve sen benden aynı parayı tek bir oyuncuya vermemi istiyorsun." [gülüyor] 

Williams: 13 milyonluk bir anlaşmaydı, bugün o parayı top toplayıcı çocuğa veriyorlar. Ama o dönemde dudak uçuklatıcı bir paraydı.

Katz: Takım sporlarında kimse [bir yılda] 2 milyon dolar kazanmıyordu.



Tim Malloy (Grup satış direktörü yardımcısı): Gizli bir muayene için onu uçakla getirdik. Onunla 1977 yılında, kendisi yolun kenarında bir Toyota Corolla hatchback'in içindeyken tanışmıştım. Philly havaalanından ofislerimizin bulunduğu Veterans Stadyumu'na gittik. Reds veya Cardinals ile oynuyordu Phillies. Stada girdikten sonra çok yavaş sürmek zorunda kaldım. İnsanlar arabanın etrafından geçiyor, maça gidiyorlardı. Birisi pencereden içeriye baktı. Stadyumun otoparkını hayal edin -- tıklım tıkış. 

"Şu arabaya bakın, Moses Malone içinde gibi görünüyor." Çok yavaş sürmeye devam ediyorum.

"Valla da Moses! Evet, içeride! Hey, hey!" Ben ilerlemeye uğraşıyorum o esnada.

O adam, yanındaki kişiye de, "Musa bu!" diye bağırdı. Sanki bir  savaş bölgesindeymişim gibi arabaya vurmaya başladılar. 

Moses buna bayılıyordu: "Houston'da sokakta yürüyorum ve beni kimse rahatsız etmiyor."  




Üçüncü Bölüm: "Neredeyse tüm ilk 5, All-Star'lardan oluşuyordu"


Sonunda Sixers, Caldwell Jones ve bir ilk tur draft seçimini sign-and-trade ile Houston'a yolladı. Jones'un yakın arkadaşı olan Moses buna karşı çıktı. Williams', Katz'ın ne söyleyeceğini bildiğini hatırlıyor: Malone anlaşmayı onaylamazsa, NBA komisyoneri Larry O'Brien, Sixers'tan tazminat olarak Houston'a daha iyi bir oyuncu --hattâ belki Julius Erving'i--  teklif etmesini talep edebilirdi. 

Malone ne yapılması gerektiğini anladı. Sixers muhtaç olduğu kişiyi bulmuştu ve liderleri de halen ellerindeydi.


Paul Gilbert (NBA Entertainment, prodüksiyon sorumlusu): Julius'u ABA'deyken izlemeye başladım. Oyunu sıradışıydı. Daha önce kimse böyle oynamıyordu. Herhangi bir akşam izleyebilir ve "Daha önce görmediğim veya beni koltuğumdan düşürecek bir şey yapacak," diyebilirdiniz.

Marques Johnson (forvet, Milwaukee Bucks): Doc, üç sayı çizgisine yaklaştığında iki adım alıp smaç vurabileceğini biliyordu. Uzaktan havalanma ve smaç vurma yeteneği o günlerde moral bozucu bir şeydi. Doc bunu yaptığında cesaretimizi kırardı.

Cunningham: Büyükelçi rolünü kabul etmişti ve olağanüstüydü. İnsanlar bunu unutmaya ve basketbolun sanki Magic ve Bird'le başladığını düşünmeye meyilli. 

Terry Lyons (NBA halkla ilişkiler, 1980-2008): Doc, zor sorulara çok iyi düşünülmüş cevaplar verme konusunda harikaydı. Oyuncuların, olmaları gereken seviyeye çıkmasında etkisi büyüktü.

Earl Cureton (76ers forveti): Benim dikkatimi çeken şey, duruşu ve giyim tarzıydı. Şu anda Pistons için çalışıyorum. Yılda 41 maça gidiyorum. Her akşam takım elbise giyerim. "Neden her akşam takım elbise giyiyorsun?" Buna cevaben "Çünkü Dr. J her zaman takım elbise giyerdi," diyorum.

Lyons: Her yerde imza dağıtırdı. Playofflar'da Milwaukee'ye karşı oynadılar. Sokağın karşısındaki bir bara gittik. Pencereden dışarıya baktım ve Doc, Hyatt'a geri dönüyordu. Yolun ortasındaki refüjde durmuş, imza dağıtıyordu [gülüyor]. Her iki taraftan otomobil geçiyor ve çocuklar etrafını sarmış. Gözlerinize inanamazsınız. 



Dan Issel (pivot, Denver Nuggets): Neredeyse tüm ilk 5, All-Star'lardan oluşuyordu. 

Rabena: Bobby Jones ağzını açmazdı. Maurice Cheeks'in tek kelime ettiğini duyamazdınız. Ama sahaya çıktıklarında... Yani, bu adamlar oyuna hakimlerdi. 

English: [Jones] uzun, sıska ve acımasızdı. Kendini ve oyununun ne olduğunu biliyordu. Onun oyunu, takımdaki durdurucu olmaktı. 

Sidney Moncrief (guard, Milwaukee Bucks): Andrew Toney savunulması çok zor bir oyuncuydu. Bir hücum oyuncusunun tüm bileşenlerine bakarsanız, her şeyi yapabilirdi. Ve onu tek bir şekilde zorlayamazdınız. Onu inceledim ve ona ikili sıkıştırma getirmenin de fazlasını yapmalıydık ki, topu elinden almanın ötesinde hiçbir şey onun sayı atmasını engelleyemezdi [gülüyor]. Birçok takım bunu daha fazla yapmalıydı. Çok zekiydi o. Çok, çok akıllı. Ne yaptıysan bir karşılığı vardı. Onu daima Michael [Jordan] ile aynı yere koydum. 

Johnson: Açık söylemek gerekirse, bir takım için çok fazla yeteneğe sahiplerdi.

Cureton: Andrew Toney'yi aradım ve şöyle dedim: "Abi, bu sene kazanıyoruz."



Dördüncü Bölüm: "Geldiğimizi hissediyorlardı"


Moses Malone, Wilt Chamberlain'ın 1968'te takımdan ayrılmasından bu yana Sixers'ın sahip olmadığı dominant pivottu, ancak karakteri, basketbol yeteneklerini de aşıyordu. 


Franklin Edwards (76ers guardı): Bir maç kaybetmiştik, ardından ben ve o, yemeğe gittik. "Abi, kaybettiğimiz zaman, geceleri uyuyamıyorum," dedi. Bu bana, onun takımla beraber kazanmaya olan bağlılığını gösterdi ve takıma bağlılığımı artırdı.

Mark Whicker (köşe yazarı, Philadelphia Daily News): Uyum sağlaması zor biri değildi, çünkü onlara biraz avantaj sağladı. İyi oynayan, bir grup gerçekten iyi adama sahiplerdi ama gözükara bir grup değillerdi. En iyi takımlarla oynadıklarında özgüvenleri uçabiliyordu. Moses'ın ise inanılmaz bir özgüveni vardı. 

Williams: Spor salonunda ilk günden çok farklı bir hava vardı. Bu adamların farklı bir odak noktası vardı. İyi bir sezon geçirmek değil, şampiyon olmakla ilgiliydi.

Parish: Tavırları değişmişti. Kazanabileceklerine inandıklarını hissetmiştim.

Neil Funk (76ers anonsçusu): Moses kavramıştı: Bu takımın ihtiyaç duyduğu şey belli ve ben onlara bunu sunabilirim. Ribaund alabilirim. İkinci pozisyonları yaratırım. Fırsatını bulduğumda sayı yaparım. Uyum sağlamak için kendisinden ödün veren tipte bir oyuncu. 

Cunningham: Kahramanı Julius Erving'di. Tek istediği, Philadelphia'ya gelip Julius'un şampiyonluk kazanmasına yardım etmekti. İki büyük oyuncu arasında rekabet yaşanmayacağı için rahat bir nefes almıştık. "Birbirimize nasıl yardımcı oluruz?" şeklinde bakıyorlardı.

Julius Erving (76ers kısa forveti)*: Ben o takımın ikinci komutanıyım. Kaptan benim ama gemiyi gerçekten yöneten Moses. 

Issel: Pek çok harika oyuncuyla oynadığını fark etti ve bence oyununu müthiş bir bireysel performanstan daha çok bir takım oyuncusu olmaya doğru evirdi. 

Moncrief: İnsanlar harika oyunları görüyor ama görmedikleri şey, hücumdaki homurtular ve hücumunu nasıl dönüştürdüğü. Julius çok daha iyi bir savunmacı oldu. Önceleri, uzun ve iyi olduğu için hareket edebilen birçok oyuncu gibiydi. Savunma kısmında çalışabilirdi. Bu onun için önemli hale geldi. Ancak topu karşı yarı sahaya yavaşça getirmek, rakibi püskürtmek ve post'ta pozisyon almak için mücadeleye girmek -- homurdanmanıza sebep olan işler. Oyuncuları harika kılan şeyler bunlar. 

Funk: Gerçekten bencil değildiler ve bu Cheeks ile başlıyordu. Maurice, 10 dakika boyunca şut kullanmamış olmanızı umursamazdı. Eğer hücumu yönetiyorsan, yapman gereken cut'ları yaparsan, Maurice topu size ulaştırırdı. Herkes hareket halindeydi.


Williams: Billy formunun zirvesindeydi. 

Funk: Billy, oyuncularla olan ilişkisini asla kişiselleştirmedi; her şey, bir ekibin üyesi olarak performans göstermekle ilgiliydi. Ben, Billy'nin bir koç olarak fazlaca görmezden gelindiğini düşünüyorum. Sadece oyuncularla ilgilenmekle kalmayıp, aynı zamanda oyunu yönetme konusunda da bir yöntemi vardı. Kiminle anlaşabileceği ve onlara biraz daha fazla alan sağlamak için geri çekilmesi gerektiği konusunda harika bir anlayışa sahipti. İnanılmaz bir iş çıkardı. Elinde tutamayabileceği bir takımı yönetiyordu çünkü. 

Russ Schoene (76ers forveti): O tamamen bir oyuncu koçuydu ve oyuncularına güvenirdi. Maçı az-çok oyuncuların belirlemesine izin verirdi. 

Rabena: Size açıkça söyleyeyim, o yıl bu ekipten bir kere bile ses yükselmedi.

Marc Iavaroni (76ers power forveti): Moses ve Andrew Toney soyunma odasında sürekli şakalaşıyor, geyik yapıyor, insanları rahat ve dürüst tutuyorlardı. Bence bu, sonradan odaklanmamıza yardımcı oldu. Moses, Andrew'in kıyafetlerini seçerdi. Andrew, fört şapkayla falan gelirdi: "Nereye gidiyorsun ya* Diskoya falan mı?"

Allen Lumpkin (76ers top toplayıcısı): Moses çok komikti. Öyle bir espri anlayışı vardı ki, takımdaki herkesi etkiledi. Gülüşüyle bir odayı aydınlatabilirdi. Öyle bir kahkaha atardı. 

Moncrief: O takım, basketbol tarihinde gördüğüm en iyi takımlardan biriydi. Yetenek ve beceri açısından hepsi birbirine uyuyordu. Rol ve sorumlulukları açısından birbirlerine engel olmadılar.

Gordie Jones (spor yazarı, Lancaster Intelligencer Journal): Her maçları aynıydı. 

Iavaroni: Takımlar geldiğimizi hisseder ve son çeyrekte pes ederlerdi. Bazen ben 7 sayı gerideyken kenara gelirdim, Bobby oyuna girerdi ve 5 sayıyla kazanırdık. Bu defansif beş, takımları zor durumda bırakırdı. Çok iyi koşan oyuncularımız vardı: Bir kanatta Bobby, diğerinde Julius var ve Maurice de topları dağıtıyor. Takımlar, sayıya yol açan bu defansif kabiliyet nedeniyle geride kalıyorlardı. 

Nash: Basın tribününde şöyle düşünürdüm: "Tanrım, bu durumda olduğumuz için ne kadar şanslıyız?" Bunun özel bir şey olduğunu anlıyordunuz.


Efsaneye göre Moses Malone, sonsuza dek zikredilecek "Fo, fo, fo," ile 76ers'ın playofflar'ı yenilgisiz tamamlayacağını iddia etti. Marc Iavaroni bunun her seride alınması gereken dört galibiyet manasına geldiğine inanıyor. Anlambilim bir yana, takım Lakers'ı geçip şampiyonluğa ulaşmadan önce yalnızca bir maç kaybetti. Malone'un dizleriyle ilgili bazı endişeler vardı ama bu, hızla sona erdi. 


Katz: Moses'ın kocaman bir yüreği vardı, sakat sakat oynuyordu. Tüm sezon sakat oynamıştı. "Hepsinin içinden geçecek," diye düşünmüştüm. Ve bu arada, tüm serilerde hangi pivota karşı oynadıysa hepsini ezdi geçti. 

Bill Cartwright (pivot, New York Knicks): [İkinci tur] serisini hatırlıyorum. Onu savunuyordum. Tamamen ona odaklanmıştım. Onu kucaklıyordum, tutuyordum, gene de faul yok, ama sayıya ulaşıyordu bir şekilde. Acayipti. 

Don Sperling (prodüktör, NBA Entertainment): Moses, ligde Kareem'in gerçekten karşılık veremediği tek adamdı. Çok fiziksel oynuyordu ve çok sertti. Kareem, sky hook ile ritmini bulmaya çalışıyordu. Moses buna asla izin vermedi. 

Cunningham: [Finaller'in] üçüncü maçını henüz kazanmıştık. Bir saat sonra odamda film izlerken Harold Katz geldi ve "Hadi biraz eğlenelim," dedi. 

"Dalga mı geçiyorsun?" dedim. "Bu kadar yaklaşmışız ve bir şeyler ters gidebilir. Mümkünatı yok, gitmem."

Ertesi gün, şut idmanına gittik. Doktor Al Domenico, "Bir sorunumuz var," dedi. Moses sırtına bir dirsek yemiş ve nefes almakta zorlanıyormuş. Onu doktora götürecekmiş. Gittim ve, "Nasıl hissediyorsun koca adam?" dedim. "Endişelenme. Kareem artık beni görmek istemiyor." Bu beni biraz olsun rahatlattı. 

Mark Piazza (76ers medya ilişkileri sorumlusu): Dördüncü maçta bençin arkasında oturuyordum. Belki dördüncü çeyreğin ortalarında artık dayanamadım ve maçın kalanını soyunma odasındaki televizyondan izledim. [Malzemeci] Jeff Millman ile beraber olduğumuzu hatırlıyorum. Çok gergin anlardı; maç kafa kafayaydı. Aklımda hepsinden daha fazla yer eden şey şuydu: Julius'un ne kadar harika bir oyuncu olduğunu biliyoruz, kesinlikle gelmiş-geçmiş en iyi oyunculardan biri; ama orta mesafeden bir şut attığında --kaçırdığından fazlasını sokardı-- top havadayken her zaman biraz gergin olursunuz. Belki iki dakikadan az bir süre kalmıştı. İki ya da üç sayı öndeydik, gergin bir ortam. Faul çizgisinin oralardan şuta kalktı. Ben ve Jeff birbirimize tutunarak "HAYIIIR!" diye bağırıyorduk -- ve şut isabetli oldu. O şut girdiğinde kazanacağımızı anlamıştım.  




Summers Gabriel: Herkes ağlıyordu. Saf mutluluk. Andrew Toney'nin yüzündeki o koca gülümsemeyi tahayyül edin bir. Bu adamların bir araya gelip bir aile oluşturması harika bir şey. Ekibimiz o kadar küçüktü ki, çocuklarımız gibiydiler. Onlar bizim takımımızdı. 

Steve McKenna (76ers bilet sorumlusu yardımcısı): Platforma çıktığımızda insanlar bizi tanımadı ama biz de herkes kadar çok çalıştık. Başardığımız ve kazandığımız şeyle gurur duyuyorduk. Bunu hak ettiğimizi hissediyorduk. Hepimizde şampiyonluk yüzükleri var. Oyuncular, NBA Finalleri'ne çıktıkları için tüm yönetim kademesine primlerinden pay verdiler. Her zaman takımın bir parçası olduğumuzu hissettik. Takımın bir parçasıydık.  






Beşinci Bölüm: "Michael Jordan'ın otoyolda koştuğunu hayal edin"


Zafer herkesindi. Bugünün NBA takımları milyarlarca dolar değerinde ve yüzlerce çalışanları var. 1980'lerde takımlar ticari uçuşlarla yolculuk yapıyordu. Mark Whicker, "Julius Erving'i kaç kez karuselin başında bavulunu beklerken gördüm," diyor. Personel sayısı çok azdı. 82-83 Sixers'ın toplam 25 çalışanı vardı. Sosyal sınırlar çok şeffaftı. Andrew Toney'nin ofiste şakalar yaptığını veya asistan koç Jack MacMahon'ın maç stratejisini açıkladığını görmek, alışılmadık bir şey değildi. "Sanki hep oyunculardan biri orada gibi hissederdim," diye hatırlıyor Dorothy Summers Gabriel.

Günlük 7 dolarlık yevmiye. Saatler uzun. Ama kimse söylenmiyor.


Summers Gabriel: Harika bir iş değildi ama harika bir deneyimdi.

Toni Amendolia (76ers grup satış sorumlusu): Eskiden biletleri elle sayardık. Kime hangi sayıda bilet verdiğimizi kelime işlemcimize manuel olarak kaydetmemiz gerekecekti ve Ron [Dick] ile ben, bu grup satış biletlerinden bazılarını şehrin her yerine dağıtmak için talimatlarla yola çıkacaktık.

Dick: Şehirde otomobil sürmeyi böyle öğrendim. Çok kaybolurdum. Tek yönlü yollardan nasıl gidileceğini anlamazdım. Philadelphia'yı seviyorum ama hiç şakası yok. Hani böyle, kıçına bir boynuz yiyeceksin ve annen hakkında ileri-geri konuşacaklar. Bunun başına gelmesine izin veriyorlar

Malloy: New York ve Jersey'ye giderdik, çünkü oralara otobüsle gidilirdi. New Jersey'de yaşayanlarımız --ben, koçlar Matt Guokas ve Jack MacMahon, oyuncular Clint Richardson ve Bobby Jones-- oradaki paralı yoldan gidecekti. Otobüs, Spectrum'un otoparkından ayrılacaktı. Philadelphia'lıları alacaktı. Sabah 1'de eve geleceğimiz için arabalarımızı dışarıya çıkarır ve Route 73'ün kuzeye giden tarafına park ederdik, çünkü Mount Laurel'deki paralı yolun dördüncü çıkışına gelirdik. Otoyolun karşısına koşar ve Frogger gibi vurulmamaya çalışırdık. Otobüs, Bob Evans'a yanaşacaktı. Otoparkta bekleyecektik. Otobüs gelir, Jersey'liler binerdi. Michael Jordan'ın otoyolda koştuğunu hayal edin. Çılgıncaydı.  

Summers Gabriel: Spectrum'un tepesine çıkıp elektrikçilerle buluşmam gerekiyordu. Hepsi, "Ne yapıyor bu kız ya?" diyordu. 15 kasetle giderdim ve molalarda müzikleri çalmam gerekirdi. Eğer sıraya almadıysanız, aman Tanrım, ânı kaybettiniz. Mola alındıysa ve müzik çalmadıysa hemen ararlardı. Biraz baskı vardı. Sanırım maç başına 35 dolar alıyordum. Otomobil ödemesine giderdi o da.

Swope: Bir keresinde Los Angeles'a gidiyordum ve Gabe [John Gabriel], "Bu çocuğun maçını izlemek için Pepperdine'e uğrar mısın?" dedi. Basketbola, ona bir fikir verecek kadar hakim olduğumu biliyordu.

John Gabriel (grup satış, video scout ve çeşitli görevler): John Nash şöyle dedi: "Tüm TV reklamlarımızı sen yazıp yöneteceksin." Ben de, "Bak, bu daha önce hiç yapmadığım bir şey," diye cevap verdim. "Kutztown'daki portfolyonu gördük. Yapabilirsin." "İlk reklamı ne zamana kadar hazırlamam gerek." "Dün."

McKenna: Bir sürü farklı karakter vardı.




Daniel Durso (76ers finans direktörü): Bir doktorumuz vardı, Al Domenico --

Funk: Eski tarz doktorları hatırlatan bir adamdı. Yanında taşıdığı küçük siyah bir çantası vardı. Kimse onun içinde ne olduğunu tam olarak bilmiyordu.

Malloy: İçindeki tek şeyin yara bandı, etil-klorür ve Philadelphia Park'tan aldığı en son yarış programı olduğu konusunda dalga geçerdik. 

Rabena: Her şeye sprey sıkardı. My Big Fat Greek Wedding gibiydi -- her şeye Windex sür. Her şeye sprey sık.

Dick: Tüm eğitim kurslarını geçip geçmediğinden bile şüpheliyim.

Amendolia: Biri ona gelip Al'ın iyi olmayan bir iş yaptığını söylediğinde Harold'ın Al'a söylediği şey şuydu: "Bana bulaşmadan işini hallet."

Funk: Al çok acayip bir adamdı.. Herkesi gevşeten bir adamdı, öyle söyleyelim. 

Durso: "Portland'da kaybetmemizin nedeni, güneşin parıldamasıydı. Diğer bir yorumu da, ilk sayıyı atan takımın maçı kazanması hakkındaydı. Kesinlikle anlamsız şeyler söylerdi ama herkes, "Aslında bazen işe yarar," derdi. 

Biz bunlara "Al-izm," derdik.

Funk: "Tüm iyi beyaz şutörler solaktır."

Malloy: "Bir şey söyleyeyim mi, aslında sigara içmek sana iyi geliyor." "Pardon?" dedim. "Dinle beni, ukala. Sigara içmek sana ne yaptırıyor?" "Öksürtüyor ve balgam yaptırıyor." "Kesinlikle. Öksürük nedir? Ciğerlerimiz için bir egzersiz. Bütün gün nefes alıp duruyorsun. Yumuşak ve ve gevşeksin. Ben ise sağlam bir öksürükçüyüm."

Amendolia: Neil Funk gelip John Nash'e işkence edecek ve personel nezdindeki otoritesine zarar verecekti. Oynayacağı bir oyunu vardı -- yalancının pokeri. Ve ofisin arkasına bir tezgah kurardı. Herkes paralarla gelirdi. John Nash telaşla içeriye girer ve "Herkes işine dönsün," derdi. Neil ona dönüp, "Dinle, Plüto, ne düşündüğünü öğrenmek isteseydik, sana sorardık," dedi. Ve onlar iyi arkadaştı.

Durso: Herkesle bu şekilde çalıştığınızda, onlar size bağımlı olduğunda ve siz de yardım için onlara bağımlı olduğunuzda, bir aile oluyorsunuz. Tersi imkansız.



Altıncı Bölüm: "Zaman ve mesafe hiçbir şeydir"


Pat Williams'ın 1982'deki kampta gördüğü tavır değişikliği asla yerinde kalmadı. "Sonsuza dek orada kalacağını düşündük," diyor.

Sixers'ın kısa sürmüş hakimiyeti için gösterilecek nedenler, kişiden kişiye göre değişir: Daha iyi takımlar. Yaş. Aşırı özgüven. 84'teki açlık eksikliği. Tavsiye edilmeyen hamleler. Açık olan şu ki takım, ligin bir spor eğlencesi endüstrisine geçişi başlamadan önceki son anları temsil ediyordu. Artık, Jack Swope korumak için Honda Accord'uyla şampiyonluk kupasını eve getirmiyor; çalışanlar, Harvey 'Super Stat' Pollack'ın puro dumanıyla mücadele etmiyor.

Sonraki bahar, üç Lakers-Celtics finalinden ilkini getirdi ve çok izlenen 1979 NCAA Şampiyonası'nda başlayan Larry Bird-Magic Johnson rekabeti hikayesinin cazibesini genişletti. Şubat 1984'te David Stern, NBA komisyoneri oldu ve kendi Disney versiyonunu oluşturmaya başladı. Michael Jordan, ligdeki ilk maçına 26 Ekim 1984 tarihinde çıktı.

NBA'in onyıllardır süren evriminde ön sıralardan bir koltuğa sahip olan Lakers'ın sahiplerinden olan Jeanie Buss, kazanmanın bir iş haline geldiğini ve kulüplerin markalarını nasıl oluşturduğundan bahsediyor. 1980'lerin Sixers'ı, rolünü oynadı ve bitirdi. NBA'in uzun süredir halkla ilişkiler gurusu olan Terry Lyons, Boston Celtics'inkiyle birlikte Sixers'ın başarılarının, New York gazetelerini cezbettiğini ve bunun yayınların kalitesini artırdığını ve TV yapımcılarının dikkatini çektiğini söylüyor. CBS'de NBA'in anlatı ve kişilik odaklı yayınına Ewing ve Malone yardımcı oldu.

"İnsanlar yıldızlara ilgi duyuyor," diyor, CBS'de NBA'in yapımcısı Ted Shaker. "Ne açıklama ama." Fakat bu doğru. Bugünün NBA'inde tartışma olmadığı ("İnsanların MJ yerine Dr. J'e inanmalarına imkan yok, değil mi?") veya Moses Malone gibi bir efsane ölmediği sürece geçmişe çok az yer var.   

Birçoğu için nostaljik bir saptırma, başka bir kişinin hayatının duygusal dönüm noktasıdır, bir fotoğrafın yakalayamadığı bir şeydir.



Iavaroni: O grupta yer alarak biraz sert eleştiriye maruz kaldım. Rolümü herhangi biri doldurabilirdi. Bununla bir problemim yok. Oynama şeklimi beğenmediler. Bununla da bir problemim yok. Herkes ortak bir amaç için bir aradaydı. Bunun gerçekleştiğini gördüğünüzde, bu size yalnızca büyük bir mesleki tatmin değil, aynı zamanda kişisel bir tatmin de sağlar. Benim hakkımda 5 sayı, 5 ribaund ve 20 dakikalık ortalamamla ilgili ne derlerse desinler, onlara her zaman şunu söyleyebilirim: "Pekala, onları maça götürmem gerekiyor. Onlarla duş almalıyım. Sabah 9 antrenmanlarına gitmem gerekiyor." Tüm bunların etrafında olmak sizi uzun süre besliyor. 

Williams: Herhangi bir spor dalında şampiyonluk kazanmak gerçekten çok zor. Ama bir kez başardığınızda, memleketiniz tarafından asla unutulmazsınız. O günleri hatırlayanlar, o zamanlar gençti. Şimdi 60'lara geldiler ama o şampiyonluk, çocukluklarının önemli bir parçasıydı. Bu hâlâ sahip oldukları ve her zaman sahip olacakları değerli bir hatıra. Profesyonel takımların etkisi bu -- ve şampiyon olmak zorunda değiller. Bendeki en canlı hatıralar, 1950'nin Phillies'inden; 10 yaşındaydım. 1950 Dünya Şampiyonası'nın ikinci maçına gittim. Hâlâ zihnimde çok canlı. Ve Connie Mack'in Athletics'i. Chuck Bednarik ve Steve Van Buren'in Eagles'ını ne kadar çok sevmiştim.  

Hayatınızın bir parçası olarak kalıyor. Seni terk etmiyor. Şu Sixers takımı işte -- bundan 40 yıl sonra bile hatırlanacaklar. 

Cureton: Her bayramda birbirimize mesaj atarız. 40 yıl sonra bizi bir araya getirmek 10 dakikanızı almaz.

Reggie Williams (76ers forveti): Hâlâ bir aileymişiz gibi hissediyorum. Hâlâ birbirimizle temastayız. Umarım bu hiç bitmez. Hayatınız boyunca tadını çıkartacağınız bir şey bu.

Edwards: Onlara hep kardeşim gözüyle baktım, daima da öyle olacaklar.

Malloy: Zaman ve mesafe hiçbir şeydir. 21 Ağustos'ta karım beyin tümöründen vefat etti. Dorothy, Evelyn Canada, Toni Amendolia, Ron Dick ve [grup satış direktörü] Clayton Sheldon cenazeye geldi. Florida'dan, Pittsburgh'dan. Patti'yi 37 yıldır görmemişlerdi. Beni 20 yıldır görmemişlerdi. Toni, Penn Medicine Beyin Tümörü Araştırma Merkezi için 25 bin dolar kazandıran bir bağış etkinliği yürütmemize yardım etti. Onu yaklaşık 40 yıldır görmemiştim. John Gabriel, Shaq'ın ayakkabılarından yaptığı ve 1.500 dolara satılan bir tabloyu bağışladı. O aile, cömert ruhlarıyla beni ağlatıyor. Hepimiz iyi insanlardık, birbirimiz için iyiydik. Onlarla birlikteyken ağlıyorum. Bugün onlarla birlikte olmak beni çok duygulandıran bir şey. Basketbol sadece bir dekor. 





*: Erving'in cümleleri, yazarın başka bir röportajından alınmadır.

(Orijinali için şuradan.)

Yorumlar