(Orijinali için şuradan.)
İlk hocasının anlattığına bakılırsa, çocuğun sahada olmaması gerekiyordu. Abisinin maçıydı. Bir oyuncuları da eksikti. Salvador Aparicio tribünlere baktı ve tek başına oynayan, topla arası epey iyi olan küçük bir çocuk gördü. Annesine onu ödünç alıp alamayacağını sorduğunda, annesi futbol oynamayı bilmediğini söyledi.
Top ilk kez ona doğru geldiğinde hiç kıpırdamadan durdu ve topun yuvarlanışını izledi. En iyi gözlemciler annelerdir. Ama ikinci seferde --Aparicio bunu yıllar sonra hatırladı-- top sol bacağına çarptı ve bir şey oldu. İsterseniz küçük bir omurgada şimşek çaktığını hayal edin. Beynin henüz keşfedilmemiş bölgeleri karanlıkta havai fişekler gibi parlıyor. Melek korolarının, Arjantin'in Rosario kendindeki bir işçi mahallesindeki bu özel toprak parçasını aydınlatmak için ilahi bir spot ışığı yaktığını. Size hangisi anlamlı geliyorsa: Tanrı vergisi yetenek oradaydı.
"Topu kontrol etti ve sahanın ortasından çapraz bir şekilde dripling yaparak ilerledi," diyor Aparicio. "Önüne çıkan herkesi driplingle geçti."
Hocanın bu hikayeyi bir ihtiyar olarak anlattığı, elini suda çırpınan bir balık gibi çırptığı bir video var. Sonra konuşmayı kesiyor ve bir tür omuz silkme olarak tanımlanabilecek bir yüz ifadesi takınıyor, sanki hayatının sonunda bile bir sonraki olayın kozmik mantığını kabul etmekte zorlanıyormuş gibi.
"Bağırıyordum, 'Vur! Vur!' diye bağırıyordum," diyor Aparicio. "Ama yapamadı. Çok küçüktü."
Futbol topuna vuran gelmiş-geçmiş en iyi oyuncu, bu dünyaya yapmak için geldiği şeyi yapmaya henüz hazır değildi. Yeteneği sol ayağından bile önce oradaydı.
Driplingçi Kanat
Bir dahaki sefere herhangi bir şeyde gerçekten iyi olup olmadığınızı yeniden düşünmek için bir dakikanız olduğunda, Messi'nin memleketinin kulübü Newell's Old Boys'un pek de net olmayan gençlik akademisi görüntülerini açın. Formasının kısa kolları dirseklerine kadar inen sekiz yaşındaki sıska bir çocuğun top sürmesini izleyin, kim olduğunu anlayacaksınız.
Mesele sadece başlama vuruşundan itibaren dört ya da beş rakibini geçmesi değil. Hızlı, dalgalı adımları, sol kramponunun dışıyla topa hafifçe dokunması ve etrafından dolanmadan önce defans oyuncusunu yerde süründürmesi. Topun hızıyla koşuyor, vücudunun altında yuvarlanmasına izin veriyor, böylece her ufak yarım adım, yana doğru kayma veya ileriye fırlama tehdidi oluşturuyor. Tarzı kusursuz.
O zamanlar bile yere düşmemek için direniyordu. Çoğu driplingçi durur, başlar, eğilir, hamle yapar, döner ve er ya da geç dengesini kaybeder. Topu süren ne kadar iyiyse, dar alanlarda o kadar risk alırlar; risk ne kadar büyükse, savunmacılar da onları o kadar sert cezalandırır. Messi koşmaya devam etti. Yere yakın durdu, kontrol için hızlı küçük adımlarını kullandı ve denge için ön kollarını savurdu. 12 yaşına geldiğinde, kendisini durdurmaya çalışanları bir NFL running back'i gibi arkasında sürüklüyordu.
Başka kim bu şekilde top sürüyor, biliyor musunuz? Diego Armando Maradona, Arjantin'in çılgın futbol tanrısı, ülkesinin milli takım formasını giymiş en sevilen oyuncu. Rosario'lu utangaç çocuk, saha dışında Buenos Aires'in küstah idolünden daha farklı olamazdı ama saha içindeki benzerlikler esrarengizdi: Kısa boylu, sağlam yapılı, sol ayaklı, dağınık saçlı ve aynı top sürme stiline sahip iki driplingçi, hassas yakın kontrol, imkansız goller yaratmak için şiddet dolu çalılıkların arasından slalom yaparak ilerleme.
1986 Dünya Kupası çeyrek finalinde İngiltere'ye karşı Maradona, Messi doğmadan bir yıl önce, gelmiş-geçmiş en iyi gol olarak kabul edilen bir gol attı. Arjantin'in kendi yarı sahasının ortasında, orta yuvarlağın hemen dışında topu aldı ve yaklaşık 70 metre ve beş aşağılanmış rakibin ardından kaleciyi de çalımlayarak topu boş kaleye gönderdi. Herhangi bir futbolsever gözlerini kapatıp görüntüleri hatırlayabilir: Dönüş hareketi, uzun koşu, topu içeriye ve dışarıya çekme, ayakları yerden kesilmeden bir salise önce çekilen şut. Rüya gibi bir gol. Kimse böyle bir şey görmemişti.
Ve sonra, inanılmaz bir şekilde, herkes gördü. 2007 ilkbaharında Messi --20 yaşına bile basmamasına karşın, Barcelona'da patlama yaptığı sezonun tadını çıkaran bir yıldızdı-- Getafe'ye karşı Maradona'nın golünün birebir kopyası gibi hissettiren bir gol attı. Kendi yarı sahasında iki savunma oyuncusunu alt etti. Topun kontrolünü hiç kaybetmeden müthiş bir depar attı. İçeriye kat etti, dışarıya çevirdi, kaleciyi çalımladı, her şeyi yaptı. Bir haftasonu elinize boya fırçasını aldığınızı ve yanlışlıkla Sistine Şapeli'nin tavanını yeniden yarattığınızı düşünün.
Bir zamanlar tribünden bir çocuğu ödünç alan ve onun ilk mucizevi çalımına tanıklık eden Aparicio, onun olgunlaşmasını televizyondan izledi. "Geçen gün onu gol atarken gördüm -- Maradona gibi olduğunu söylüyorlar," dedi bir gazeteciye. "Bence o daha iyi."
Bir an gözlerini kaçırdı ve sesi titremeye başladı: "Onu böyle oynarken izlediğimde ağlıyorum. Anlıyor musun?"
Sahte Dokuz
Bazı oyuncular gol atmak için doğar. Diğerleri ise onları hazırlar. Çoğu daha geride oynar, pas verir ve takımlarının sahada ilerlemesine yardımcı olmak için hareket eder. Arada bir, her şeyi yapabilen bir dahi görürsünüz, hücumdaki hareketleri hayal eder ve kendi başına kurup bitirecek kadar iyidir. Bu oyuncunun formasını kontrol edin, büyük ihtimalle numarası 10'dur.
Futbolda kadro numaralarının ilk kez mevkilere göre belirlendiği dönemlerde 10 numaralı forma, sol iç forvete aitti -- sağ ayaklı bir oyun kurucunun doğal yeri. Formasyonlar onyıllar içerisinde evrim geçirdi ancak 10 numaranın rolü aşağı-yukarı aynı kaldı: Forvet arkasında, rakip hatların arasında, sahanın en kalabalık bölümünde yaratıcılık ve skor üreterek oynadı. İşin zorluğu nedeniyle, bu formayı giymenin kendisi bir tür onur haline geldi. Pele, Brezilya'nın 1958 Dünya Kupası'nda ona forma vermeyi unutmasının ardından kazara giydi ama 10 numaranın büyüklükle özdeşleşmesine yardımcı oldu. Maradona, Arjantin Milli Takımı'nda başka bir numarayla oynamayı reddetti.
Messi, Barcelona'ya geldiğinde 10 numaralı formayı alamamıştı. Bu forma, o zaman gezegenin en iyi oyuncusu olarak kabul edilen Brezilyalı oyun kurucu Ronaldinho'ya aitti. Ronaldinho kanatta görev alıyordu ama hücuma o kadar büyük bir canlılık ve hayal gücüyle liderlik ediyordu ki bu formayı başka birinin üzerinde görmek yanlış olurdu. Genç Messi'nin görevi, Ronaldinho'nın vokallerini elektro gitarla tamamlayan, ters kanatta top süren ve gol atan bir gremlin olmaktı. Profesyonel kariyerinin ilk golü, ceza sahası içinde Ronaldinho'nun arka direğe havadan ustaca yolladığı topu kalecinin üstünden aşırtarak gelmişti.
2008'de, Messi'nin 21 yaşına bastığı yaz Ronaldinho, Barcelona'dan ayrıldı ve Pep Guardiola adında yeni bir teknik direktör, 10 numaralı formayı genç sağ kanat oyuncusuna verdi. Messi'nin kariyerinde bir dönüm noktasıydı bu. Artık dünya çapında başarılar yeterli olmayacaktı -- tüm sistemin etrafında döneceği bir yıldız olması gerekiyordu.
Messi başlarda oyun kurucu rolünü Ronaldinho'nun yaptığı gibi kanatlardan uyguluyor, santrfor Samuel Eto'o'nun arkasına geçerek savunmanın dengesini bozuyordu. Guardiola yönetimindeki ilk sezonunda Avrupa'nın en iyi beş ligindeki iki oyuncu hariç herkesten fazla gol attı ve asist yaptı -- bu iki oyuncudan biri de, Messi'nin cömertliği sayesinde kariyerinin en iyi sezonunun tadını çıkaran Eto'o idi.
Ancak Mayıs 2009'da Barça'nın, futbolun en büyük rekabeti olan El Clasico için Madrid'e gitmesinden bir gün önce Guardiola bazı şeyleri değiştirmeye karar verdi.
Messi ve Eto'o'nun normal pozisyonlarında başlamaları söylendi ama maçın sekizinci dakikasında yer değiştireceklerdi: Santrfor sağa, oyun kurucu ise ortaya. Amaç, kaleyi korumak için derinde kalmak yerine Messi'yi orta sahada ne zaman takip edeceklerine karar vermek zorunda olan Real Madrid stoperlerinin kafasını karıştırmaktı. Bu alışılmadık hücum rolü --ne ceza sahasında konuşlanan geleneksel bir 9 numara, ne de forvet arkasında bir 10 numara-- 'sahte dokuz' olarak biliniyordu.
Ve bu kumar, herkesin umduğundan daha iyi sonuç verdi.
Messi o derbide bir stoperi yerinden çıkartarak, arkasındaki boşluğa giren Thierry Henry'yi görerek ilk golün asistini yaptı. Kendisi de iki gol daha attı ve 6-2'lik galibiyete giden yolda Madrid savunmasını orta sahada terörize etti. Guardiola bu plandan o kadar memnun kaldı ki, birkaç hafta sonra Manchester United'a karşı oynanan Şampiyonlar Ligi finalinde bu pozisyon değişikliğini yeniden denedi ve sahadaki en kısa oyuncu olan Messi, ceza sahasında tıpkı bir santrfor gibi yaptığı kafa vuruşuyla kupayı garantiledi.
Messi'nin sahte dokuz dönemi başlamıştı.
Sonraki birkaç yıl içinde kademeli olarak tam zamanlı bir merkez hücumcu haline gelen Messi, süpernovaya dönüştü. Kesinlikle bir çılgınlıktan bahsediyoruz. La Liga'nın o zamana kadarki seksen yılında, bir sezonda atılan en yüksek gol sayısı 38'di ve bu rekor, 1950'de Telmo Zarra ve 1990'da Hugo Sanchez tarafından paylaşılmıştı. Messi, 2009'dan 2013'e kadar sezon başına ortalama --ortalama!-- 40 gol atarken, 2011-12 sezonunda 50 golle zirveyi gördü ve aynı zamanda Avrupa'nın en büyük beş liginde en çok gol atan ikinci oyuncu oldu. Dünyanın en iyi oyuncusuna verilen Ballon D'or ödülünü üst üste dört yıl kazandı.
Barcelona, 2008-09 sezonunda katıldığı tüm kupaları müzesine götürdükten sonra, ardından gelen dört sezonun üçünde La Liga'yı kazandı ve 2011'de bir Şampiyonlar Ligi zaferi daha elde etti. Manchester United'ın efsanevi menajeri Alex Ferguson, her iki Şampiyonlar Ligi finalinde de Barça ile eşleşme şanssızlığını yaşamış ve onları karşılaştığı en iyi takım olarak nitelemişti.
Tüm bu başarının sırrı, Messi'nin aynı anda iki işi birden yapıyor olmasıydı. Barcelona'nın 'tiki-taka' topa sahip olma oyunu, çocukluklarından beri kulübün akademisinde aynı pas ve hareketlenme prensiplerini uygulayan telepatik bir orta saha üçlüsü --Xavi, Andres Iniesta ve Sergio Busquets-- tarafından yönetiliyordu. Messi ön hattan içeriye çekildiğinde, elmasın ucunda doğal bir dördüncü orta saha oyuncusu oldu ve dar alanlarda kısa paslar atma diğer üçü kadar sezgiseldi. Bu dörtlü, rakip orta sahaları sayıca ve kalite açısından üstünlük kurarak sahanın tam ortasına kadar ilerliyor ve kaybedilen topları o kadar hızlı bir şekilde geri kazanıyordu ki, rakip takım sanki sadece izlemek için oradaymış gibi hissediyordunuz.
Çoğu takımın, santrforlarını orta sahaya da destek veren bir oyuncu olarak kullanmamasının sebebi, elbette onların ceza sahası içinde gol atmalarına ihtiyaç duymalarıdır. Messi'nin dehası ise, her ikisini de yapabilmesindeydi. Barcelona'nın açık oyundaki pas girişimlerinin yüzde sekizini gerçekleştirerek oyun kurma açısından bir orta saha oyuncusu gibi oynadı, ancak bir şekilde her zaman penaltı noktası civarındaki hareketleri bitirmenin bir yolunu buldu ve bu rolün zirvesindeyken, takımının açık oyundaki gollerinin yarısına imza attı.
Aklınıza gelebilecek her şekilde ve muhtemelen aklınıza gelmeyecek birkaç şekilde gol attı ama Messi'nin sahte dokuz oynadığı yıllarda özellikle iki bitiriş şekli, imzası haline gelmişti. Birinci koşarak attığı çalımdı ki, bu genellikle o yere düştüğünde ve stoperleri arkasına alıp boş kaleye gol atmasıyla sonuçlanırdı. Öyle ya da böyle --bazen top sürerek, bazen de ara pası için arkadan koşarak-- Messi serbest kalır ve kaleciye doğru koşar, onun dizleri üstüne çökmesini bekleyerek topu yavaşlatmaya çalışır, sonra da umursamaz bir şekilde kalecinin kafasının üzerinden geçirir ve iki parmağını gökyüzüne doğru kaldırarak oradan uzaklaşırdı.
En sevdiği diğer şut türü olan, orta sahayı ikiye-bir ile yarmak, bir sahte dokuzun ne labileceğinin en saf ifadesiydi.
Bu hareketler orta sahada başlıyor, bir ya da iki paslaşmadan sonra dönüp savunmaya doğru dripling yapıyordu. Bu da rakip oyuncuların dikkatini dağıtıyordu. Biri onu durdurmak için öne çıktığında, pas atması için Messi'ye bir yol açılıyordu. Sonra aniden ortadan kayboluyordu. Bu kısmı açıklamak biraz zor. Topu bıraktıktan bir ya da iki saniye sonra herkes sahadaki en iyi oyuncunun izini kaybederdi ve bir de bakardınız ki, topu tekrar almak ve golü atmak için ceza sahasına ışınlanmış.
Bunu nasıl başarıyordu? Bu ikili oyunları birlikte oynadığı takım arkadaşlarının da çok iyi olması onun işini kolaylaştırıyordu. Böyle bir oyuncuya verilen hızlı bir pas, karınca yuvasına giren bir ayakkabı gibi paniğe yol açabilir. Ama asıl önemli olan, Messi'nin her zaman boşluğa gitmesi, orayı işgal etmemesiydi. Hareketli olması, kimin ondan sorumlu olduğundan tam olarak emin olunamaması manasına geliyordu ve savunmacılar bir pası takip etmek için kafalarını çevirdikleri anda başka birinin alanına dalıyor ve onlar daha orada olduğunu bile anlamadan topu geri alıyordu.
Çoğu sihir gibi, Messi'nin oyunu da basit yanlış yönlendirmelerle işliyordu. Oyun kurucu bir 10 numaraydı o. Pas verirdi. Siz başka tarafa bakardınız. Abra-kadabra, o şimdi skorer bir 9 numara. Guardiola bir keresinde gazetecilere, "Onun hakkında yazmayın, onu tarif etmeye çalışmayın," demişti. "Onu sadece izleyin."
Tanrı vergisi kabiliyeti, kimsenin bunu yapamamasıydı.
Geriye dönüp baktığınızda, hiç kimsenin Messi'nin kariyeri üzerinde --her zaman umdukları şekilde olmasa da-- Neymar kadar büyük etkisi olmadığını söylemek yanlış olmaz. Brezilyalı fenomen 2013'te Barça'ya onun veliahtı olarak geldi ve genç kanat oyuncusu, bir zamanlar Messi'nin yaptığı gibi heyecan yaratmıştı. Top sürme stili biraz farklıydı (daha gösterişli, daha narin, daha... Brezilyalı) ama dünyanın bir sonraki büyük oyun kurucusu olmak için tüm yeteneklere sahipti.
Neymar her ne kadar göz kamaştırıcı olsa da, sahte dokuz Messi'ye, soldan topla gelen, oyunu yavaşlatan ve onu ortada sıkıştıran bir kanat oyuncusu yakışmıyordu. Birlikte geçirdikleri ilk sezon, Messi'nin son yıllardaki en kötü sezonuydu: Sadece 28 gol ve 11 asistle en iyi beş ligde üçüncü sıradaydı. Bu yüzden Barcelona gidip en çok gol atan adamla, Liverpool'un santrforu Luis Suarez'le anlaştı ve Messi sağ kanada geri döndü.
Messi-Suarez-Neymar hücum hattı, aç katil balinaları balık çiftliğine salmak gibi komik bir şekilde adaletsizdi. Barça, 2014-15'te ikinci üçlemesini yaptı, tiki-taka günlerine göre daha gevşek, daha direkt bir futbol oynadı ve öndeki süperyıldız üçlüsünü serbest bıraktı. Messi düzenli olarak kanatlardan adam avlamaya devam etti. O bahar, birkaç hafta arayla en meşhur gollerinden ikisini attı: Şampiyonlar Ligi'nde Bayern Münih'in en iyi stoperi Jerome Boateng'i pazara gönderdiği gol ve Copa Del Rey finalinde Athletic Bilbao savunmasının sol tarafını tamamen ortadan kaldırdığı dripling.
Ancak, Barcelona'nın hücumu yeni zirvelere ulaşırken bile orta sahada zemin, altlarından kayıyordu.
Takımın uzun süredir orkestra şefi olan Xavi, 2015 yılında 35 yaşındayken ayrıldı ve Iniesta da üç yıl sonra 34 yaşındayken onu takip etti. Messi takımın yaratıcı odak noktası olarak giderek daha fazla sorumluluk üstlenirken onların yerini, Messi için koşan ve onun yerine savunma yapan, işleri sanattan çok el emeği olan atletik orta saha oyuncuları aldı.
Yetişkin kenar oyun kurucu Messi, kaotik genç kanat oyuncusu gibi değildi. Yaşlandıkça daha düzenli hale geliyordu -- daha öngörülebilir, gerçekten, ama bazı açılardan daha tehlikeli. Bruce Lee'nin, bir tekmeyi 10.000 kez atmış birinden, 10.000 kez tekme atmış birine kıyasla daha fazla korktuğundan bahsettiği sözünü bilirsiniz. Kung-fu ustası Messi'ydi bu -- oyununu, mükemmelleştirdiği hareketlere indirgemişti.
Topu sağdan alırdı, bazen kenar çizgisine dek giderdi, burada hücumu boşlukta ve oyuna dönük olarak başlatabilirdi. Top sürerdi. İçeriye keserdi. Stattaki herkes kesmenin geleceğini bilirdi ama zamanlaması o kadar keskindi ki, onu durdurmanın tek yolu, saat dokuz yönünde savunma yapmak ve doğrudan kaleye giden bir yol bırakmak olurdu.
Böylece içeriye doğru girecek, arka çizgiye doğru açılı bir şekilde ilerleyecek ve kalplerini kırmak için menüden bir seçim yapacaktı. Öldürücü hamle, hızlı bir ikili sıkıştırma ve ceza sahasının dışından bir şut çıkarmaktı. Ancak bir stoper onu durdurmak için öne doğru çıkarsa, Suarez'i kaleye sokmak için ufak bir pas çıkarır veya soldaki boş orta saha oyuncusuna yandan bir pas atardı.
En sevdiği oyunlardan biri, savunmayı kendine doğru çektikten sonra topu, sol ayakla herkesin kafasının üzerinden çapraz bir şekilde uzak kanattan arkaya doğru koşan takım arkadaşının koşu yoluna atmaktı. Sol bek Jordi Alba, Messi'nin çaprazlama koşularına zamanlamayı ve topu kalenin önündeki koşucuya yollamayı öğrenerek Barcelona'nın asist liderlerinden biri oldu -- bu genellikle uzun mesafeli bir ikiye-birin diğer ucunda ortaya çıkan Messi'nin kendisiydi.
Neymar, Messi'nin soldaki ama tam zıttı versiyonu haline geldikçe, çırak rolünü oynamaktan sıkıldı. 2017'de Paris Saint-Germain'e rekor bir transfer yaparak Barcelona'ya bir yığın para bıraktı ve Barcelona bu paraları uyum sağlayamayan pahalı oyunculara harcadı. Sonraki dört yıl boyunca Messi, otuzlu yaşlarına doğru ilerlerken, çökmekte olan takımı, hücumda her şeyi yapması için ona daha da bağımlı hale gelmeye başladı -- İspanyol medyası bu durumu 'Messidependencia' olarak adlandırdı.
Barcelona'nın hücumu hâlâ işe yarıyorsa, bunun nedeni Messi'nin hiç yoktan gol üretebilmesiydi. Hızlı ayakları ve savunma oyuncularının hareketlerini okuma konusundaki esrarengiz yeteneği, pek çok oyuncunun yapamadığı durumlarda şut atmasını sağlıyordu ama şutlar giderek zorlaşıyordu: Kaleden daha uzakta ve topun arkasında daha fazla rakip oyuncuyla. Yine de gol atmaya devam etti ve 2016'dan 2021'e dek her yıl, İspanya'da en çok gol atan oyuncu olarak Pichichi ödülünü kazandı ve bu beş sezonun üçünde Avrupa'nın zirvesinde yer aldı.
Elit skorlerin çoğu, verimsiz şutörlerdir: Yüksek kaliteli şanslar yakalamada olağanüstü iyi olsalar da, bunları oldukça sıradan bir şekilde bitirmeye meyillidirler. Messi şans bulma konusunda çok iyi ama, bu şansı gole çevirme konusunda anormal bir seviyede. Kaleciyi hazırlıksız yakalayacağı ânı seçebilir ve sert, alçaktan bir şutu, tam olarak kurtarmanın en zor olduğu alt köşeye nişanlayabilir. Kariyerinin ikinci yarısında, barajın üstünden sağ üst köşeye doğru yollamayı sevdiği frikiklerde de ölümcül seviyeye geldi.
Statsbomb'un 'beklenen gol' modeline göre, kariyeri boyunca en iyi beş ligde ortalama bir skorerin aynı şanslardan üreteceğinden yüzde 44 daha fazla gol attı -- neredeyse hayal edilemeyecek bir istatistik.
Neymar'ın ayrılmasıyla başlayan harcama sarmalı, Covid-19 salgını esnasında, Messi'nin kariyeri boyunca oynadığı tek kulüpteki kariyerini yarıda kesen, feci bir ekonomik krize dönüştü. 2021'de aniden, gözyaşları içinde veda etti ve Neymar'ı takip etti.
O zamanlar kimse bunun tarihî bir şey olduğunu bilmese de, Barcelona'da attığı son gol, Celta Vigo'ya karşı, kalecinin uzanamayacağı alt köşeye düzgünce yolladığı bir kafa vuruşuydu.
Messi'nin Fransa'da oynadığı iki sezon hakkında ne kadar az şey söylenirse o kadar iyi olur, ancak şu var: Messi, savunmanın arkasına atılan toplarda çok iyi.
Otuzlu yaşların ortasında bacaklar artık ağırlaşır. Messi hâlâ dünyadaki herkesten daha fazla ve daha iyi dripling yapsa da, artık kaleye doğru koşan bir tren değil, boşluk bulmak için kısa patlamalar yapan bir oyuncu. Yavaşladıkça, orta sahanın derinliklerine gelerek ve önündeki koşu yapan oyuncuları tarayarak, lazer güdümlü sol ayağını menzilde kullanarak bunu telafi etmeyi öğrendi.
Oyun kurucu Messi'nin şansına, PSG'nin sol kanadında dünyanın en iyi oyuncusu olma konusundaki halefi Kylian Mbappe vardı -- ve Mbappe koşmayı seviyordu. Geçen sezon bir maçın başlama vuruşundan üç saniye sonra Messi, aldığı topu tüm Lille takımının üstünden Mbappe'nin önüne gönderdi ve o da tek vuruşta kaleciyi avladı. Eğlencesine böyle şeyler yapabiliyorlardı. PSG'nin ön üçlüsünden herhangi biri savunma yapabilseydi, oldukça iyi bir takım olabilirlerdi.
Ama, Messi'nin kulüp düzeyinde kazanacak hiçbir şeyi kalmamıştı. Her şeyden çok istediği --her zaman istediği şey-- Maradona'nın yaptığı gibi Arjantin ile kazanmaktı. 2014'teki Dünya Kupası finalinde buna çok yaklaşmışlardı ama yüzonüçüncü dakikada Almanya'nın golü buna izin vermedi. Yıllarca süren hayal kırıklığının ardından Messi, asla uluslararası bir kupa kazanamayacak gibi görünüyordu. Arjantin'in elindeki yetenekler, hiçbir zaman ona uygun bir sisteme ve stile tam olarak uyum sağlayamamıştı.
Nihayet, yaratıcı bir orta saha oyuncusu olarak kariyerinin alacakaranlığında, parçalar yerine oturdu. Kariyerinin son iki uluslararası turnuvası olması muhtemel Copa America 2021 ve 2022 Dünya Kupası'nda Arjantin'in, orta sahanın sağında onu koruyacak bir oyuncu, ona top kazandıracak pasör bir defansif çapası, önünde genç santrforları ve solda koşu yapan oyuncuları vardı. Messi'nin yapması gereken tek şey, şovu yönetmekti -- ya da çoğu zaman, yürümek.
Yıllar boyunca Messi, top onda değilken sahada gezinme şekliyle dikkat çekmişti. Antrenörler bunun sadece tembellik olmadığını, top sürmek ve gol atmak için enerji harcadığını ama aynı zamanda etrafta dolaşırken savunmanın nasıl tepki verdiğini izlediğini de söylüyorlardı. Oyun ondan uzaklaştığında, Messi arkaya, gözden ve akıldan uzak bir yere kayıyor ve tam da olması gerektiği anda istediği yere geliyordu.
Belki de kendisini, hayatının en iyi iki turnuvası için saklıyordu. Copa America'da 34 yaşındaki Messi, en çok gol atan, en çok asist yapan ve Neymar'dan sonra en çok başarılı dripling yapan oyuncu olarak Güney Amerika'yı fethetti -- ev sahibi Brezilya'yı finalde yendiler ve uluslararası kariyerinin ilk kupasına ulaştı.
Sonra, geçen kış Dünya Kupası'nda bunu tekrar yaptılar.
Katar'daki performansları, kendisinin en iyi versiyonlarının tümünden önemli anları bir araya getiren bir kariyer retrospektifi gibiydi.
Dripling yapan Messi, Maradona'nın bir zamanlar İngiltere'ye karşı harekete geçtiği yerden çok da uzak olmayan sağ kenar çizgisinin derinliklerinden topu taşıyarak ceza sahasına kadar gitti ve Hırvatistan'ın genç stoperi Josko Gvardiol'u her dokunuşunda ve dönüşünde geçerek inanılmaz bir asist yaptı; sahte dokuz Messi, kısa ve hızlı paslar atarak Fransa savunmasının ortasından geçti ve finalin uzatma dakikalarında golünü attı; Avustralya kalesine topu yollamak için içeriye 'cut' yapıyor ya da Meksika karşısında köşeye mükemmel bir şut gönderen kenar oyun kurucu; Hollanda orta sahasını driplinglerle geçen ve Nahuel Molina'ya kimsenin hayal bile edemeyeceği bir açıyla ara pası atan oyun kurucu.
Final maçı penaltılara kaldı -- Messi'nin oyununun her zaman ortalama, garip bir şekilde insani kalan tek kısmı, bir zamanlar kaleye şut bile atamayacak kadar küçük olan çocuktan arta kalan bir hatırlatıcı gibi. Bu kez kaçırmadı. Topu sol alt köşeye, atlamakta olan Hugo Lloris'in parmaklarının hemen ötesine gönderdi ve birkaç dakika sonra Arjantin şampiyon oldu.
Kutlamaların ortasında bir an için Messi yeniden küçük bir çocuk oldu, takım arkadaşlarının omzuna alındı, elinde Dünya Kupası ve yüzünde o saf, çocuksu sevinçle stadyumda dolaştırıldı.
Onun tanrı vergisi özelliği, onu izlerken sizin de gülümsemekten kendinizi alamamanızdı.
Yorumlar
Yorum Gönder