2001 yazı itibariyle Nets, 26 galibiyet aldığı bir sezondan çıkmış, böylece art arda üçüncü kez 35 galibiyetin altında kalmıştı. Ama takım, yeni sezona baştan ayağa farklı bir şekilde girdi. Kenyon Martin'in çaylak sezonu, ayağındaki kırık yüzünden kısa sürmüştü. Kerry Kittles diz ameliyatı sebebiyle tüm sezonu kaçırmıştı. Genel menajer Rod Thorn, draftta 7. sırayı üç başka hak karşılığında takas etmişti. Böylece Richard Jefferson, Jason Collins ve Brandon Armstrong takıma katıldı. Pivot Todd MacCulloch serbest oyuncu olarak alındı. Ama 18 Temmuz 2001 tarihi her şeyi değiştirdi: Thorn, Stephon Marbury'yi Phoenix Suns'a gönderip, karşılığında Jason Kidd'i aldı.
Kidd'in kontrolü ele almasıyla Nets galibiyet sayısını ikiye katlayıp kulüp rekorunu kırdı ve ilk kez Finaller'e yükseldi.
Ian Eagle (TV spikeri): Takım bir kimlik arayışındaydı. Lider eksikliği vardı. Şüphesiz bir dönüşüm evresiydi. Yeni hoca Bryon Scott'tı. O noktada çok alakasız bir takım durumundaydılar. Sezon bittiğinde kimse Nets hakkında konuşmuyordu.
Fred Kerber (New York Post, Nets yazarı): Kötü bir takımdı. 26 maç kazanmışlardı. Savunma yapmıyorlardı. Ribaund almıyorlardı. Bunlar dışında epey sağlamlardı ama.
Rod Thorn (Nets genel menajeri): Biz Jason'la ilgileniyorduk, onlar da Steph'le; sonunda Steph'le birlikte birkaç kişiyi daha yollamış olduk. Nispeten çabuk olmuştu. Onlar Steph'le ilgileniyordu, bizse Jason'la. Bundan sonrası, parçaları bir araya getirmeyle ilgiliydi. Takımı geliştirdiğimizi hissediyorduk. Yanılmıyorsam ilk yılımda 26 galibiyet aldık. Bazı iyi oyuncularımız vardı. Ama uyum yoktu. Ribaund konusunda kötü bir takımdık. Pas konusunda da. Savunması kötü bir takımdık ve iyi bir kimya yoktu. Eğer bu kategorilerde iyi değilseniz, iyi olma şansınız pek yoktur -- ki biz de değildik.
Jason Collins (Nets pivotu): Ben Güney California'da büyüdüm. J-Kidd de Kuzey California'da, ama aynı AAU takımında oynadık. Las Vegas'taki bir turnuvadan, 12 yaşındaki hâlini hatırlıyorum. Aylardan Nisan. Kendisinden büyüklere karşı oynuyordu ve ne kadar hızlı olduğunu hatırlıyorum. Yeteneği inanılmazdı. Onunla oynamanın harika olacağını düşünmüştüm.
Kerry Kittles (Nets guardı): İkimiz de lisenin aynı sınıfında okuyorduk. Sanırım onu lisedeyken Nike'ın kampında görmüştüm, çünkü çok övülüyordu. En çok göze çarpan özelliği hızıydı. Gerçekten topla çok hızlıydı. Yön değiştirmesine rağmen dengesi bozulmuyordu. Onu özel kılan şey buydu. Hızlı olmak, ama yön değiştirebilmek, fakat gitmek istediği yönden sapmamak.
Eagle: Onu yılda iki kez izlemiş, birkaç kez de televizyonda görmüştüm. Ne kadar yetenekli olduğunu biliyordum. Ama Nets'in birden şampiyonluk adayları arasına gireceğini ummazdım. Her şeyin nasıl halledileceğine dair hâlâ çok fazla endişe vardı. Ayrıca üç tane birinci tur hakları vardı. Thorn kadroyu yenilemek ve merkezine Kidd'i koymak istiyordu.
Kidd buraya gelirken son üç sezonun asist kralıydı ve yine üç sezondur All-NBA birinci takımına seçiliyordu. Ama takımı Suns, bu üç sezonun ikisinde Playofflar'da ilk turda elenmişti. Şimdi ise geçmişi pek parlak olmayan ve birçok belirsizliğe sahip bir kadrosu olan bir takıma katılıyordu.
Kerber: İlk idmanın nasıl geçtiğini anlatıyordu ve kimin topu nereden istediğini şimdiden biliyordu. Keith Van Horn'un topu nerede almak istediğini biliyordu. Dizlerinin hizasında isterdi. Başkası daha yüksekte isterdi. Bunu anlamanın ne kadar sürdüğünü sorunca, "Yarım saat" dedi. Daha ilk günden takımı tanıyordu.
Kittles: Pozisyonun başında manzaranın hemen bir fotoğrafını çeken, esrarengiz bir kabiliyeti vardı. Takım arkadaşlarının nerede olduğunu ve savunmanın nereye gideceğini biliyordu. O noktadan itibaren zihinsel olarak pozisyonu kazanmış gibiydi.
Eagle: Televizyonun adil davranmadığı oyunculardandı. Kimsede onun sahip olduğu kıvılcımı görmemiştim. Ve o gereksizce duygularını ortaya seren bir oyuncu değildi. İşleri kontrol altında tutardı. Ancak riskler arttıkça tutku ve arzunun ön plana çıktığını görürdünüz. Kulüp için toptan bir değişim söz konusuydu. Herhangi bir kişinin bireysel olarak bu kadar çabuk etki ettiğini hiç görmedim. Etrafındaki herkesi yükseltti. Hız, hassasiyet ve saf yeteneği akıllara durgunluk verir cinstendi. Her akşam en ön koltuktan izlemek isteyeceğiniz bir oyuncuydu. Keşke onu hep en ön sıradan izleyebilseydim. O sahadayken, daha önce hiç görmediğiniz şeyleri görme ihtimaliniz var.
Collins: J-Kidd ile oynuyorsanız "Tamam, bu sene eğlenceli geçecek" diyebilirsiniz. Çünkü Byron takımı koşturmayı severdi. Showtime döneminden gelen biri o, Magic'in yönettiği fast-break'leri görmüş biri. Elinde bu stili yönetebilecek bir oyun kurucu vardı. Habire koşuyorduk. Çapraz koşular yapıp duruyorduk. Sürekli koşmak ve depar atmak üzerine eğitildik. Antrenman yeniden bizim için eğlenceli hâle geldi. J-Kidd harika bir pasör, basketbolu eğlenceli kılan ve bencil olmayan biri.
Kerber: Gelip "Biz % 50'nin üstünde bir derece yapacağız" dedi ve herkes ona "Şaka mı yapıyor bu?" dercesine baktı. Burası Nets. Eğer yüzde 50'lik galibiyet oranına ulaşılırsa şehirde törenler düzenlenir, çünkü o kadar kötüydük. New York'un takımı Knicks'ti ama Kidd'in düşüncelerimizi gülünç konumuna düşürmesi uzun sürmeyecekti -- çok geçmeden o bölgenin en iyi takımı olacaktık.
Kittles: Herkes için yeni bir başlangıçtı. Kenyon Martin'in ilk yılı gibi, yeni bir sayfa açıyordunuz. Geri dönen oyuncularla birlikte, herkes için yeni bir başlangıç gibiydi. Heyecanlıydık.
Chris Carrino (radyo spikeri): Galibiyet sayısının iki katına çıkacağını hiç düşündük mü bilmiyorum ama, sezon öncesinde Jason'ın neler yapabileceğini ve takımı nasıl daha iyi yapabileceğini gördüğünüzde, uzun süredir görmediğimiz bir şeyle karşı karşıya olduğumuzun farkındaydık. Medya gününde kendimi Jason'a tanıtmamı hatırlıyorum, benim de ilk yılım olduğundan bahsetmiştim ve "Sanırım beraber ilerleyeceğiz" demişti. Ben 31 yaşındaydım. Ligdeki en genç spiker. Ve ilk yılımda böyle bir maceraya tanıklık edecektim.
Thorn: İyi gittiğimizi anladığım ilk yer, hazırlık maçlarıydı. Takım kaynaşıyordu. Kenyon döndü ve iyi bir oyuncuya sahip oldulk. Aniden elimizde yetenekler oluşmuştu ve iyi bir takımımız vardı.
Kittles: Hızlıydık. Topu kaybettiklerinde veya ribaundu aldığımızda hemen harekete geçip koşmaya başlıyorduk. Bunu beklemiyorlardı. Hazırlık kampındayken bize karşı zorlanacaklarını biliyorduk.
Kerber: İlk maçta Pacers'a karşı oynarken 9000 kişi yoktu salonda. Sezon açılışı. Yine de Nets'ti. Kazandılar. Ama Jalen Rose 4. çeyreğin başında ve ortasında epey iyi oynuyordu. Kidd "Tamam, onu ben alacağım" dedi. O andan itibaren Rose bir basket falan buldu. 4 ya da 5 sayı. Bütün verimi düştü. Ve Jason, hücumda her şeyi ayarlayan adam, savunmada da rakibin en iyi skorerini savunup etkisiz hâle getierebileceğini gösterdi.
Collins: Sezon öncesinde ve sezon başında biz çok hızlı oynuyorduk, o zamanlar genel olarak takımlar düşük tempo oynuyordu. Şimdilerde ise oyun evrildi. Sezon öncesinde sadece çok hızlı oynayıp kazanmıyorduk. Fark da atıyorduk. Bu özgüven kazandırır. Sezon içinde bize yardımcı olan başka bir etken de kadro derinliğiydi. İdmanlarımız harikaydı. Kadro derinliğimizin ne kadar fazla olduğunu yıllar geçtikçe daha iyi anladım.
Thorn: Sezona başlarken, Playoff görebileceğimizi ümit ediyordum. Birkaç hafta geçtikten sonra o sınırı geçeceğimizden fazlasıyla emindim. Şimdi mesele şuydu: Doğu'da ne kadar ileri gidebileceğiz? Takım çok daha iyi olmuştu. Her akşam rekabet edebiliyorduk ve daha iyi olduğunuzu anladığınız an, deplasmanda alınan galibiyetlerdi. İçerde çok iyiydik, ama güçlenmeye başladık ve deplasmanda da galibiyetler gelmeye başladı. İşte o zaman takımın daha iyi olduğunu fark ediyorsunuz.
Nets, kulüp rekoru kırarak 52 galibiyete ulaştı ve ilk kez grup birincisi oldu. Savunma ratinginde birinci oldular. Gözle görülür şekilde dengelilerdi: En skorer oyuncu 14.9 sayı ortalaması ile Kenyon Martin'di, arkasından 14.8 ile Van Horn ve 14.7 ile Kidd geliyordu. Kidd ortalama 9.9 asist, 2.1 top çalma ve 7.3 ribaund ile bu alanlarda liderdi. İronik biçimde, altı yıllık zaman aralığı içerisinde, Kidd'in asist kralı olmadığı tek sezon buydu.
Thorn: Bir takım olmuştuk. Rakipleri bire birlerle yenmiyorduk. Topu hızlı çevirerek, fast break'ler bularak yeniyorduk. Fast break'lerde çok iyiydik. Jason harika bir pasördü ve iyi bitiricilere sahiptik. Özellikle Kittles, Kenyon ve Jefferson, hızlı hücumlarda harikaydı. Aslında defansif açıdan da daha iyiydik, bu da ortalamanın üstünde savunmacılar olan Jason ve Kenyon sayesindeydi. Kidd ligin en iyi savunmacılarından biriydi, Martin de en iyi savunmacılardan biri hâline gelmişti. Kazanmak için iyi olmanız gereken alanlarda gelişim göstermiştik.
Kerber: Oyuncular inanmaya başlamıştı çünkü Kidd inanıyordu. O her şeyin merkezindeki kişiydi. Bir nevi çekim alanıydı. İnancı, sertliği, iradesi; ne derseniz. Bizim için o yavaş konuşan, sessiz denebilecek bir adamdı, ama eminim soyunma odasındakiler için bambaşka biriydi. İnanılmaz bir adamdı. Gece ile gündüz kadar büyük bir fark yaratmıştı burada. Galibiyetleri sürdürdüler ve 52 maç kazandılar. Önceki sezonun iki katıydı ki gerçekten çılgınca.
Carrino: Bu takımla ilgili asıl mesele, kimsenin onların hakkını vermeye yanaşmamasıydı. Sezon boyunca hakim olan his, bunun şans işi olduğu ya da Doğu Konferansı güçsüz olduğu için bu sonucu ortaya çıktığı yönündeydi. Aynı şey şimdi de var. Ama kimse gerçekten buna inanmak istemiyordu. Bunun Jason'ın hâlâ itibarını kurtarma peşinde olmasıyla ilgisi var mı bilmiyorum. Kimse bu pozisyonda oynayan bir oyuncunun böyle bir etki yaratabileceğine inanmıyordu. Ve o zaman şimdiki gibi ligde oyun kurucuların altın çağı değildi.
Eagle: O zamanlar Nets'teki sekizinci yılımdı ve sezon ilerledikçe ne kadar çok insanın sahada ne olup bittiğiyle ilgilendiğine, lokanta, AVM veya sokakta bana ve Bill Raftery'ye gelerek Kidd ve yayınlar hakkında sorular sorduğuna inanamazsınız. Bir dönüşüm gerçekleşiyordu. Aniden taraftarlar takımla ilgilenmeye başamıştı ve her şeyin merkezinde Kidd vardı. Harekete geçirici faktör oydu.
Eğer Nets sonuçlarla şaşırttıysa, onları ayakta tutan da stilleri oldu. Yarısaha hücumlarındaki Princeton öğeleri, bire bir zorlamalar ve ikiye bir oyunlardan bir kopuştu. Martin, Kittles ve Jefferson potaya doğru süzülürken Kidd geçiş hücumlarını zorluyordu.
Kerber: 30 yıla yakın zamandır NBA izlerim veya işim için takip ederim. Gördüğüm en eğlenceli takım onlardı. Magic'li Showtime Lakers'ı da öyleydi fakat bu adamlar başkaydı. Onlara topu, bir şey çıkarabilecekleri yerlerde verirdi. Koştukları zaman herkes kadar iyilerdi.
Eagle: Kadro onun gibi biri için biçilmiş kaftandı. Kenyon Martin, Kerry Kittles, Richard Jefferson... Geçiş hücumundaki en iyi formlarındaydılar ve Kidd, kimsenin onu hayal kırıklığına uğratmak istemeyeceği biriydi. Odaklanmış durumdaydı. Bence bu onun kariyeri için bir yol ayrımıydı ve bunun farkındaydı. Medya açısından ülkedeki en büyük pazarda olduğunun bilincindeydi, ligdeki bazı gözleri açmak için iyi bir fırsat eline geçmişti.
Kittles: Top bize geçtiği anda o ve ben senkron hâlinde olurduk ve devam ederdik. Benim ne zaman boşa çıkacağımı ve hızlı hücumda ne zaman hareket hâlinde olduğumu bilirdi. Topu istemek için elimi kaldırmam falan gerekmezdi. "Senin nerede olduğunu biliyorum ve top sana gelecek" derdi.
Carrino: Jason her şeyi değiştirdi. Herkesi birer skorer hâline getirdi. Geçiş hücumunu zorlamaları, savunmaları... Showtime günlerindeki oyuncu gücü elinde yoktu ama koçları Bryon Scott savunmadan anlıyordu ve oyunu yönetebiliyordu: Jason ve ona uygun takımı sahaya çıkar, takım da kazansın.
Playofflar'a ilk sıradan katılan Nets, ilk turda iki sezon önce final görmüş olan Pacers'la oynuyordu. İlk maçı Kidd'in 26 sayı-8 ribaund-9 asistlik performansına rağmen Pacers kazandı. Sonraki iki maç Nets'in almasının ardından --Kerry Kittles'ın 22 saniye kala bulduğu üçlük, 3. maçta skoru 85-84 yapmıştı-- Pacers 5. maçı kazandı ve son maça gidildi. Maçta iki uzatma devresi oynandı. Kidd'in 31 sayısına 8 ribaund, 7 asist ve 4 top çalma eklediği maçı Nets 120-109 aldı ve 1984'ten bu yana ilk kez bir playoff serisi kazanmış oldu.
Carrino: Bu serüvendeki, hatta belki bütün onyıl içerisindeki en önemli seri, Indiana'ya karşı oynadığımız ilk tur serisiydi. Indiana tipik 8. sıra takımlarından değildi. Sezon içinde birçok sakatlıkla uğraştıktan sonra nihayet herkes sağlığına kavuşmuştu ve playoff'a kapağı atabilmişlerdi. Eğer sağlıklı kalabilselerdi, muhtemelen şampiyonluğa oynarlardı.
Eagle: Bu seriyi kazanmakla sanki tüm organizasyon omzundaki bir yükten kurtulmuştu. Kalitemizi kanıtlamıştık. Ayaklarımız yerden kesilmişti. Jason Kidd de bir kez daha ne kadar dominant olabileceğini göstermişti. Maçı o almıştı.
Kerber: Gördüğüm en iyi maçtı. 5. maçı görene dek Dominique-Bird kapışmasını zikrederdim. Çifte uzatmaya gidilmesi, Richard'ın kaçırdığı iki faul, Reggie'nin neredeyse yarı sahadan soktuğu şut... Bu galibiyet çok değerliydi çünkü her şeyi geçerli kılıyordu. Eğer normal sezonda 52 maç kazanmanın ardından ilk turda, 8. sıradan gelen takıma elenseydik, herkes "Aynı Nets işte..." diyecekti.
Thorn: Nets'te geçirdğim zaman içerisinde hatırladığım en iyi maçlardan biriydi. Çok zor, dişe diş geçen playoff maçlarından biriydi. Sonunda kazandığımız için şanslıydık.
İkinci turda Hornets'a karşı tek gerçek drama, 3. maçta Kidd kafasını yarınca gerçekleşti. Nets beş maçta seriyi aldı ve Boston Celtics'le Doğu Konferansı Finalleri'nde eşleşti. 3. maçın son çeyreğindeki kötü performans, 1987'den bu yana ilk kez NBA finali görme peşinde olan taraftarlarla dolu Boston'da oynanacak 4. maç öncesinde 2-1 geri düşmelerine sebep oldu. Sonraki üç maçı da kazanıp, finale yükseldiler.
Thorn: Bitime 10 dakika kala yirmi sayı öndeydik ve maçı kazandılar. Boston Garden'da kulakları sağır eden bir gürültü vardı. İnanılmayacak bir ses. Geri gelip maçı kazandılar ve Antoine Walker ile Paul Pierce sevinirken hakem masasına yuvarlandı. Taraftrlar delirmişti. Durum iyi görünmüyordu.
Carrino: Seri elden uçup gidiyordu ve yapabilecek hiçbir şey yoktu. O maçın son çeyreğindekinden daha korkutucu bir ortam görmedim.
Eagle: 3. maçın ardından darmadağın haldeydik. O günkü TD Garden'dan daha gürültülü bir salon görmedim. Ortaya konan çözüm yalnızca Kidd'in değil, aynı zamanda Bryon Scott'ın da kararlılığıydı. Ertesi gün basın ona "Dün uyuyabildiniz mi?" diye sorunca, "Bebek gibi uyudum. 4. maçı kazanacağız" şeklinde yanıt verdi. Muhabirler gülüyordu ama o tamamen ciddiydi. Sorunla kusursuz biçimde başa çıktılar; Kidd'in gözlerinde yine o, takım arkadaşlrına "Beni takip edin" diyen ifade vardı.
Carrino: Byron hep çok sakindi. Ekibin geri kalanının ve Jason'ın 3. maçın ardından herkesi oturtup "Endişelenmeyin, geri dönüp 4. maçı alacağız" dediğini biliyordum. 4. maçı kontrol ettiler ve eve dönüp 5. maçı da aldılar.
Collins: İşler zora girdiğinde J-Kidd gibi duruma hakim olacak bir adamınız varsa ona bakarsınız ve o da "Hazırım" der. Bu tip bir sakinlik, soyunma odasına yayılır. "Pekala, bunu yapabiliriz, çünkü takımımızda çıkıp triple-double yapabilecek biri var."
Kerber: Kaybetmelerine izin vermeyecekti. Her zaman doğru şeyi yapıyordu. Hep doğru oyunu oynuyor ya da doğru pası veriyordu. Savunmada da acayipti. Ne zaman geri düşseler bir yolunu buluyordu. O zamanlar birisi --gerçekten saygı duyduğum birisi-- bana o Batı'da oynadığı için yeterince izlemediğimi söyledi. Gerçekten takdir edeceğiniz birisi dedi bunu. "İyi olduğunu biliyorum" dedim. "Bundan daha iyi" diye cevap verdi. Ben de "Evet, o bir All-Star" dedim. Şöyle yanıtladı: "Hiçbir fikrin yok. O bundan da iyi."
Boston'daki zafer, Nets'i kulüp tarihinin ilk NBA Finalleri'ne taşıdı. Ama onları bekleyen, Sacraento Kings'le yedi maçlık bir konferans finali serisinden çıkan, üçleme peşindeki, Shaq ve Kobe'li Los Angeles Lakers'tı.
Carrino: Zordu. Hızlı bir değişim olmuştu. Tüm o yolu gitmek zorundaydık. Kimse alışamadı, Jason bile. İki kez bunu gördükten sonra, organizasyondaki herkesin nasıl daha fazla hazırlandığını biliyorum: Oyuncular, teknik ekip... İlk sene, kimse nasıl bir curcunanın içine düşeceğini bilmiyordu. Her şey farklı. Salona gidiyorsunuz, maçtan 1.5 saat önce sahaya çıkıyorsunuz, tüm yıl boyunca tecrübe ettiğiniz hiçbir şey gibi değil. Sirk gibi. Bundan önce Playoff'ta kime karşı oynadılarsa kendilerine güveniyorlardı ama bu kez daha bir zor olacak gibiydi.
Kittles: Harikalardı. İyi yönetilen bir takımdı. Tecrübeli oyuncuları vardı. Süperyıldızlar hakkında çok sık konuşuruz, onlar süperyıldızdı; yanlış anlamayın, aynı zamanda baskın oyunculardı da. Ama onları özel bir takım yapan, herkesin takım için oynamasıydı. Çok dengeli bir takımdı. Herhangi bir zayıflıkları yoktu. Süperyıldızlarını nasıl oynatacaklarını biliyorlardı.
Eagle: Normalden daha kalın kadro tercihleri yaptılar. Yıldızların etkisine ve Shaquille O'Neal'ın saf gücüne karşı koyamazlardı. Cevapları yoktu. Muhtemelen süpürülmemeleri gerekti. Ama serinin başlarında eşleşmelerde üstün oldukları anlaşıldıktan sonra Lakers'ın şampiyon olacağı belliydi.
Thorn: Shaq'a hiçbir şey yapamadık. Shaq çok büyük, yetenekli, çabuk, güçlüydü; elimizden bir şey gelmezdi. Üstüne Kobe'yi ekleyin. Eğer seriye bakarsanız, üç maç yakın geçti. Sadece 2. maçta rahat yendiler. Bizden daha iyilerdi. Bir ya da iki maç kazanmış olmayı isterdim ama açık olarak bizden daha iyilerdi.
2001-2002, Nets'in 6 yıllık playoff serisinin ilk sezonuydu. Atlantik Grubu'nu 5 yılda 4 kez kazandılar ve 2002-2003 sezonunda tekrar finale yükselip San Antonio Spurs'e altı maçta yenildiler. Kidd 2002 ve 2004'te All-NBA birinci takımına seçildi, 2003'te ise ikinci takıma. 2003 ve 2004'te asist kralı oldu, Nets'i beş kez All-Star maçında temsil etti ve bu altı sezonda da All-NBA savunma takımına seçildi. Nets kariyeri, 19 Şubat 2008 tarihinde Dallas Mavericks'e takas edilmesiyle sona erdi.
Carrino: Kidd geldi ve tüm parçaları birleştiren kişi oldu. Kidd'in liderlik ettiği, Finaller'e ulaşan takım, her zaman kendisini oluşturan parçalardan daha büyük olarak görülecek. Çünkü Jason Kidd her şeyi bir araya getiren yapışkandı. Herkesi taşıdı. Birçok iyi rol oyuncusu ve Jason her şeyi uygun hâle getirdi.
Eagle: Benzersiz ve özel bir yetenekti. Maça tamamen damgasını vururdu. Eğer skor bulmaları gerekiyorsa skor bulurdu. Ribaund almaları gerekse ribaund alırdı. Eğer topu paylaşmaları lazımsa, bunu sağlardı. Neye ihtiyaçları varsa onu yapardı. Bunu bireysel bir odaktan yapardı. Oyuna farklı bir anlayış getirmişti.
Kerber: Takımlara bakarsanız, ilk söyleyeceğiniz şeylerden biri, gelişimin adım adım gerçekleştiğidir. Genellikle kötüden iyiye doğru giden bir takımın ilk yaptığı şey, içerdeki maçları kazanıp dereceyi en azından yüzde 50'ye getirmek olur; sonra dış sahada kazanmak, ardından playoff görmek, playoff'ta oynamak. Jason sayesinde. Nets bu aşamaların hepsini geçip, doğrudan Finaller'e çıktı.
Kittles: Attığı paslara gülerdik. Bir pasını hatırlıyorum --Detroit'te oynuyorduk-- yarı sahanın oralarda yavaşlamıştı, ben sağ kanattan koşuyordum ve birinin bacak arasından pası gönderdi. Ama bu yavaş bir bounce pastı ve saha dışına çıkacağını düşündüm. Fakat top yere sekip ters istikamete gitti, ben de topu yakaladım ve sayıyı buldum. Kaç kişi o topu öyle atabilir ki?
Eagle: O sezon benim için yinelenen tema onun yeteneğiydi; görevine kitlenmiş bir adam gibiydi. Maç anlatıcılığı işinin daha zevkli olabileceğini biliyorum. Oyunuyla bu işi yeni zirvelere taşıdı, ne yaptığını tanımlamanın bir yolunu buldu ve bu unutulmaz anlar ile taraftarla arasındaki kanal oldu -- bunu simule edemezsiniz. Buna hazırlıklı olamazsınız. Beni daha iyi bir anlatıcı yaptı. Kidd herkesi daha iyi yaptı, ben dahil.
(Yazının orijinali burada. Hikayenin kalanını anlatan bir video için de şuradan.)
Yorumlar
Yorum Gönder