Sözlü Tarih: NBA Tarihini Değiştiren Dört Kelime

MICHAEL JORDAN KAÇIRDI. Chicago Bulls ve Utah Jazz arasında oynanan 1997 NBA Finalleri'nin ilk maçının bitimine 35.8 saniye kala, NBA tarihinin en büyük oyuncusu, maçı kazandıracak olan serbest atışı kaçırdı. Ve şimdi, aşağı-yukarı 26 saniye kala, basketbol dünyası kaosun içine düşmüştü: Jordan o an için çuvallamıştı ve ufak bir farkla (986-957) Karl Malone'u normal sezon MVP'si seçen katılımcılar haklı durumdaydı. Bu arada, Jazz ilk maçı alıp iç saha avantajıyla yoluna devam etmek üzereydi ve Chicago'nun beşinci şampiyonluğuyla birlikte ikinci üçleme hayalleri de tehlikedeydi.

Ve sonra, Scottie Pippen ortaya çıktı. Geleceğin Hall of Fame üyesi, 1990 ve 1994 playoffları'nda bu tip maç sonlarında spot ışıklarını üstüne çeken adam, içine kapanık biri olmaya devam ediyordu. Ancak 9.2 saniye kala, maçı bitirme şansı elinde olan Malone faul çizgisindeyken, Pippen spor tarihindeki en büyük trash-talk örneğini ortaya çıkarır ve gerekeni yapar.

Büyüleyici kültürel, istatistiksel ve tarihsel alt metinlerle dolu bir cümle. Öyle zekice bir cümle ki, bir mirası kurtarıp diğerini yeniden yazıyor ve üçüncüyü yok ediyor. Ve Chicago Bulls'un 1997-98 sezonunun yaşanmasına imkan verip 23 yıl sonra şu salgın günlerindeki sporsuzlukta bizi kafayı sıyırmaktan kurtaran belgesel, 'The Last Dance'in çekilmesini mümkün kılan bir cümle.



"Karl Malone ortaya çıkmalı. MVP zamanı." Jordan'ın kaçan faul atışı sonrası Utah Jazz, 82-82'lik skorla yarı sahayı geçerken, NBC yorumcusu Bill Walton bunları söylüyordu. Ama hücum süresinin bitimine 2 saniye kala Bulls savunması sağlam dururken John Stockton'ın son anda yolladığı üçlük çemberin arka tarafına çarptı ve sol tarafa doğru sekti (Bulls guardı Steve Kerr, Chicago maskotu Benny'nin molalarda yaptığı şov smaçları yüzünden çemberin gevşediğini söylüyor). Malone ribaundu almaya doğru koşarken, yetişen Dennis Rodman sırtına tırmanıp faul yaptı. 

Bu final serisinin ilk 47 dakika ve 50.8 saniyesinde Malone iyi iş çıkarmıştı: 23 sayı, 15 ribaund, çizgiden 3/4. Ve 9.2 saniye kala henüz MVP ödülünü kazanan oyuncu spor tarihini yeniden yazma şansıyla faul çizgisine geldi.

Brad Rock (Deseret News köşe yazarı, 1994-2019): Önceden 19.911 kişinin Jazz taraftarının çıkardığı sesten daha fazlasını çıkaramayacağını söylerdim ve bu Chicago'da da böyleydi. Karl çizgiye gelirken sağır edecek bir gürültü vardı. Kulaklarım günlerce çınladı.

Dave Allred (Utah Jazz halkla ilişkiler ve iletişim başkan yardımcısı, 1981-2003): Bu seriye şu beklentilerle girmiştik: "Umarız rekabetçi olabiliriz. Umarız onları yedinci maça zorlayabiliriz." Sonra bu atmosferde oraya çıkıyorsun, gayet yoğun bir atmosfer ve maçı kazanma fırsatı eline geçiyor. Demek istediğim, hakiki bir kazanma umudu...  Orada oturmuş, şöyle düşünüyorduk: "Tamam, kazandığımızda maçtan sonra NBC bu kişiyi isteyecek ve sonra da Koç Sloan'ı alıp içeri götürmeliyiz." Daha o andan maç sonunda yapacağımız işleri düşünüyorduk.

Jason Caffey (Bulls forveti): Karl çizgiye gelirken aklıma Tupac'ın o şarkısı geldi: "All Eyez on Me." O anda tüm dünyanın gözleri senin üzerinde. Bir adada tek başınasın.

Rock: Maç Karl'ın ellerindeydi. Bir serbest atış sokacaksın ve belki NBA tarihi baştan aşağı değişecek.



Bulls taraftarlarının beyaz balonları sallamaya başlamasıyla beraber Malone da meşhur serbest atış öncesi ritüellerine başlamıştı. Bu, bir dizi driplingle başlayıp topu yüzünün hizasında döndürerek ve yarı çömelmelerle devam eden, ardından da bir mantranın fısıldandığı, özene bezene yapılmış bir sekanstı. "Kay ve bebeğim için." Kariyerinin ilk dönemlerinde serbets atış çizgisinde çok fazla zorlandıktan sonra Malone, psikolojik bir destekle beraber kendisi için bir mantra geliştirmişti. 

Jazz'ın acımasız iç perdelere ve pick-and-roll'lere dayanan fiziksel yarı saha stilinde oynadıkça, Malone serbest atışlarına daha çok güvenmeye başladı. Maçların ardından vücudunun üst kısmında derin çizikler olurdu (Yine de, zarar gördüğü kadar zarar vermiştir: David Robinson'ı nakavt etmesi ve Isiah Thomas'ın kaşını yarması bunlardan sadece bir kısmı). Malone 8 kez ligin en çok serbest atış kullanan oyuncusu oldu ve o sezonda da 521 ile en çok isabet bulan, 690 ile de en çok faul kullanan oyuncusu olmuştu.

Ama serbest atış isabetleri her zaman bir tehdit değildi.

Frank Layden (Jazz koçu, genel menajeri ve başkanı, 1979-99): Çaylak yılında bu konuda öyle kötüydü ki, kasti faul yaparlardı. Hack-a-Shaq gibi yani. Ona şöyle dedim: "Bak, ligde yitip gidebilirsin. Sen iri, sert bir çocuksun ve herkesle mücadele edip uzun süre oynayabilirsin ve iyiye gitme şansı da bulabilirsin. Ama büyük olmak istiyorsan, şutuna çalışman gerekiyor." Ve sıkı çalışarak harika bir faul atıcısı oldu.

Sam Smith (Chicago Tribune yazarı; çok satan Jordan Rules'ın yazarı): Şu açıdan Shaq gibiydi: İdmanda yüzde 80'le atardı ama maça çıktığında ve süre durup herkes ona baktığında panik yapardı. Şimdi ise çalışarak daha iyi bir serbest atışçı olmuştu ama biri gelip vırvır edip moralini bozacaksa, tam da vaktiydi.

Karen McDermott (yazar): En iyi trash-talk cümleleri ya acımasız, ya yüzsüzce ya da zekice olur. Kafanızda kendinize dair bir imge var ve bu imge, trash-talk tarafından deşilmeye başlandığında kendinize güveninizi ve kimliğinizin ne olduğunu sorguluyorsunuz ve bu çok güçlü bir öfke ve utanç tepkisine sebep oluyor. Eğer bu tip bir şeyden kolay etkileniyorsanız, şimdi aklınıza girmiş demektir. "Pekala, şimdi baskıyı hissediyor."

Greg Ostertag (Utah Jazz pivotu): Hiç bahsedilmeyen şey ne, biliyor musunuz?  Karl'ın şut attığı elinde Houston'a karşı oynadığımız seriden kalan büyük bir yanık var ve Chicago'da ne zaman çizgiye gitse o eline bakar.

Mike Shimensky (Jazz antrenörü, 1997 yılındaki demeci): [İlk maçın üçüncü çeyreğindeki] smaca dek iyi hissediyordu. Orada yeniden nüksetti.

Smith: Bir Jerry Sloan takımında kimse bunu duymak istemez: Sakatlık bir mazerettir. Bir sakatlık hakkında yakınacak en son kişiler Jerry ve Karl'dır.

Layden: Meksika'da bir hazırlık maçı yapıyorduk ve Karl'ın baş parmağı bileğine dek esnedi. Berbattı. Soyunma odasına götürdüler. Hepimiz doktorun etrafında toplanmış, onu o akşam geri götürmek, ameliyatı nasıl olur falan diye konuşurken Karl'ın feryadını duyduk. Parmağını yerine takmıştı ve masöre "Bantla" dediğini duyduk. Bu bir hazırlık maçı, hatırlatayım.

Caffey: Karl'ın kuvveti başka seviyedeydi. Bir kere Miami deplasmanındaydık, bir spor salonuna gitmiştik. Jazz'ın az önce oradan ayrıldığını söylediler. Tabii sordum hemen: "Karl kaç bastı?" 180 kilo kaldırmış ve bana mısın dememiş.

Karl Malone (1997 yılından): Soyunduğum zaman oynamaya hazırım demektir ve hiçbir mazeretim olamaz. Birçok şeyle uğraşıyorsunuz. Hepsini geçtim, NBA Finalleri bu-- ne yapmam gerekiyor?



Malone'un eli, 1997 NBA Finalleri'nin o anda United Center'ın içinde kesişen birçok ana hikayesinden biriydi. Malone'un sağ omzunun hemen orada, yan tarafta Jordan duruyordu. İnsan ötesi MJ ile beraber, Bulls oyuncularının çoğu ünlü isimlerdi. Bazen yanlış sebeplerden de olsa. O âna dek Pippen, playofflar boyunca iki kez çok kritik anlarda çuvallamasıyla biliniyordu. 1990'da Pippen, Pistons'a karşı yedinci maçta migrenle cebelleşirken 1/10 ile oynamıştı; 1994'da da 'Oturan Boğa' lakabını kazandığı olayda, Knicks'e karşı, maçın bitimine 1.8 saniye kala oyuna girmeyi reddetmişti çünkü son hücum kendisi yerine Toni Kukoc'a çizilmişti.  

Bu arada ilk final serisini oynayan azimli bir ufak pazar takımı olarak Utah, çizgiye gitme konusunda mahirdi. O sezon ligin en çok serbest atış kullanan (1858) ve isabet bulan (1796) takımıydı. Jazz tam bir aile kulübüydü: Maç sonu basın toplantısında Jordan'a eşlik eden kişi, takımın halkla ilişkiler sorumlusunun 11 yaşındaki kızıydı. Malone da bu imaja uyuyordu. Kırsal kesimde, Louisiana'da büyüyen; avcılık, balık tutma ve pick-up sürmeyi seven; Brad Rock'a göre Bill Cinton yönetiminde vergilerin yüksekliğinden şikayet eden bir adam. Malone mavi yakalı bir imaj vermek için çabalamış olabilir ama konu başka yerlere gitti. Jim Rome ona "Dünyadaki tek Afro-Amerikan redneck diyerek" çok ileri gitti. Bulls da seviyeyi biraz daha ileri götürdü. Phil Jackson, Stockton ve Malone'a çirkef oyuncular dedi ve Mormonculuk'u bir 'tarikat' olarak kategorize etti. Bison Dele de Salt Lake City'nin tuzlu su karidesi gibi koktuğunu söyledi. Dennis Rodman kötü performansını "Bu amına kodumun Mormonları etraftayken senkronize olmak zor" diyerek açıkladı. 

Zıtlaşmalar sahaya, hattâ takım oteline kadar sıçramıştı. 

Ostertag: İnsanlar bizimle oynamak istemezdi çünkü rakiplere toslardık. Sizi box-out ederiz, perde yaparız. Burada aslan payı Jerry Sloan'ın. O böyle oynatıyor ve oyuncularını böyle yönetiyor. Jerry sahaya çıkıp mücadele eden ve burnunu kanatan, sonra kenara gelip burnuna tıpa takan, ardından sahaya geri dönen cevval oyuncu türünden biriydi -- takımını da böyle inşa etmişti.

Rock: Jerry Sloan'ın takımlarında kardeşlik olayı pek yoktur. Ama rakipler Malone'u dirsekleri yüzünden pek sevmez, taşralı olduğundan değil.

Smith: Karl herhangi türden bir hedef değildi. Scottie bir Arkansaslıydı; ikisi de benzer geçmişe sahip, ufak üniversitelerde okumuş, avlanmayı ve balık tutmayı seven güneyli çocuklardı. Ve muhtemelen bu yüzden yaptı. Malone'a karşı diğer oyunculardan daha rahat hareket etmiş ve bir çeşit akrabalık hissetmiş olabilir. Belki Scottie, diğerleriyle yapamadığı geyiği Karl'la yapmış olabilir.

Rock: Jazz'da ağzını açmayan John Stockton vardı ve Postacı tam bir trash-talk'çu sayılmazdı. Final serisinde karşılaşacakları Bulls, senelerce Detroit Pistons gibi bu işin ithalatını, ihracatını, yeri gelince imalatını yapan bir takımla oynayarak yıllar içerisinde bu işlere karşı şerbetlenmiş bir ekipti. Phil Jackson da bu işlerin psikolojoik kısmında oldukça iyiydi ve öyle değilse bile öyle olduğuna inanıyordu. Yani Bulls tarafında işin oyuncu tarafı epey gelişmiş durumdaydı.

Caffey: Michael trash-talk konusunda acımasızdı. Demek istediğim, her konuda laf sokardı. İçtiğiniz kahveye dahi laf atardı.

Antoine Carr (Utah Jazz forveti): Bulls'la oynamanın en kötü yanı, hem onlara, hem de hakemlere karşı nasıl mücadele edeceğinizi çözmeye çalışmaktı. Çünkü bilirsiniz, Jordan'a dokunduğunuz anda faul çalınırdı.



Ostertag: Trash-talk işinin Karl'ı genelde başka şekillerde etkilediğini gördüm. Mikki Moore, 90'ların sonunda Detroit'te oynuyordu. Bir gün onlarla oynarken arka arkaya iki pozisyonda Karl'a karşı sayı buldu ve kendi yarı-sahasına dönerken şöyle bağırdı: "Topu bana verin! Bu yavşak beni tutamaz!" Ve o zamanlar hâlâ Pistons'da oynayan Grant Hill maçın ortasında ona doğru koşup şöyle dedi: "Kes sesini. Bu tip adamlarla böyle konuşulmaz." Ama çok geçti. Sanırım Karl o maçta 30 küsur sayı attı -- 40 da olabilir. Grant Hill'in Moore'a doğru koşuşu hâlâ aklıma geldikçe beni güldürür.

Caffey: Postacı'ya saygım büyük. O gölette ondan daha sert sadece bir timsah vardı, onun adı da Michael Jordan'dı... Bütün fiyakamız Michael'dan geliyordu. Scottie rahat ve doğrudandı. Beni kanatları altına almıştı. Ron Harper? Onu hiç sevmezdim, güvenilmez biriydi. Dennis'in iki kelime arka arkaya kullandığını görmedim. Phil Jackson bana, Steve Kerr ve Jud Buechler'a Dennis hafta boyunca dışarı çıkıp içtiği zaman gözkulak olma ve sorun çıkarmadığından emin olma sorumluluğu vermişti. 

Carr: Bulls'la oynamanın sevdiğim tarafı, Chicago kentinin de her zaman bir şeyler yapmaya çalışmasıydı. Final serisinde bir maçtan önce Chicago'da otel odanızda otururken aniden bir Playboy modeli kapınızı tıklatır ve pastayla gelirdi. Birden fazla kez başıma geldi bu. Üstünde bir kürkle gelir, pastayı size sunarken o kürk düşer: "Chicago'ya hoşgeldin!" Ama genç biriysen ve bu önemli maçtan önce düşüneceğin tek şey güzel bir kızsa, bu sende işe yarar. Bana bir etkisi olmadı. Pasta güzeldi gerçi.

Smith: Scottie playofflar'da birçok sıkıntı yaşamıştı. Gazeteciler için "Migrenim var" ya da "Bana ne, oynamayacağım, çünkü şutu Toni Kukoc atacak"tan veya Scottie'nin iyi bir bitirici olmadığı çünkü asla son şutu kullanmadığından farklı olarak nadiren Scottie hakkında yazacak bir şey, bir alıntı ya da mizah içeren herhangi bir şey, takım arkadaşlarını cesaretlendirecek bir cümle çıkardı. Ülke çapında Scottie hakkındaki muhabbet hep bu şekildeydi. Dolayısıyla  Michael'a bu sonu hazırlamak, onların birbirini tamamladığını, birlikteyken mükemmel bir ikilinin neredeyse kusursuz örneğini ortaya koyduklarını kanıtlayan bir örnekti: Scottie taşı gediğine oturtacaktı ve Michael son şutu sokacaktı.

Smith: Şiirsel bir sondu.



Malone'un serbest atışı için sağ tarafta yerini almadan önce Pippen, onun yanına giderek trash-talk tarihindeki en büyük dört kelimeyi söyledi.  

Scottie Pippen: Kulağına şunları fısıldadım: "Postacı pazar günleri çalışmaz."

McDermott: Ne zaman bir trash-talk bizi kim olduğumuz gerçeği ve yeteneklerimizin sınırlarıyla yüzleştirse, bu, öfke ve utanç eğilimini tetikler. Serbest atış isabeti bulmak için kaba kuvvet değil, kontrol ve konsantrasyon gerekir. Öfke ve utanç, serbest atış gibi bir şeyi becerebilmek için ihtiyacınız olan ince motor fonksiyonlarınızı kontrol etmeyi zorlaştırır.

Pippen: Kafamdan bir anda çıkıvermişti -- doğaçlama.

McDermott: Bu daha da etkileyici kılıyor. Tüm maç boyunca bunu içinde tutup, sonra bitime 10 saniye kalana, Malone'un serbest atışına dek beklemesinin mümkünü yok. Daha önce bunu yapmak isterdi. Böylece bu, an itibariyle gerçekten o fikrin kafasına girdiği inandırıcılığını ödünç verir.

Smith: Tüm zamanların en iyi trash-talk cümlelerinden biri. Ve buradaki büyük ironi, bu cümlenin normalde bu işlerle alakası olmayan birinden gelmesi.

Pippen: Aslında kişisel bir şey değildi. Karl adamımdır. Bazen beni Utah'ta havaalanında karşıladığı bile olurdu. Onunla ilişkim basketboldan öteye gider. Ona bir şaka yapmıştım çünkü erkek kardeşim bir postacıydı.

McDermott: Daha önce birinden trash-talk'a maruz kaldıysanız, bunu filtrelemeyi öğrenirsiniz. Fakat bu, beklenmedik birinden gelirse, aklınıza daha fena kazınır. Yani eğer bunu Jordan veya Rodman'dan beklemişse ve geldiği yer bu değilse, zayıf tarafından vurulsa, bunu beklemediği için etkisi daha fazla olur.




Mark Giangreco (WLS-TV Chicago, spor spikeri): İnsanlar Scottie'nin ne kadar eğlenceli, zeki ve kurnaz olduğunu unutuyor; ama Batman'in Robin'i olduğunuz zaman, bu meziyetler Michael Jordan'ın arkasında kaybolur. Hep öyle oldu. Scottie'ni Ewing'in üstünden smaç vurup sonra ona baktığı, ardından da Spike Lee'yle dalaştığı anları hatırlıyor musunuz? İnsanların aklına hep Reggie Miller'ın Spike'la atışması gelir. Ama emin olun, kimse Scottie kadar Spike'ın hakkından gelemedi.

Pippen: O zamanlar Spike benim kahramanım değildi. Evime gelip bana laf attığında "Geç otur" derdim.

McDermott: Bu örnekte Scottie, belki de yanlışlıkla, Karl Malone'un inşa etmek için çok uğraştığı --her zaman teslimatı yapan Postacı-- ideal ego ve imgeye temas etti ve bu onu zayıflattı.

Smith: Bu sözleri Michael Jordan'a söyleyin, zerre etkilemez. John Stockton için de aynısı geçerli. Ruhu bile duymaz.

Ostertag: Onu etkiledi mi -- bunu söylemek zor. Maçın kader anında çizgiye geliyorsunuz, önemini belirtmek gereksiz. Sadece serbest atış kaçırdı. E malum, Steph Curry de kaçırıyor. Oluyor böyle şeyler.

Caffey: Olumlu ya da olumsuz, herhangi bir söz tansiyonu yükseltir. Değil Zen Master, ne olursanız olun, o anda duyduğunuz şey bir şekilde beyninize gider.



Malone'un rutini sorunsuz gerçekleşti. Yere vur. Döndür. Yakala. Döndür. Yakala. Yolla. "Kay ve bebeğim için." O sezonun playoffları'nda o âna dek yüzde 78'le faul sokmuştu. Kariyerinde ise pazar günleri toplamında yüzde 77'ydi bu rakam -- tüm hafta içinde en yükseği. Ama Pippen'ın cümlesini hazmettikten sonra Malone'un hareketindeki kinetik pürüzsüzlük tükenmiş gibi görünüyordu. Kilitli bir dirsekle, topu parmak uçlarından fışkırttı. Top çemberin sağ arka tarafına kötü şekilde çarptı ve sol yana doğru sekti. 

Pippen hemen Malone'a doğru yanaştı ve cümleyi tekrarladı. Postacı "Hee, tabii" diye karşılık vererek onunla alay etti. Sonra ellerini kalçasına koyup, tekrar toparlanmak üzere uzaklaştı.

McDermott: İlk atışı kaçırdıktan sonra, ikincide de isabet bulamayacak olması neredeyse kaçınılmazdı.  Çünkü Pippen'ın söyledikleri onu sarsmıştı.

Smith: Eğer böyle bir şeyin sıralaması varsa, ki birileri kesin yapmıştır -- bu cümle kesinlikle orada olmalı. Oradaki en harika şeyse kurnazlık: Pazar, Postacı... Tam uyuyor. Yeni bir hikaye için harika giriş: Kusursuz zamanda, kusursuz tonda, çok sık yapmadığın şekilde...

Pippen: Önemli bir maçtı. Galibiyete ihtiyacımız vardı. Atışları kaçırana dek onda etki yarattığımın farkında değildim.





Yere vur. Döndür. Yakala. Döndür. Yakala. Yolla. Fısılda. İkinci atış havadayken Malone öyle emindi ki, savunmaya dönmek için geriye gitmeye başlamıştı. Top çemberin önünü sıyırdı, yarısı da içeri girdi ama sonra arrka tarafa çarpıp dışarı doğru sekti. Sonra da 2.05'lik Carr'ı açıklanamaz şekilde ekarte eden Jordan'a geldi. Malone inanamıyordu. Döndü, gözlerini kapadı ve çenesini göğsüne doğru düşürdü. Bulls'un molası boyunca Malone kendisine sövüyordu.

McDermott'un bahsettiği utanç ve öfkeyi muhtemelen o anda hakkıyla deneyimliyordu: Geçtiğimiz 40 yılda, Finaller'in son dakikasında öne geçme fırsatı varken birden fazla serbest atış kaçıran yalnızca üç kişiden biri Malone.

Malone (1997 yılından): Ben Summerfield, Louisiana'danım ve bizde bahane olmaz. Herhangi bir mazeretim yok ve herhangi bir bahaneye başvurmayacağım. Serbest atışları isabete çeviremedim. Girecekler sandım. İkisi de girmedi. Mühim atışlardı, ama böyle olmamalıydı.

Caffey: Bu iki atış muhtemelen Utah için tüm serinin gidişatını belirledi ve Karl da bunu unutturamayacaktı. Hayatı boyunca kafasından atamayacak bunu.

Allred: Belki benim hatamdı. Karl atışları kullanmak üzereyken halkla ilişkilerde çalışan Kim Turner'a döndüm ve "Bu maçı alacağız!" dedim. Sonra birden "Aman tanrım, hayır" moduna giriyorsunuz. Ardından daha kötüsü olamazmış gibi, topun Jordan'da olduğunu görüyorsunuz.

Pippen kenardan topu tepedeki Kukoc'a atarak oyunu başlattı ve soldan gelecek Jordan için perde yaptı. 1.7 saniye kala faul çizgisine yakın bir yerde Bryon Russell sağ eliyle topa vursa da top Jordan'ın önünde kalmıştı ve şimdi her şey tamamen onun insafına kalmış durumdaydı. Jordan sola doğru kayıp 6.5 metreden şutu yolladı. Çok net bir şekilde isabetliydi. Her şeyi mümkün kılan Pippen kolları açık hâlde ona koşarken klasik maç kazandıran şut pozunu veriyordu -- alt dudak içeri doğru kıvrık, sağ yumruk sıkılı şekilde havada. 



Michael Jordan (1997 yılında): Son dakikalar kafa kafaya geçti, iki taraf da kazanabilirdi. Malum, bir serbest atış kaçırdım. Karl sonra iki tane kaçırdı. Yani ben şutu sokana dek MVP'ler pek bir şey yapamadı. Maç bir oraya bir buraya kaydı ve son anlarda en iyi oyunu sergileyen, maçı kazanacaktı.

Ostertag: Görünen o ki, Karl'ın kafasına girmişti. Karl tersini söylüyor ama şutları kaçırdı, demek ki doğru olabilir. En büyüklerden olmanın bir parçası bu. Kobe, Shaq, LeBron, Jordan -- bu sporda geçmişte yaşayamazsın. Pippen ne dediyse dedi. Sen de faulleri kaçırdın. Peki. Maçı kaybetmemizin sebebi o serbest atışlar değil. Kendi sahana dönüp savunma yapmalısın ve sonraki pozisyonda onları durdurmalısın. Bunu yapamadık.

Giangreco: Malone'un kafası bozulmuştu. Maçtan sonra birisi ona cümleyi tekrarladı ve gerçekten kızmıştı. Hayal kırıklığı seviyesi çok yüksekti.

Smith: Savunma yapmaya çalışıyordu, modu düşüktü ve olayı aklından atmaya çalışıyordu ama bundan utanç duyduğunu söyleyebiliriz.

Malone (1997 yılında): Beni etkilemedi. Scottie ve ben rekabetçi oyuncularız ve onu arkadaşım olarak görüyorum. Bunu söyleyebilirim çünkü ligde pek fazla arkadaşım yok. 

Pippen: O cümleden bahsedilmesinden hoşlanmıyorum çünkü kimse gerçekten anlamadı. Daha çok aramızdaki bir şaka gibiydi.

Giangreco: Maç esnasında orada ne dediğini duyamayız. Basın toplantısında birisi sordu: "Orada ne dedin?" Ve bir halt yediğini belli eden o sırıtış yüzünde yer etti. Bunu odaya yaydı ve o cümleyi tekrarlamak için sabırsızlanıyordu diyebiliriz. Çok heyecanlıydı. O tok, derin, bariton sesiyle "Ona 'Postacı pazar günleri çalışmaz' dedim" dedikten sonra gülmeye başladı ve ardından bütün millet koptu. Herkes delirdi. Scottie de bundan çok zevk alıyordu.

Smith: Basın odasındaki herkes bu cümle hakkında dövüşüyordu. Ben haberde kullanacaktım. Yok, köşe yazımda kullandım. Özellikle Pippen işin içinde olduğundan. Scottie pek gamsız bir adam değildi. O böyle, bu tip lafları çabucak ağzından çıkarıverecek bir adam olmamıştı... Jordan'ın söyleyeceği türden bir laftı bu. Jordan için ideal bir tek kullanımlık trash-talk cümlesiydi, o yüzden bunun aslında Jordan'dan gelip gelmediğini hep merak etmişimdir. Bunu asla bilemeyiz tabii. 



Rock: Şöyle bir cümle yazmıştım: "Tabii ki Jordan'dır, başka nasıl oynamasını beklersiniz?" Bu Malone'u kızdırdı. Korkmuş muydu bilmiyorum. Akıl oyunlarına maruz kalıyordu. Üstünde durulası bir konu aslında. O anda etkilenip iki serbest atışı da kaçırıyor, bunun yüzünden maçı kaybetmelerinin ardından tüm serinin gidişatı böyle belirleniyor.

Smith: Jordan o cümlenin ardından gülmüştür, eminim. Bu konuda soru geldi ve Scottie'ye yönlendirdi. Bence Jordan, Scottie'nin onu kurtardığını, bu Postacı cümlesiyle yırttıklarını kabul ediyor.

Caffey: Bu cümle sorunma odasında bir şaka hâline gelmişti. Herkes kullanıyordu. Takımın ağzına dolanmıştı. Hani bir rapçi güzel bir cümle kurar da hep söylersin. Biz de o şekilde Postacı Pazar Günleri Çalışmaz'ı bir ağızdan, bağıra bağıra söylüyorduk.

Carr: Bunun Pippen'la ilgisi olduğunu sanmıyorum. Bence Bulls şanslıydı. Doğru zamanda doğru düdükleri aldılar, yoksa Utah Jazz şampiyon olurdu. 1-2 farklı kararla her şey çok farkl olurdu ve sonra Jazz'ın ilk şampiyonluğu belgeseli ortaya çıkardı. Ama şimdi hikayeye büyük Michael Jordan'la devam ediyoruz.

Allred: Kimsenin almamızı beklemediği bir maçı kazanmaya bu kadar yaklaşmamız konusunda hâlâ duygusalım. Ama o iki yıl boyunca oynadığımız final serilerinde bunu defalarca hissettik. Bu iki seri için de iki yıl boyunca yaşanacak bir standart oluşturdu diyebiliriz.

McDermott: Eğer bir kez kullanılmış cümlelere bakarsak, kesinlikle en tepede. Çünkü sonuç açısından bakınca çok kurnazca ve çok önemliydi.

Pippen: Bugün hâlâ, basketbol tarihindeki en büyük cümle olduğunu düşünüyorum.



Üç gün sonra, hâlâ konuya sinirli olan Malone, 97-85 kaybettikleri ikinci maçta 20'de 6 ile şut atarak 20 sayı buldu. Maçın ardından Jerry Sloan şöyle dedi: "Maçın başından itibaren gözümüz korkmuştu."

Ama Salt Lake City'ye dönüldükten sonra Malone silkindi ve kazandıkları üçüncü maçta 37 sayıya imza attı. Rodman'a neden Malone'u savunmakta zorlandığı sorulduğunda "Adam bu oyunun tarihindeki en iyi 50 oyuncudan biri -- öyle basit bir adam değil" dedi. Dördüncü maçta, 8 Haziran'da, bir Pazar günü, Malone kendisini benzer bir pozisyonda buldu: Bitme 18 saniye kala, bir sayı öndelerken faul çizgisindeydi. Pippen bu kez oraya gitmeye çalıştığında Malone ve Jazz hazırlıklıydı. Jazz guardı Jeff Hornacek onu engelledi ve Malone her iki serbest atışı isabete çevirdi. (1998 Finalleri'nde bir maçta Malone yine serbest atış kullanırken, Ron Harper onun oynadığı saç dökülmesini engelleyen şampuan reklamlarına atıfta bulunarak "Rogaine!" diye bağıracaktı.)

Malone (1997 yılında): Ne yapmaya çalıştığını biliyordum, benimle konuşmaya çalışıyordu. Hâlâ ben şut atarken bir şeyler der.

Hornacek (1997 yılında): Karl, Scottie'nin daha önce onu etkilediğini ve postacının pazar günleri çalışmadığına dair bir şeyler dediğini söylemişti. Karl da cevaben "Evet, ama Fedex çalışır" demişti. Scottie yavaş yavaş ona doğru yaklaşıyordu, ben bir şeyler daha söyleyeceğini düşünerek aralarına girdim ve ağzını açmasına izin vermedim.

Malone (1997 yılında): Hayatta bazen ikinci şansınız olmaz. Bir oyuncu olarak bu elime geçsin isterdim. Ve oldu.

Pippen (1997 yılında): Sanırım burada pazarları çalışıyor.

Postacının dağıtımı Finaller'de düzensiz şekilde devam etti. Jazz beş ve altıncı maçları kaybetti ve Bulls, ikinci üçleme yolunda bir adım daha attı. Söylenebilecek olan şey, Pippen'ın ikonik cümlesinden sonra Utah o seride toplam sekiz sayı farkla yenildiği 3 maç kaybetti ve hepsi yakın geçen maçlardı. Bu maçlarda Malone 12/26 ile serbest atış kullandı. Finaller'deki performansı, kendisi de dahil herkesi, MVP ödülü konusunda verilen oylar hakkında sorgulamaya sevk etmişti.

Malone (1997 yılında): Michael Jordan, herkesin de mutabık olduğu gibi, gelmiş-geçmiş en iyi oyuncu. Son dakikalarda Micjael topu istedi, aldı ve sayıyı buldu. Bu konuda herhangi bir şey savunmak zor.

Smith: Bunun sonunda Jordan'ın Pippen'ın kollarında kenara doğru yürüdüğü 'Flu Game' oynandı. Ve bu maç her şeyi gölgede bıraktı. Sonra kimse ilk maçı veya Pippen'ın söylediklerini hatırlamadı. O maç seriyi tanımladı ve diğer tüm şeyler silinip gitti.



Malone 19 yıllık kariyerini şampiyonluk kazanamamış en çok sayı atan (36.928 ile toplamda ikinci), en çok ribaund alan (14.968 ile toplamda yedinci) ve en çok play-off oynamış (19) oyuncu olarak bitirdi. 2003-04 sezonunda Lakers ile geçirdiği tek sezonda, üçüncü kez finale çıktı ama yine yüzüğe ulaşamadı. 

Rock: 1996 yılında konferans finalinde Seattle'a yedinci maçta kaybedip ilk kez final görme şansını kaybetmişlerdi. Maçtan sonra iki otobüs hâlinde, apronda bekliyorduk. Takım otobüsüne baktım ve oyuncuların pek bir şey yemediğini gördüm. Karl ise rahattı ve gülüyordu. Sahada kimse ondan daha savaşçı olamazdı ama maç bittiğinde Karl işine bakardı. Ciddiye almadığını sanmıyorum, bu sadece baskının bitip maçın sona ermesiyle ilgiliydi. Ava çıkmaya hazırdı. İyi görünüyordu. Sonra kapı açıldı, Stockton indi ve apronu boydan boya geçip Pacific Northwest uçağına bindi. Eğer orada kalsa, dayanamayacaktı. İçi içini yiyordu. 30 saniye sonra kapı yine açıldı ve Jerry indi. O zihinsel imge hâla aklımdadır: O iki adam, John ve Karl elleri ceplerinde orada duruyor, etrafa bakıyorlar. Postacı otobüsün arka tarafında ve yoluna gidiyor.

Malone (2004 yılında): Utah'tayken rahat oynamak yerine "Toparlanmalıyım" diyordum. İnanılmaz bir şeydi, çünkü sadece o zamanlar eyalette en çok para kazanan adam olduğumdan değil, ama beklenti çok fazlaydı. Ben de aynı şekilde yaklaşım gösterdim. Bu yüzden de hiç tam anlamıyla zevk alamadım.

Rock: Son duyduğum, onun da Stockton'ın da kapaklı telefon kullandıklarıydı. Eski usul. Birkaç yıl önce ona mesaj attım ama hiç cevap vermedi. Sonra birkaç mesaj daha attım ve cevap geldi: "Brad misin?" Ben de cevap verdim: "Evet, seninle şunu şunu konuşmak istiyorum." Birkaç dakika sonra döndü: "UÇMA BE ADAM." Ondan beri kendisinden haber almadım. Yani benim tahminim, belgeseli izlemediği yönünde.

Layden: Finaller hakkında hiç konuşmadık. 'Alibi Ike' değil o. Asla mazeret belirtmez. Kaybettiysen kaybetmişsindir. Bu kadar. Devam et ve yarın bunu aş.

Rock: Jordan ve Bulls her şeyi gölgede bıraktı. Ama zamanla, geri dönüp bakınca birçok kişi görüyor: "Bir saniye, demek MVP bir faul atışı soksaymış, tüm hikaye farklı gelişirmiş." Her şey o kadar ucu ucunaydı ki, bugün şunu düşünebiliyorsunuz: Malone o atışları soksaydı ne olurdu? Jazz o Chicago'daki ilk maçı alsa ne olurdu? Birçok şey değişirdi -- serbest atışlar başta olmak üzere, tüm tarih baştan yazılırdı.

Pippen: Karl bugün en iyi arkadaşlarımdan biri. Bana o an hakkında hiçbir şey demedi.

(Orijinali için şuradan.)

Yorumlar